Ýmam Hasan’ýn Hedeflerine Karþý Muaviye’nin Ýzlediði Strateji

Osman’ýn ölümüyle birlikte, Muaviye’nin valilik unvaný düþmüþ oldu. Ondan sonra kendisine verilmesi gereken diðer bir lakap ve unvanýn ya da Ýslâm geleneðinde hangi ve nasýl bir sorumluluðu üstlendiðini bilmiyoruz…

3- ÝMAM HASAN’IN (A.S) HEDEFLERÝNE KARÞI MUAVÝYE’NÝN ÝZLEDÝÐÝ STRATEJÝ

Osman’ýn ölümüyle birlikte, Muaviye’nin valilik unvaný düþmüþ oldu. Ondan sonra kendisine verilmesi gereken diðer bir lakap ve unvanýn ya da Ýslâm geleneðinde hangi ve nasýl bir sorumluluðu üstlendiðini bilmiyoruz… Þu kadarýný biliyoruz ki, iki yasal halife, yani Ýmam Ali ve Ýmam Hasan (her ikisine selâm olsun), onu vali olarak atamadýlar.

Demek ki Muaviye, vali deðildi. Ve yine biliyoruz ki, Ýslâm dini, ayný anda iki halifenin olmasýna izin vermez. Öyleyse halife de olamazdý. Buna göre Muaviye, Osman zamanýndan sonra, kim ve ne idi?? Bilmiyoruz… Evet, biliyoruz ki o, Þam valiliðinden azledildiði andan beri, iki hak halifeye sürekli baþ kaldýrdý, kýlýç çekti. Ve yine biliyoruz ki, Ýslâm yasalarý böyle bir giriþimde bulunan kimselere özel bir lakap ve unvan vermiþtir; zorba ve zalim…

