Hayber Savaşı’nda Hz. Ali (a.s)

Hayber, Yahudilerin en güçlü karargâhlarından biri idi. Burası aynı zamanda fitnenin de merkeziydi

 

Hayber, Yahudilerin en güçlü karargâhlarından biri idi. Burası aynı zamanda fitnenin de merkeziydi. Burada bulunan Yahudiler defalarca, Mekkeli müşriklerin, Müslümanlara yaptığı saldırılara katılmışlardı.

Bu durumun önüne geçmek için Hz. Peygamber Hicret’in yedinci yılında (M.628) 1600 kişilik bir ordu ile fethi imkânsız denilen Hayber Kalesi’ne yürüdü.

Hayber Kalesi savunma açısından çok güçlü bir yapıya sahipti. Çok sayıda savunma teçhizatı vardı.

Hz. Peygamber, Medine’den yola çıktı. Sancağı Hz. Ali’ye verdi. Hayber halkı sabah evlerinden çıktıklarında Hz. Peygamber’in ordusunu karşısında buldu. Bunun üzerine kalelerine kapandılar. Hz. Peygamber kaleyi kuşatma altına aldı.

Kalenin çevresinde şiddetli çırpışmalar oldu. Bazı kaleler İslam ordusu tarafından ele geçirildi. Çatışma yirmi küsur gün sürdü. Ama bazı kaleler hâlâ alınamıyordu.

Bunların içinde en büyüğü olan Kâmus Kalesi inatla direniyordu. İslam ordusu bir türlü burayı açamıyordu.

Resulüllah şiddetli bir baş ağrısına yakalandığı için, orduya bizzat komuta edemiyor, sancağı her gün birine verip, kaleyi fethetmekle görevlendiriyordu. Ama her biri sonuç alamadan dönüyordu.

Hz. Peygamber, sancağı Ebu Bekir’e vererek onu kalelerin üzerine gönderdi. Ebu Bekir fethi gerçekleştiremeden geri döndü.

Resulüllah ikinci gün sancağı Ömer’e verdi ve kaleleri ele geçirmesini emretti. O da başarısız oldu. Ordusu onu, o da ordusunu korkaklıkla suçluyordu. Hz. Peygamber bu çekişmeye son verip şöyle buyurdu:

“Yarın sancağı öyle birine vereceğim ki, O Allah ve Resulü’nü sever, Allah ve Resulü de O’nu sever. Döne döne vuruşur, asla düşmana sırt çevirip kaçmaz. Allah O’nun önünü açar. Cebrail sağında, Mikail de solunda olur.”

Herkes başını kaldırdı. Boynunu uzattı. Bütün herkesin dileği bu sözlerle kendisinin kastedilmiş olmasıydı. Ömer b. Hattab şöyle demişti:

“O günden başka hiçbir zaman emirlik istememiştim. O gün bayrağın bana verilmesini temenni etmiştim.”

Gün ağarınca Hz. Peygamber sancağın getirilmesini emretti. İnsanlar bekliyorlardı. Resulüllah Hz. Ali’yi çağırdı orada bulunanlar, “Gözleri ağrıyor” dediler.

Resulüllah, “O’nu çağırın” buyurdu. Seleme b. Evka gitti ve gözleri ağrıdığı için yürümekte güçlük çeken Hz. Ali’nin elinden tutup O’nu Hz. Peygamber’in yanına getirdi.

Hz. Ali gözlerini sargı ile bağlamıştı. Resulüllah eliyle ağzının suyunu alıp, Hz. Ali’nin gözlerine sürdü. O anda İmam Ali’nin gözleri sapasağlam oldu. Sonra Allah Resulü şöyle dua etti:

“Allah’ım! Sıcakta ve soğukta O’na yardımcı ol.”

Sonra demir zırhını Hz. Ali’ye giydirdi. Kendi kılıcı Zülfikar’ı beline bağladı. Sancağı eline vererek kaleye doğru gönderdi. Ona şu tavsiyede bulundu:

“Onlara doğru hareket et. Kaleye varınca onları önce İslam’a davet et, onlara Allah’a karşı olan vazifelerini hatırlat. Allah’a and olsun ki, Allah, onlardan birini Senin elinle hidayete erdirirse bu Senin için kızıl develere sahip olmandan daha hayırlıdır.”

