Kaynaklarda Gadir-i Hum Olayı

Al-gadir kitabında gadir-i hum olayı,110 sahabe,84 tabii ve 360 âlim, üstat ve hafızdan nakledilmiştir. Biz her birinden birkaç isim ve rivayetlerinin geçtiği birkaç kitabı nakledeceğiz.

Sözlükte Gadir:
الغدیرمستنقع الماء المطر صغیرا كان او كبیرا و لا یبقی الی القیظ الا ما یتخذه الناس من عد او حائر او وجد او وقط او صهریج(1)الغدیر القطعة من الماء یغادرها السیل ای یتركهامستنقع الماء المطر صغیرا كان او كبیرا غیر انه لا یبقی الی القیظ الا ما یتخذه الناس من عد  او وجد او وقط او صهریج او حائر (2)
Gadir, yağmur sularının toplandığı yere denir. Toplanan su küçük olsun veya büyük, sıcakların etkisiyle çabuk kuruduğundan dolayı, Halk bu suyu akarsu vb. kullanmaz.
الغدیر: Yağmurdan sonra,suların bir yerde toplanmasına denir.
 خم   :Tavuk kafesine denir.(3) 

Terim olarak Gadir-i Hum:

     Hicretin 10.yılında Peygamberin yüz binlerce Müslüman ile beraber gittiği hacdan dönerken konakladığı ve Hz. Ali (a.s)’ın, kendisinden sonra imamet ve hilafetini, Allah’ın izniyle ilan ettiği yerin adıdır.
 GADİR-İ HUM OLAYI
     Peygamber,(s.a.a) hicretin onunda Kâbe’yi ziyaret etmek için değişik kabile ve taifelere de onun emriyle ilan edilerek yola çıktı. Çok kalabalık bir topluluk hac vazifesini yerine getirmek için Medine’ye geldi. Bu hac merasimi, Peygamberin(s.a.a) Medine’ye hicretten sonra ki ilk haccıydı. Bu hac, hicretten ne önce nede sonra peygamber tarafından gerçekleşmemişti.

     Bu hac tarihte, Veda haccı, İslam haccı, Belağ haccı, Kemal haccı ve Tamam haccı gibi isimlerle nakledilmiştir. Peygamber, gusül ve tedhin etti, çok doğal ve gösterişsiz iki elbise giyindi bir tanesini beline bağladı ötekini ise omzuna attı. Cumartesi günü zilkadenin 24 veya 25’inde hac vazifesini yerine getirmek için yaya olarak Medine’den çıktı. Hanımlarını ve ehli-beytini develerin sırtında hazırlanan mahfellere bindirerek. Bütün muhacir, ensar ve arap kabileleri ile beraber büyük bir toplulukla yola koyuldu. Bu arada halk arasında able veya hasbe adında bir hastalık türemişti, bu sebeple halktan bir kısım bu yolculuğa katılamamıştı buna rağmen sayıları oldukça yüksek bir insan topluluğu Peygamber ile beraber yola çıkmıştı. Öyle ki Peygamberle beraber hac vazifesini yerine getirmek için gidenlerin sayısını 114,120 ve124 bin kişi olarak naklediyorlar. Elbette bu rakam Hz. Ali ve Ebu Musa ile mekkeden yola çıkanlardan hariç olanlardır.

 

    Pazar sabahı Peygamber ve beraberinde olanlar Yelmelem’e ve gecesi de Şerefu-seyyale’ye yetiştiler. Orada akşam ve yatsı namazını kıldıktan sonra sabahsı Araku-zebiyye’de sabah namazını kıldıktan sonra Ruvha denilen yere geldiler. Oradan hareket ettikten sonra ikindi namazını Munserif’te kılıp akşam ve yatsı namazını Muteş’te kıldıktan sonra orada yemeklerini yediler. Sabah namazını İsabe’de kılıp Salı sabahı Arac’ta oldular. Lehyi Cemel olarak tanınan ve Cuhfe’ye yakın olan yerde Peygamber hicamet etti. Daha sonra Segya denilen yere geldiler. Çarşamba günü oradan ayrıldıktan sonra sabah namazını Ebva denilen yerde kılıp hareket ettiler. Cuma günü Cuhfe’ye yetiştiler ve ordan kadir denilen yere gidip cumartesini orada kaldılar. Pazar günü İsfan’da ve oradan ayrıldıktan sonra Ğamim denilen yere yetiştiler. Yaya olanlar, Peygambere çok yorulduklarını söyleyince Peygamber onlara aynı hızda yürümeleri emrini verdi. Ve pazartesi günü Merr-uzehran’da kaldıktan sonra gün batımında Saraf’a ve akşam namazından önce de Mekke etraflarına yetişip Sünyeteyn denilen yerde o gece kaldılar ve Salı günü Mekke’ye yetiştiler.