Ama Muaviye’nin bu lakap ve unvaný kabullendiðinden emin deðiliz… Onun, kendisi için, “zorbalarýn önderi”nden baþka bir lakap ve makam tanýdýðýný düþünebiliyor musunuz?! Öyle görünüyor ki Muaviye, o cesur serkeþliðiyle, biraz olsun lakapsýz yaþamaya ya da þeriatýn kendisine bir lakap yakýþtýrmasýna o kadar önem vermiyordu… Kýlýç zoruyla ve Ýslâmî kurallarý hiçe sayarak, Ýslâm’ýn rýza göstermediði þekliyle en büyük makam ve mevkileri elde etmek isteyen bir Muaviye için, kanunun ona bir lakap vermemesinin ya da veriyorsa, o lakabýn “zorba” olmasýnýn ne önemi var?! O ki, daha sonralarý Sa’d b. Ebi Vakkas’ýn, kendisine “Padiþah” dediðini, Müslim b. Ukbe’nin, Muðiyre b. Þu’be’nin ve Amr b. As’ýn da “Halife” ve “Emir’ül-Müminin” dediklerini biliyoruz. Evet, serveti haddi aþan, kendi deyimiyle; “Dünyada elde edemediðim hiçbir þey kalmadý.” diyebilen birinin umurunda mý ki kanunlar, bu lakap ve unvanlarý ondan esirgesin ve kýlýç zoruyla dinî kimlik ve unvanlarý elde etmenin caiz olmadýðýný belirtsin. Yine halife lakabýný, Peygamber’e çok benzeyen biri için öngörmesin de Peygamber’le arasýndaki mesafe, iki ayrý din arasýndaki mesafe kadar olan birine lâyýk görsün?! Muaviye’nin, bu unvanlarý kendisi için veya herkesten daha iyi tanýdýðý oðlu Yezid için gasbetmesinden sonra, bu unvanlarýn, onu ne ölçüde dine baðlý kýldýðýný bilmiyoruz. Ayný zamanda, insanýn kendisini sorgulamasý gereken konularda, onun, Allah katýnda kendisini sorgulamaya ne ölçüde ehemmiyet verdiðini, kesin bir þekilde bilmiyoruz. Ama onun, meseleleri halletmedeki becerisine bakarak, gerçekçi bir yaklaþýmla hiçbir zaman kendisini sorgulamadýðý; makam hýrsý ve yükseklerde uçmasý, itibarsýz konumunu ve bozuk kiþiliðini devamlý hatýrlamasýna engel olduðunu; bu lakap ve unvanlarý üzerinden atmakla ve bu zahirî debdebe ve görkemin altýnda, örümcek aðý kadar deðeri olmayan bir gerçeði unutmamasýna imkân vermediðini söyleyebiliriz. Kabileci, vahþi ve serkeþ duygular, onun düþüncelerini öylesine köreltmiþti ki, Amr b. As’ýn, halifeliðini onaylamasýný ve Muðiyre b. Þu’be’nin, oðlu Yezid’i halifeliðe aday göstermesini, Ýslâm’ýn açýk hükümlerini görmezlikten gelmek için, kendisine âdeta bir izin belgesi olarak görüyordu. Hâlbuki tarihin tanýklýk ettiði gibi, her ikisinin de yaptýðý alçakça iþler (Amr b. As’ýn, Muaviye’nin hilâfetini onaylamasý ve Muðiyre’nin, Yezid’i halifeliðe aday göstermesi) Mýsýr ve Irak valiliklerinin karþýlýðýndan baþka bir þey deðildi. Bu ruh hâli ve bu tür iþler, Ebu Süfyan’ýn oðlundan uzak deðildi. Çünkü o, ya gerçekten bir Emevî idi ya da soyunda bir bozukluk olsa da, gerçek bir Emevî gibi görünmeye çalýþan bir kiþiydi.1 Zaten, Ümeyye ve Haþimoðullarý’nýn ezelden beri süregelen rekabet ve savaþlarý herkesin bildiði bir olgudur. Dolayýsýyla Emevîlerin bu tepkisi doðaldý. Þöyle ki: Emevîlerin, yani hem cahiliye döneminde, hem Ýslâm’ýn zuhurundan sonra, sürekli soylarýyla övünmeyi âdet edinen ve Ýslâm’ý ancak Mekke’nin fethedildiði gün, o da çaresizlik yüzünden kabul eden ve bu dini, Ýslâm’ýn öngördüðü gibi anlamayan bu topluluðun, geçmiþten miras aldýklarý eski kinlerini içlerinde saklamalarýný ve atalarýnýn yenilgisinin acý ve intikam yüklü hatýralarýný unutmamalarý gerekiyordu. Muaviye, Mekke’nin fethinden sonra ve nübüvvetin parýltýlý altýn döneminde, (kendisinin de naklettiði gibi) azat edilmiþ ayaðý çýplak bir köle idi. Fakat Benî Ümeyye’nin onurunu kurtarmak ve iadei itibar için yeni bir siyaset uygulanarak Emevîlerden biri, halifeyi belirleme kuruluna üye yapýlýnca, artýk Muaviye’nin de, halifenin amcasý oðlu ve Þam’ýn güçlü valisi hüviyetiyle ortaya çýkmamasý, artýk kendisine taraftar toplamamasý, askerleri, müþavirleri ve maiyetindekileri razý etmemesi, saraylar yapmamasý, perdedarlar ve muhafýzlar tutmamasý ve her vicdansýz pis boðazýn hýrs ve iþtahýna cevap verebilecek, Þam ilinin hesapsýz servetinden yararlanmamasý için ne gibi bir engel ve sebep olabilir di ki?? Eðer Muaviye nübüvvet döneminde, ayak takýmýndan ve sýradan biri olarak biliniyor idiyse ve kendisini ve kabilesini bu muhasaradan kurtaramýyor idiyse, kendisinin ve kabilesinin ipleri ele aldýðý dönemde, neden geçmiþteki hesaplarý temizlemesindi? Ve niçin kendi öz benliðine dönüp de, düþmanýn geriye kalanýndan, çocuklarýndan, kardeþlerinden ve dostlarýndan intikam almasýndý? Bu gerçeklere binaen, Muaviye’nin, eline geçen ilk fýrsatta, silâhlý kuvvetleriyle Hz. Ali ve Ýmam Hasan’a (her ikisine selâm olsun) dört nala saldýracaðý ve ayný zamanda diðer bir meydanda (soðuk savaþ meydanýnda) bu iki büyük insana karþý daha uzun vadeli, daha etkin ve Ýslâm için daha zararlý bir mücadeleye giriþeceði kesinlikle bekleniyordu. Uzun süren hükümeti döneminde, Muaviye’nin diplomatik atak ve giriþimlerinden, onun, Ali mektebinin temel ve esaslarý aleyhine top yekun bir saldýrýya geçtiði, diðer bir ifadeyle; Ali mektebi ve tertemiz soyunda tecelli eden Ýslâm’ýn gerçeði ve özü aleyhine plânlar çizdiði gerçeðine ulaþabiliriz. Onun, bu saldýrýlarla birkaç hedefi gözettiði kesindir:

1- Tek özgür topluluk olan Þia kesimini felce uðratýp, bunlara baðlý olanlarý yavaþ yavaþ yok etmek ve kenetlenmiþ birliklerini kýrmak.

2- Peygamber yakýnlarýna baðlý merkezler ve Þiîlikle tanýnmýþ vilâyetlerde plânlý, maksatlý karýþýklýklar çýkarmak ve sonra bu vilayetlerin himayesiz halkýný, düzeni bozma ve ayaklanma gerekçesiyle bastýrýp acý ve ibret verici bir þekilde cezalandýrmak.

3- Peygamber soyunu Ýslâm dünyasýndan soyutlamak, halký, onlarý unutmaya ve sövmeye zorlamak, onlarýn her türlü nüfuz imkânýný engellemek ve daha sonra onlarý, terör ve þüpheli ölümlerle yok etmek.

4- Sinir savaþý baþlatmak. Bu alanda, Muaviye’nin zalim saldýrýlarý o kadar yoðundu ki, tarihte sorgulanmasý uzun sürdüðü gibi, Allah katýnda hesabý da uzun sürecektir. Konumuzun akýþý içinde Muaviye’nin barýþýn þartlarýna muhalefetini irdelediðimiz zaman, bu zulümlerden örnekler sunacaðýz. Muaviye’nin Ali’ye ve soyuna, fikirlerine, hedeflerine ve ideallerine düþmanlýk yolunda dizginleri koparmasýnýn en belirgin örneklerinden biri; Ali ve soyuna lânet etmeyi, bu amelin (lânet etmenin) gereði olarak, Ehlibeyt’in hilâfet hakkýný inkâr etmesi, onlarýn fazileti hakkýndaki hadislerin nakledilmesini engellemesi ve halký, onlarý sevmediklerini açýklamaya zorlamasý ve bunu kesin bir kanun hâlinde yaygýnlaþtýrmasýdýr.

Muaviye böyle yapmakla, Peygamber’in sahabesine lânet etmeyi baþlatan ilk kiþi olmuþtur. Bu sabýkasý nedeniyle, hiçbir dindar mümin ona gýpta etmeyecektir! O, bu büyük bidat için kamuoyu oluþturma adýna, kendi fikirleri ve ilkeleriyle baðdaþan, ama ilâhî esas ve ilkelere ters olan, plânlý ve þeytanî tedbirlere baþvurdu. Toplumlarýn ilginç özelliklerinden biri, halkýn, her türlü propaganda dalgasýndan çok çabuk etkilenmesidir.