Resulüllah şöyle devam etti:

“Cebrail, Seninle olacak! Zafer Senindir. Rabbim onların yüreğine korku salmıştır.

Ya Ali! Bil ki onlar, kendilerini mağlup edecek kimsenin adını kendi kitaplarında okumuşlardır. Onun adı İlya’dır. (Ali’dir). O halde git ve karşılarına dikilip adının Ali olduğunu söyle. Rabbinin izniyle dehşete düşüp hakir olduklarını göreceksin.”

Seleme şöyle diyor:

“Ali yola çıktı. Allah’a yemin olsun ki, seğreterek yürüyordu. Biz de arkasından koşuyorduk. Nihayet sancağını kalenin dibindeki bir taş yığınının ortasına dikti. Kalenin burcundaki bir Yahudi O’nu fark etti ve kim olduğunu sordu.

Hz. Ali, “Ben Ali b. Ebi Tâlib’im” dedi. Yahudi arkadaşlarına dönüp şöyle dedi: “Musa’ya indirilene and olsun ki yenildiniz.”

Daha sonra kaledekilerden bazıları onunla teke tek vuruşmak üzere dışarı çıkmaya başladı. İlk olarak Merhab’ın kardeşi Haris çıktı. Haris’i gören Müslümanlar geri çekildiler.

Hz. Ali ise sıçrayıp Haris’in karşısına çıktı. Şiddetli bir çatışmanın ardından Hz. Ali, Haris’i öldürdü. Daha sonra Merhab çıktı. Üst üste iki zırh giymiş, iki kılıç kuşanmış ve başına iki sarık birden sarmıştı. Elinde çatallı bir mızrak vardı.

Ali, ona bir darbe indirdi. Merhab’ın başının üzerine yerleştirdiği taş parçası ve miğferi parçalandı. Hz. Ali’nin darbesi kafasını ikiye ayırmış, kılıç azı dişlerine kadar batmıştı.

Yahudiler Merhab’ın halini görünce bozguna uğrayarak kaleye geri döndüler ve kapıları kilitlediler.

Hz. Ali kapıya yöneldi ve kapıyı açıncaya kadar zorladı. Daha sonra kalenin kapısını kavradı ve yerinden söktü. Onu hendeğin üzerine bir köprü gibi yerleştirdi ardından Müslümanlar kapının üzerinden karşı tarafa geçtiler. Kaleyi ele geçirip sayısız ganimetler elde ettiler.

İbn Amr şöyle diyor:

“Biz, Yüce Allah’ın, Hayber’i Ali aracılığıyla bize açmasına şaşırmadık. Ama Ali’nin tek başına kale kapısını yerinden sökmesine kapıyı kırk zira arkaya doğru fırlatmasına şaşırdık.”

Nitekim kırk kişi birden kapıyı yerinden oynatmak için uğraştıysalar da başaramadılar.

Bu olay Peygamberimize haber verilince şöyle buyurdu: “Nefsim elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki O’na kırk tane melek yardım ediyordu.”

Rivayete göre Hz. Ali, Sehl. b. Huneyf’e gönderdiği bir mektupta şöyle buyurmuştur:

“Allah’a yemin ederim ki, Hayber kalesinin kapısını yerinden sökmeyi, sonra onu kırk zira arkaya doğru fırlatmayı bedenimin gücüyle ve beslenmemin bana verdiği hareket kabiliyetiyle gerçekleştirmedim.

Bilakis, melekûtî bir güç ve nefsimi aydınlatan Rabbimden gelen bir nurla bunu gerçekleştirdim. Benim, Hz. Ahmed (Hz. Peygamber) karşısındaki konumum ışığın ışık karşısındaki konumu gibiydi.”  (Prof. Dr. Haydar Baş İmam Ali eserinden)

………………..