     Peygamber ve beraberindekiler Haccın amellerini yerine getirdikten sonra Medine’ye dönmek için yola koyuldular. Gadir-i Hum’a yetiştikleri zaman Cebrail-i Emin Allah tarafından şu ayetleri getirdi:
یا ایها الرسول بلغ ما انزل الیك  من ربک وان لم تفعل فما بلغت رسالته(4)
      Ey Peygamber bildir sana rabbinden indirilen emri ve eğer bu tebliği ifa etmezsen onun elçiliğini yapmamış olursun.

     Şunu söylemek gerekir ki Cuhfe denilen yer, Medine, Mısır ve Irak yollarının ayrıldığı noktadır. Yani yol ayrımı demek yerinde bir tabir olur. Peygamber ve beraberindekilerinin o noktaya yetişmesi,18 Zilhicce Perşembe günü olmuştur. Cebrail-i emin ayeti getirmiş ve Allah tarafından Hz. Ali’nin imamet ve vilayet makamını halka duyurmasını emretmiştir. Peygamber geriden gelenler yetişene kadar önde gidenlerin geri dönmesini emretmişti. Bu bölgede eski ve büyük ağaçlar bulunuyordu. Peygamber, birbirlerine yapışık olan bu ağaçların gölgesinde oturmayı yasaklamıştı. Öğlenin dayanılmaz sıcağı bastırınca bazıları elbiselerinin bir parçasını başlarına ve öteki parçasını da altlarına sermişlerdi. Peygamber’in rahat edebilmesi için ağaçlara bağlanan parçalarla gölgelik yapılmış, Okunan ezanla Peygamber, öğlen namazını halkla beraber kılmıştı.

 

 

    Namaz bittikten sonra, Peygamber develerin yükleriyle hazırlanan yüksek bir yere çıkmış ve hutbe okumuştu. Hutbesini bitirdikten sonra Ali(a.s)’ın elini tutarak, ikisininde koltuk altı görünecek kadar havaya kaldırarak şöyle buyurmuştu: Ey insanlar, müminlere kendilerinden daha değerli ve evla olan kimdir. ? Onlar, Allah ve resulü daha iyi bilir deyince, Peygamber şöyle dedi: Allah benim mevlam, bende müminlerin mevlasıyım ve onlara kendilerinden daha değerliyim. O halde, Ben kimin mevlası isem Ali’de onun mevlasıdır. Peygamber bu sözü üç kez, Ahmet bin hanbel’den nakledildiğine göre (Hanbelî mezhebinin kurucusu)dört kez tekrarladı. Ve daha sonra şöyle dua etti. Ey Allah’ım onu seveni sev ve ona düşman olanla düşman ol, ona yardım edene yardım et ve onu zelil etmek isteyeni zelil et. Onu hakkın ve hakikatin ölçüsü karar kıl. Sonra şöyle buyurdu: Burada bulunanlar, olmayanlara bu söylediklerimi iletsin.

   Topluluk dağılmamıştı ki Cebrail-i Emin şu ayeti getirdi:
الیوم اكملت لكم دینكم. الخ ایه        
Bu gün dininizi ikmal ettim size verdiğim nimetimi tamamladım…

Peygamber şöyle buyurdu: Allah-u Ekber din kemale yetişmesine ve nimetin tamamlanmasına ve Allah’ın Ali’nin imametine razı olmasına.(5)
GADİR’DEN, GADİRİ RİVAYET EDENLER
    Al-gadir kitabında gadir-i hum olayı,110 sahabe,84 tabii ve 360 âlim, üstat ve hafızdan nakledilmiştir. Biz her birinden birkaç isim ve rivayetlerinin geçtiği birkaç kitap nakletmekle yetineceğiz.