Özellikle bu propagandalar mal ve makam vaadiyle birlikte yapýlýyorsa, etkilenme çok daha kolay olur. Þimdi elimizi vicdanýmýza koyup söyleyelim! Halk, Muaviye’nin nesine aþýk olmuþtu da, onunla tek ses, tek vücut olmuþçasýna Ali’ye, Hasan ve Hüseyin’e (onlara selâm olsun) lânet ediyordu?! Ehlibeyt’te ne gibi eksiklikler görmüþtü de, Muaviye’nin isteði doðrultusunda onlara dil uzatýyordu?! Belki de Muaviye halký, Ýslâm’a davetin baþlangýcýnda Resul-i Ekrem (s.a.a) ile savaþanlarýn, Allah’ýn haramýný helâl, helâlini haram sayanlarýn, zinayý meþru ve sahih soyla bir kefeye koyanlarýn, anlaþma ve yeminlerini çiðneyenlerin, ellerini Ýslâm büyüklerinin kanlarýna bulayan canilerin, günahsýz insanlarý diri diri mezara gömenlerin ve Cuma Namazý’ný çarþamba gününde kýldýranlarýn, Ali ve onun soyu olduðuna inandýrmýþtý! Belki de halký ikna etmenin zor olacaðýný düþünerek, halký dünya malýna tamahlandýrma yolunu seçmiþ veya bundan önce, tehdit ve korkutmayý yeðlemiþti. Her ne þekilde olursa olsun, neticede hedefine ulaþmýþ ve “Halkýn ona kayýtsýz þartsýz itaati öyle bir hadde ulaþmýþtý ki, Ali’ye lânet okuma, onlarýn arasýnda, çocuklarýn onunla büyüyüp, yaþlýlarýn onunla öldüðü saðlam bir sünnet hâline gelmiþti.” Büyük bir ihtimalle bu bidate “sünnet” adýný veren, Muaviye’nin kendisi idi ve onun önderlik ve saltanatýna kananlar, ona itaat ve baþ eðmeye mahkum olanlar da, onun isteði ve arzusuyla bu ismi kabullenip, kendisinden sonra da bu uðursuz bidatý, Ömer b. Abdulaziz’in bu bidati kaldýrýp yasaklamasýna kadar sürdürdüler. Aþaðýdaki tarihî metne dikkatinizi çekerim: “…Harran camisi hatibi hutbe okuyordu. Hutbe sona erdiði zaman, alýþýlmýþýn dýþýnda Ebu Turab’a (Hz. Ali’ye) sövüp dil uzatmamýþtý. Aniden halk her taraftan baðýrýp: ‘Ah, sünnet, sünnet; sünneti terk ettin!’ dediler.” Sonraki dönemlerde, Muaviye’nin ihdas ettiði bu sünnet, ayrý bir anlam kazanarak ikinci kuþaða aktarýlan bir temel, bir esas oldu. Baþlangýçtaki siyasî baðlamý da unutulmaya býrakýldý.

Bu adamýn kiþilik ve ruh hâlinin uyumluluk ve tek düzeliðine sað duyulu bir yaklaþým, bu konuda daha fazla örnek vermenin gerekmediði konusunda okuyucuyu ikna edecektir. Þimdi tüm bunlardan sonra, eðer Ýmam Hasan’la Muaviye arasýndaki savaþta, zafer Muaviye’nin olsaydý ve Ýmam Hasan öldürülseydi, Muaviye nasýl bir tutum sergileyecekti? Acaba tüm bu sabýkalarýna raðmen, onun bu durumda ýlýmlý ve mutedil olabileceði, Ýmam Hasan’ýn gerçek yakýnlarý, dostlarý ve Þiîlerine, sabýkasýna uygun bir tavýr takýnmayacaðý ve onlarý darmadaðýn edip, zaferinden en iyi þekilde yararlanmayacaðý söylenebilir mi?

Acaba Muaviye’nin, Peygamber’in oðluna gösterdiði apaçýk düþmanlýk ve yüce Peygamber’in en seçkin aile ferdine, utanç verici bir propaganda mücadelesiyle saldýrmasý gerçeðinden hareketle onun bu durumda (yani Ýmam Hasan’ýn öldürülmesi ve meydanýn rakipsiz kalmasý durumunda) toplu bir soykýrýma ve korkunç bir asimilasyon politikasýna baþ vurmayacaðý, Ehlibeyt’in samimî taraftarlarýna karþý katliamlar gerçekleþtirmeyeceði sonucuna varabilir miyiz? Hiç þüpheniz olmasýn, Muaviye bu durumda, korkusuzca ve siyasî taktikler uygulayarak, dinî hiçbir engeli dikkate almaksýzýn, Ali’nin hilâfetinin baþlangýcýndan, belki de dünyada Benî Haþim nurunun ilk tecellilerinin zuhur edip yayýldýðý zamandan, hatta Emevîliðin, ikilik ve kýrgýnlýklar sebebiyle Þam’a kaydýðý zamandan beri kendisini baský altýna alan ve huzurunu bozan kadim kininden dolayý Ýslâm’ýn esas ve ilkelerini bir anda yok etmeye çalýþýrdý. Muaviye, Ýmam Hasan’ý öldürdükten sonra, Þiîleri darmadaðýn etmek için baþka plânlar çizemeyecek ve kandýrýlmýþ nesli ve alet ettiði kendi çaðdaþlarýný, bu plânlar sayesinde, yaptýklarý iþlere razý edemeyecek biri deðildi. O, bu tür haylazlýk ve hilelerle, Ali’ye lânet okumayý gelenek hâline getirmiþ ve Osman’ýn öldürülmesini Ali’nin üzerine yýkmayý baþarabilmiþ bir kimseydi. Þia’nýn kökünü kazýmanýn da, bu cehennemî zincirin üçüncü halkasý olmasýný ne engelleyebilirdi? O, zaten bu tür hilelerin adamýydý. Þam saraylarýnýn etrafýnda fýr dönen, satýlýk vicdanlar ve kalemler çoktu. Muaviye’nin yöntemlerini onaylamak için, Resulullah’ýn (s.a.a) dilinden hadisler uydurmanýn, Ali mektebinin esaslarýný saldýrýya maruz býrakmanýn, fikirlerinin ve öðretilerinin yozlaþtýrýlmasýnýn ve daha sonra Âl-i Muhammed’in bulunmadýðý bir muhitte, bu yozlaþtýrýlmýþ gerçeklerin tümünden, halký gerçek Ýslâm’dan döndürmek için bir vesile oluþturmasýnýn, Ýslâm’ý ilk bina edenlerin hakarete uðramasýnýn, Ýslâm’ý ilk öðrenen ve bu mektebin öðretilerinin kaynaðý olan kimselerin, Ýslâm düþmanlarý þeklinde tanýtýlmasýnýn ve bir müddet sonra da yavaþ yavaþ, Muaviye’nin fikrinden ilham alan ve onun maslahatý yolunda iþleyen baþka bir Ýslâm yaratmanýn ne sakýncasý olabilirdi! Bu, Ýmam Hasan’ýn da, dostlarýna hitaben þu cümlesinde iþaret ettiði tehlikenin ta kendisidir: “Benim ne yaptýðýmý bilmiyorsunuz. Allah’a andolsun, yaptýðým iþ (barýþ) Þiîlerim için, dünyadaki her þeyden daha deðerli idi.” Düþünce ve ideali ebedîleþtirmekten baþka, dünyada olan her þeyden daha deðerli olan hiçbir þey yoktur. Ve yine, Ýmam Muhammed Bâkýr’a (a.s), Ýmam Hasan’ýn barýþ yapmasýnýn sebebi sorulduðu zaman, verdiði cevapta iþaret ettiði ve “O, ne yaptýðýný daha iyi biliyordu. Eðer barýþmasaydý, þüphesiz büyük bir olay meydana gelirdi.” dediði gerçek buydu.



-Medine halkýnýn üç gün boyunca canýný, malýný ve namusunu helâl sayan, hunharca cinayetlerin iþlendiði “Hirre” olayýnýn kahramaný ve Kâbe’yi mancýnýklarla harabeye çeviren kiþi… Ve yine Muaviye’nin, oðlu Yezid’in hükümetine ortam hazýrladýðý dönemde, bu hedefin ön hazýrlýklarýndan biri olarak, oðlu Yezid’e tavsiyede bulunduðu ve þöyle dediði kimse: “Ýlerde Medine halkýyla sürtüþmen olacak. Eðer böyle olursa, Müslim Ýbn-i Ukbe’yi bu iþ için görevlendir (halký bastýrma görevi). Çünkü onun bana olan vefakârlýðý ispatlanmýþtýr!” (Taberî, Beyhakî ve Ýbn-i Esir.)