SAHABELERDEN:

1:Hz.Fatıma (s.a)

İbn-i ukde Hadisu-l vilaye kitabında ve Mansur razi al-gadir kitabında iki cihan kadınlarının efendisinden bu hadisi nakletmişlerdir.

2:Hz. Ali bin ebi talip (a.s)

3:Hz. Hasan (a.s)

İbn-i ukde Hadisu-l vilaye kitabında ve cuabi, nuheb kitabında İmam Hasan’ı gadir-i hum’un ravilerinden saymıştır.

4:Hz. Hüseyin (a.s)

İbn-i ukde Hadisu-l vilaye kitabında ve cuabi, nuheb kitabında İmam Hasan’ı gadir-i hum’un ravilerinden saymıştır.

5:Ebu hureyre

78 yaşında hicretin 57,58 veya 59.yılında ölmüştür. Hatib-i bağdadi tarihinin 8.cildi 190.sayfasında iki vasıtayla gadir-i hum olayını ondan nakletmiştir.

6:Ebu Bekir bin kuhafe

Hicretin 13.yılında ölmüştür. Şemsu-din cezri, esnal-metalib 3.sayfada onu gadir-i hum’un ravilerinden zikretmiştir.

7:Usame bin zeyd bin harise

Hicretten 54 yıl sonra 54 yaşında öldü. Onun hadisi Hadisu-l vilaye ve Nuheb-ul menagıb kitabında zikredilmiştir.

8:Esma binti umeys

Gadir-i Hum hadisini, İbni ukde Hadisu-l vilaye kitabında ondan nakletmiştir.

9:Ummü seleme (Peygamber’in hanımı)

 Onun hadisini Ahmet bin fazl bin Muhammet, Kesir mekki Şafii ile beraber Vesiletu-l mal kitabında ibni ukde vasıtasıyla nakletmiştir.

10:Ebu Hamza Enes bin malik ensari hazraci

Peygamberin hizmetçisi, hicretin 93’ünde vefat etti. Hatip bağdadi tarihinin 7.cilt,277.sayfasında ondan rivayet etmiştir.

11:Cabir bin Abdullah ensari

Hicretin 73,74 veya 78 yılında,93 yaşında medinede vefat etti. İbni ukde Hadisu-l vilaye kitabında ondan bu hadisi rivayet etmiştir.

12:Ebu zer cundeb bin cunade el-ğaffari

Onun hadisini ibni ukde Hadisu-l vilaye ve cuabi nuhebu-l menakıbında zikretmiştir.

13:Ayşe (Ebu Bekir’in kızı)

İbni ukde Hadisu-l vilaye kitabında bu hadisi ondan nakletmiştir.

14:Ömer bin hattap

Hatip Harezmî maktelinde ve ibni kesir şami bidaye ve nihaye kitabının 7.cilt,349.sayfasında gadir hadisini ondan nakletmişlerdir.

TABİİNDEN:

1:Ebu Raşit Hubrani (Adı Hızır veya Numan’dır.)

İbni hacer El-tegrib kitabında doğru ve hadisine güvenilir ravilerden olarak ziktermiş ve hadisini 103.sayfada getirmiştir.

2:Ebu seleme (Adı Abdullah veya İsmail’dir)

3:Ebu Süleyman müezzin

Tabiinin büyüklerinden ve hadisleri âlimler tarafından kabul edilen bir şahsiyettir.

4:Ziyad bin ebi ziyad

Hafız heysemi mecmeu-zevaidde ve ibni hacer takrib kitabında onu doğru ve hadisine güvenilir birisi olarak tanıtmıştırlar.

5:Ebu sadık selim bin geysi hilali

Şia ve Sünni nazarında hadislerine güvenilen bir ravidir.

14.ASRIN ÂLİM VE ÜSTATLARINDAN:

1:Şeyh Muhammet abd bin Hüseyin Hayrullah mısri

1323 yılında vefat etmiştir. Mısırın tanınmış ve ilmi derecesi yüksek âlim ve müftülerindendir.