– Muðiyre b. Þu’be, Beyhakî’nin el-Mehasin-u ve’l-Mesavî’de yazdýðýna göre, Ýslâm’da ilk rüþvet veren kiþi ve kendisinden bahseden bütün tarihçilere göre, Ziyad’ýn [Ziyad b. Ebih –babasýnýn oðlu Ziyad-], Ebu Süfyan’ýn oðlu tanýnmasý olayýnda, (yani Ebu Süfyan’ýn, Ziyad’ýn annesiyle kurduðu gayrimeþru iliþkisinden peydahlanan Ziyad’ýn Ebu Süfyan’ýn oðlu tanýnmasý hususunda) aracýlýk eden kimsedir. Ýslâm’a aykýrý olan bu giriþim onun arabuluculuðunda, yol göstericiliðinde resmiyet kazanmýþtý. Ve yine, Muaviye’den sonra hilâfet için Yezid’i namzet gösterme ve tanýmak konusunda diðerlerinden hýzlý davranan ve: “Muaviye’yi öyle bir maceraya sürükledim ki, Muhammed ümmeti için pek kalýcý olacak ve öyle bir düðüm ortaya attým ki, kýsa zamanda çözülecek gibi deðil.” diyen zatýn ta kendisidir. Yine o kimsedir ki, Hassan b. Sabit onu hicvetmiþ ve hakkýnda þu ünlü dizeleri yazmýþtýr: “Eðer pislik ve kirlilik somutlaþacak olsa / Sakif’in bu kölesi iðrenç yüzlü ve tek gözlü olur…”