2:Seyit abdu-l Hamit bin seyit Mahmut alusi bağdadi-şafii-

1232’de doğmuş ve 1324’de vefat etmiştir. Irak’ın başkenti olan Bağdat’ın tanınmış âlimlerinden olan bu şahsın Nesru-leali kitabı yayınlanmıştır. Gadir hadisini bu kitabın 166.sayfasında zikretmiş ve Hz. Ali’nin faziletlerinden olduğunu açıklamıştır. Ayrıca bu hadisin kesinlikle vahiy kaynaklı olduğunu söylemiş ve 172.sayfasında gadir hadisine değinmiştir.

3:Doktor Ahmet Ferit Rufai Dipnot yazdığı Mucemu-l udeba adlı kitabın 14.cilt,48.sayfasında Ali (a.s) ‘ın iki beytini gadir-i hum hakkında zikretmiştir.

4:Üstat Hüseyin âli ezemi bağdadi

Bağdat’ta hukuk fakültesinin müdürü olan bu şahıs gadir şairlerinden biridir. Kendisi şahsen gadir hakkında yazmış olduğu kitabı Al-gadir’in yazarına haber vermiştir.

5:Üstat abdu-l fettah-abdu-l maksut mısri

Dört ciltlik İmam Ali kitabının yazarı olan bu şahıs, kitaba yazdığı methiye ve övgüde gadir hadisine de işaret etmiştir.(6)

 

GADİR VE İMAMETİN İSPATI
      Mevla kelimesi, İmamet ve hilafet hakkında değişik münakaşalara sebep olmuştur. Şia, bu kelimenin imamet makamını ispatladığına ve dolayısıyla Hz. Ali’nin Peygamberden sonra ilk halife olduğun inanmıştır. Gadir-i Hum hadisinin kaynağında şia ve Sünni arasında hiçbir ihtilaf yoktur.

Şia mevla kelimesini tasarruf hakkına sahip olan şahıs için kullanmış fakat muhalifler bu kelimeyi, başka manalara da geldiği için, değişik manada kullanmışlardır.

Şeyh bu kitapta lügat ve edebiyat âlimlerinin sözlerini dikkatle incelemiş ve insafı elden bırakmadan onları nakletmiştir.

     Mevla kelimesinin içerdiği manalar şunlardır: Tasarruf etmeye en layık olan, köle sahibi, özgürlüğü bağışlanan köle, amcaoğlu, yardımcı, mütevelliyi cerire, birlikte ahit bağlayan, mücavir ve itaat edilen anlamlarına gelir. Şunu söylemek gerekir ki mevla kelimesinin asıl anlamı tasarruf etmeye en layık olan şahsa denir. Ve aslında bütün manalar, tasarruf etmeye en layık olmak manasına döner.

    Şeyh, diğer manaların gerçekte tasarruf etmeye en layık olmak manasına geldiğini etraflıca anlatmış ve diğer manaların ise mecaz olarak kullanıldığını ispatlamıştır. Ve bunun tersini iddia edenleri lügat ilminden uzak olmakla veya Ehli-beyt (a.s) ile düşmanlıkla suçlamıştır. Dâhili ve harici karineler ile Peygamberin hadisinden anlaşılan şu ki mevla kelimesinden kasıt tasarrufa en layık olan şahıs manasıdır.(7)

    Gadir-i Hum hadisi, Şia ve Sünni’nin rivayet ettiği ve Ehli-beytin imametine delalet eden hadislerdendir. Peygamber veda haccından dönerken Gadir-i Hum denilen yere geldi.(konaklama yeri olmamasına rağmen)Orada konakladılar. Ve Peygamberin emriyle

    Halk bir yere toplatıldıktan sonra Peygamber şöyle buyurdu: Ben sizlere kendi canlarınızdan daha üstün değimliyim. ? Onlar, evet öylesin deyince, Hz. Ali’nin elini havaya kaldırarak şöyle buyurdu: Ben kimin mevlası isem Ali’de onun mevlasıdır. Orada bulunan Müslümanların da itiraf ve ikrarlarından da anlaşıldığı üzere mevla kelimesi tasarruf etme manasında kullanılmıştır. Tasarruf etmenin tek manası da şudur ki, tasarruf edenin emir ve nehiylerine itaat farzdır. Burada, akla 4 soru gelebilir:

1:Bu hadisin senet açısından sahih olduğuna delilimiz nedir. ? Çünkü bazıları bu hadisi uydurma bir hadis olarak biliyorlar

2:Mevla kelimesinin, tasarruf etmeye en layık şahıs anlamında olduğuna delilimiz nedir. ?