– Amr b. As; evet, o meþhur þeytan ruhlu adam ve hizmetçisi Verdan’ýn deyimiyle, dünya ve ahiretin kalbinde saf tuttuðu ama dünyayý ahirete tercih eden ve Mýsýr valiliði karþýlýðýnda, Muaviye ile birlik olan kimse… Ama ne satan kâr elde edebildi ve ne de alýcýnýn haysiyeti ve þerefi kaldý! Ýbn-i Abdurabbih kendi rivayet zinciriyle, Hasan Basrî’den þöyle rivayet eder: “Muaviye, yönetimi ele almanýn yolunun, Amr b. As’ýn, kendisine boyun eðmesinden geçtiðini hissedince, ona iþbirliði teklifinde bulundu. Amr þöyle dedi: ‘Ne için arkanda olayým? Senin tezgâhýnda izine dahi rastlamadýðým ahiret için mi? Yoksa dünya için mi? Beni kendine ortak ettiðin takdirde yanýnda olurum.’ Muaviye; ‘Peki ortaðým ol.’ Amr; ‘Öyleyse Mýsýr ve civarýnýn yönetimini bana býraktýðýna dair bir ferman yazman þartýyla bunu kabul ederim.’ dedi. Muaviye kabul ederek, fermanýn sonuna þunu ekledi: ‘Ve Amr, emre itaat edeceði taahhüdünde bulunmuþtur.’ Amr; ‘Bu durumun, þartý deðiþtirmeyeceðini de ekle.’ dedi. Muaviye; ‘Buna gerek yok.’ dediðinde Amr; ‘Hayýr, yazman gerekir…!!’ dedi.” “98 yaþýnda ölen bu yaþlý sözde sahabe, o uzun ömrürün, böyle pis bir irtidada hedef olmasýra razý oldu ve utanmadan þu sözleri söylemekten kaçýnmadý: Eðer Mýsýr’a hükümet etmek gibi bir amaç olmasaydý, kurtuluþu yeðlerdim Zira biliyorum ki Ali b. Ebu Talib hak üzeredir, bense hakka karþýyým!” “Hayatýnýn ilk baþlardaki bölümü, Ýslâm’a ve Resul-i Ekrem’e zarar vermekle geçti. ‘Mebit Gecesi’ diye meþhur olan, Ýslâm Peygamberinin öldürülmesi plânýnda yer alan kiþilerden biri ve ‘Þüphesiz sana buðzeden yok mu, o dur nesli kesilen!’ ayetinin [Kevser Sûresi], hakkýnda nazil olduðu kiþidir. Sonralarý, Osman’a karþý ayaklanma olayýna katýlanlardan biri oldu ve ancak olayýn daha vahim olmasýna sebep olduktan sonra Filistin’e gitti. (Nitekim, Osman’ýn öldüðü haberini duyunca, kendisi de bu gerçeði itiraf etti.) Ýþin sonunda da, onca rezaletle birlikte, Muaviye’ye katýldý.” “Sýffin Savaþý’nda, tarihin tanýk olduðu en iðrenç bir harekete tevessül ederek, kendisini mutlak ölümden kurtardý. Daha sonra, Müslümanlarýn kandýrýlmasýnýn timsali olan ve dinin temellerini sarsan, Kur’ân sayfalarýnýn mýzraklara takýlmasý plânýný hazýrladý. Nitekim, ölüm döþeðinde oðluna þöyle dedi: ‘Öyle iþler yaptým ki, Allah katýnda ne cevap vereceðimi bilemiyorum.’ Daha sonra, biriktirdiði onca servetine bakýp þöyle dedi: ‘Keþke bunlar (biriktirdiðim mal) hayvan pisliði olsaydý! Keþke 30 sene önce ölseydim! Muaviye’nin dünyasýný kalkýndýrýp, kendi dinimi zayi ettim; dünyayý seçip ahiretten oldum, kör oldum, yolu kaybettim ve ecelim gelip çattý.’ Kalan serveti, baðlarý ve tarlalarý hariç 300 bin dinar altýn ve 2 milyon dirhem gümüþtü.” “Resul-i Ekrem (s.a.a), o ve Muaviye hakkýnda þöyle buyuruyordu: ‘Bu ikisi, hile ve aldatma dýþýnda birlik olmazlar.’ Bu hadisi, Taberanî ve Ýbn-i Asakir rivayet etmiþler.” Ahmed b. Hanbel ve Ebu Ya’la kendi müsnetlerinde, Ebu Berze’den þöyle rivayet ederler: “Peygamberle birlikte idik, þarký sesi duyduk. ‘Bakýn nedir bu?’ diye buyurdu. Ben biraz ilerleyince, Muaviye ve Amr b. As’ý þarký söylerken gördüm. Dönüp Peygamber’e haber verdim, o da þöyle buyurdu: Allah’ým, bu ikisini fitneye duçar et! Ýlâhî, bu ikisini ateþe at!” Ýbn-i Hacer’in yazdýðý Tathir’ul-Cinan kitabýndan þöyle nakledilir: “Amr ve Muðiyre bir gün minbere çýkýp, Hz. Ali (a.s) hakkýnda yakýþýksýz sözler sarf edip küfür ettiler. Bazýlarý Ýmam Hasan’a; ‘Sen de çýkýp onlarýn cevabýný ver.’ dediler. Ýmam Hasan; ‘Minbere çýkarým ama, þu ikisinin, doðru söylersem tasdik etme, yalan söylersem yalanlama taahhüdünde bulunmasý þartýyla.’ Ýkisinin söz vermesinden sonra, Ýmam Hasan minbere çýkýp, Allah’a hamd ü senadan sonra þöyle dedi: ‘Allah aþkýna ey Amr ve ey Muðiyre! Allah Resulü’nün, öndekine (bineði çekene) ve biniciye lânet ettiði ve onlardan birinin Muaviye olduðunu biliyor musunuz?’ (Þu olaya iþaret ediliyor: Bir gün Ebu Süfyan binek üstünde, oðlu Muaviye önde, diðer oðlu Utbe de arkada, yoldan geçiyorlardý. O sýrada Allah Resulü’nün gözü onlar iliþince; ‘Allah’ým, çekene de, sürene de, binene de, lânet et.’ buyurdu.) ‘Evet biliyoruz.’ dediler.” “Sonra dedi: ‘Ey Muaviye ve ey Muðiyre! Resulullah’ýn (s.a.a) Amr’a söylediði her kafiye karþýsýnda lânet ettiðini duymadýnýz mý?’ ‘Evet duyduk.’ dediler. Daha sonra; ‘Ey Amr ve ey Muaviye! Peygamber’in, þu adamýn (Muðiyre) kavmine ve yakýnlarýna lânet ettiðine þahit olmadýnýz mý?’ dedi. ‘Evet, þahit olduk.’ dediler. “Bunun üzerine Ýmam Hasan þöyle dedi: Öyleyse Allah’a bu nimetinden dolayý þükrediyorum ki, sizleri, Ali’den uzaklaþan ve nefret eden kimseler kýldý.” Bu Amr, o kimsedir ki, büyük sahabe “Ammar b. Yasir” (r.a) þu cümleleri, Sýffin Savaþý’nda onun hakkýnda sarf etmiþtir: Allah ve Resulü’nü inkâr edip, düþmanlýk yolunu seçen, Müslümanlara zulmeden, müþriklere yardým eden, Allah’ýn dinini aziz ve Resulü’nü (s.a.a) muzaffer kýldýðýný görünce, isteyerek deðil, korkudan Müslüman olan birini görmek istiyor musunuz?… Allah’a yemin ederim ki, Resulullah’ýn vefatýndan sonra, Müslümanlara düþmanlýk, bozguncularla dostça geçinmekle tanýnmýþtýr. Direnin ve onunla savaþýn. Zira o, Allah’ýn nurunu söndürmek gayesinde ve Allah düþmanlarýnýn dostudur.” (Taberî, Ýbn-i Ebi’l-Hadid, Mes’udî ve diðerleri)

– Zemahþerî’nin Rebi’ul-Ebrar, Ýbn-i Saib’in el-Mesalib, Ebu’l- Ferec’in el-Eðani, Ýbn-i Seman’ýn Mesalib-u Benî Ümeyye ve Cafer b. Muhammed el-Hemedanî’nin Behcet’ul-Müstefid adlý kitaplarýna müracaat edilsin. Açýklanan bu kitaplara baþvurduktan sonra okurlar, Muaviye’yi, bu kitaplarda ad ve özellikleriyle tanýtýlan dört babadan birine nispet etmekte serbesttirler. Müellif: Araplarýn ulusu da (Hz. Ali) Nehc’ül-Belâða’da bu hususa iþaret eder ve þöyle der: “Nesebi sahih ve açýk olan biri, nesebi sahih olmayan, birinin soyuna yamanan kimse ibi deðildir.”

– Daha geniþ bilgi için Muruc’uz-Zeheb, c.2, s.72 ve daha önce, bu cinayetlerden bazýsýna deðindiðimiz diðer kaynaklara, ya da daha sonra gelecek “Anlaþma Þartlarýna Vefa” bölümünde hatýrlatacaðýmýz kaynaklara baþvurulabilir.

– Muruc’uz-Zeheb, c.2, s.72’deki þu açýklamayý hatýrlatmakta fayda görüyoruz: “Ali (a.s) Sýffin Savaþý günlerinde, dostlarýndan bazýsýnýn Þam halkýna küfür ettiklerini duyduðu zaman, onlara þöyle dedi:

“Ben, sizin aðzý bozuk ve küfürbaz olmanýzdan hoþlanmam; en iyisi, onlarýn yaptýklarýný söylemek ve durumlarýný açýklamaktýr. Bu, en doðrusu ve özür dilemeye en yakýn olanýdýr. Sövmek yerine þunu söyleyin: Allah’ým! Bizlere ve onlara boþ yere kan akýtmayý nasip etme, aramýzda barýþ kur, onlarý sapýklýktan kurtar ki hakký tanýsýnlar ve batýla meyledenler karanlýktan dönsün…” (Nehc’ül-Belâða Þerhi, c.1, s.420-421) Bir gün Muaviye’nin elçisi Ýmam Hasan’ýn (a.s) yanýna gelip, taleplerini ilettikten sonra þöyle dedi: “Allah’tan istiyorum ki seni korusun ve bu kavmi helâk etsin.” Ýmam Hasan ona þöyle dedi: “Yavaþ ol! Seni güvenilir bilen kimseye hýyanet etme. Beni, Resulullah’ýn babamýn ve anamýn hatýrý için sevmen senin için yeterli; ama bir toplumun, sana inanýp güvendiði hâlde, senin onlara düþmanlýk edip bedduada bulunman, senin hainliðine yeterli bir sebeptir…” (el-Melâhim ve’l-Fiten, s.143, Necef baskýsý)

………………………………….

alulbeyt.com.tr