3:Mevla kelimesinin tasarruf etmeye en layık olmak manasına geldiğini varsayalım, meşhur gadir hadisinde bu mananın kastedildiğine delil nedir. ?

4:Ve mevladan kastın Hz. Ali olduğuna delilimiz nedir?

1:Sorunun cevabı:

     Gadir-i Hum hadisinde bulunan bir özellik hiçbir hadiste bulunmamaktadır. Bunun içindir ki âlimler bu hadisin mütevatir olduğunu

söylemişler ve siyer âlimleri de onu mütevatir olarak nakletmişlerdir. Örneğin Bedir, Huneyn, Cemel ve Sıffin, kesin olarak gerçekleşen haberlerden olduğu için senet ve ravilerin isimlerinin nakline ihtiyaç duyulmamıştır. Çünkü bütün âlimler bu savaşların gerçekleştiğinde ortak bir görüşe sahiptirler. Gadir-i Hum olayı da bu şekil haberlerden sayıldığı için gerçekleşmiş olmasına bundan daha önemli bir delil bulunmamaktadır.

2.Sorunun cevabı:

    Tasarrufa en layık olmak mevla kelimesinin yalnız bir manasıdır ve başka ihtimallerde vardır. Bu sözü insaflı olan hiç kimse söylemez çünkü tasarruf hakkına sahip olmak manası mevla kelimesinden anlaşılan ve araplar arasında meşhur olan bir manadır. Mevla kelimesi için söylenen manalar şunlardır:

1:Tasarruf hakkına sahip olmak ki mevla kelimesinin asıl manası budur. Örneğin: Allah kuranda şöyle buyuruyor:
فالیوم لایؤخذ منكم فدیة ولا من الذین كفروا وماواكم النار وهی مولاكم وبئس المصیر(8)
Artık bugün ne sizden ve ne de kâfir olanlardan, azaptan kurtulmanız için bir şey alınır. Yurdunuz ateştir sizin odur size layık olan ve orası dönüp gidilecek ne kötü yerdir.

2:Köle sahibi:

ضرب الله مثلا عبدا مملوكا لا یقدر علی شیئ(9)

Allah, hiçbir şeye gücü ve kudreti olmayan bir köleyi örnek verir.

3:Azad olan köle:

4:Amcaoğlu:

5:Yardımcı:
ذالك بان الله مولی الذین امنوا وان الكافرین لا مولی لهم(10)
Böyle bu, çünkü şüphe yok ki Allah inananların yardımcısıdır ve şüphe yok ki kâfirlerin yardımcısı yoktur.

6:Mütevelliyi zemanı cerire ve miras:
ولكل جعلنا موالی مما ترك الوالدان والاقربون والذین عقدت ایمانكم فاتوهم نصیبهم ان الله كان علی كل شیئ شهید(11)
    Ana ve babayla yakınların bıraktıkları mallara mirasçı olacak erkek ve kadınları tayin ettik kendileriyle ahitleştiğiniz kişilere de paylarını verin şüphe yok ki Allah her şeyi görür.

Müfessirler bu ayette geçen Mevla’nın, mirasta tasarruf hakkına en layık olan şahıs olduğunda ortak görüşe sahiptirler.

7:Halif (Ahit ve ahitleşmek)

8:Mücavir (yakın)

9:Sahip ve itaat edilen

    Yukarıda, mevla kelimesi için açıklanan manalardan da anlaşıldığı üzere tasarruf hakkına sahip olmak, mevla kelimesinin asıl manasıdır. Ve diğerleri mana itibarı ile tasarruf hakkına sahip olmak anlamını taşırlar. Örneğin: Köle sahibi, eğer kölenin bütün işlerinde söz hakkına sahip birisi ise onun mevlası sayılır. Ve eğer amcaoğlu, miras hakkına diğerlerinden daha layık ise miras bırakanın mevlası ve tasarruf hakkına en layık olan şahıstır. Aynı şekilde diğer manalarda bu kural çerçevesindedir.

3.Sorunun cevabı:

   Mevla kelimesinin tasarruf hakkına en layık olmak anlamında kullanıldığının bir başka delilide şudur: Lügat âlimleri iki cümle arka arkaya söyledikleri zaman, ikinci cümledeki kasıtları birinci cümlede söyledikleri ve irade ettikleri manadan başka bir şey değildir. Örneğin: Bir şahıs şöyle diyor, Benim zeyd adında ve bu özelliklere sahip bir kölem var siz onu tanıyor musunuz? Onlardan itiraf alınca şöyle devam ediyor. Şahit olun ki ben onu Allah rızası için azad ediyorum.

     Onun bu sözlerinden sonra, kastının başka biri olduğu veya kölesinin bu özelliklere sahip olmadığını iddia etmesi yanlıştır. Ve neticede o kölenin azad olması gereklidir.

   Bu örneği Gadir-i Hum olayıyla karşılaştırdığımız zaman, şunu anlıyoruz ki Peygamberin sözlerinde eksiklik ve ikilik olmayacağından dolayı, halktan aldığı itiraftan sonra Hz. Ali’yi mevla olarak tanıtması Peygamberin kendi makamına ne gözle bakılıyorsa ona da aynı gözle bakılmasıdır. Yani müminlerin kendilerinden onlara daha evla ve tasarruf hakkına en layık olan şahıs olmasıdır.

     Böylece anlaşılan şu ki mevla kelimesinin birinci cümlede içerdiği mana, ikinci cümlede istenilen şeydir. Bunun tersinin kastedilmesi, fesahat ve belagat ilmine terstir. Ve Peygamberin makamı böyle basit bir şeye cahil olmaktan beri ve münezzehtir.

4.Sorunun cevabı:

     Mevla kelimesi imamet ve halka önderlik etmek manasındadır. Lügat âlimleri bu kelimeyi, Halka önderlik etmek ve onların işlerinde önayak olmak manasında kullanırlar. Örneğin: Hâkim, şeriatın hükümlerini icra etmekte halktan daha evladır veya sahip, kölesine daha evladır denildiği zaman kastedilen şey onların işlerinin tedbirinde ve yürütülmesinde herkesten daha evla ve öncelikli olmalarıdır.
Müfessirler Kuranda geçen şu ayeti;       النبی اولی بالمؤمنین من انفسهم

                Peygamberin, inananların işlerinde tasarruf hakkına sahip en layık şahıs olduğunda ortak görüşe sahiptirler. Ve şüphe yok ki insanların işlerinde tasarruf hakkına sahip olan birinin bütün yönleriyle onlardan daha üstün olması gereklidir. Ve bu itaati farz olan imam ve önderden başkası değildir.

     Biz eğer, mevla kelimesini tasarruf hakkına sahip olmak manasında kullanmazsak Peygamberin Gadir-i Hum’daki sözleri yanlış olacaktır. Örneğin: Ben kimin amcaoğlu isem Ali’de onun amcasının oğludur veya ben kimin yardımcısı isem Ali’de onun yardımcısıdır gibi… (12)

SONUÇ:

    Allah, bu önemli olayın herkes tarafından bilinmesini ve her zaman dillerde olmasını istiyor. Her asır ve zamanda bu olay, ağızdan ağza dolaşmalı ve anlatılmalıdır. Çünkü Hz. Ali’nin taraftarları için güçlü bir delil olduğundan Peygamber o gün, o hassas noktada bu sözü defalarca tekrarlamıştı. Peygamber büyük bir toplulukla hac vazifesini yerine getirmek için Mekke’ye gittiği zaman dönüşte Hz. Ali’nin imamet ve hilafet makamının halka tebliğ edilmesi Allah tarafından gerekli kılınmıştı. Ve Peygamber konaklama yeri olmamasına rağmen Gadir-i Hum denilen yerde halkı bir yere toplayarak bu vazifesine amel etmişti. Ve orada Müslümanlarda istenen başka bir şeyde şuydu, Bu hadisi işitip burada olanlar, olmayanlara tebliğ etmeliydi.(13)          

    Peygamber, vazifesini en güzel şekilde yerine getirdiği gibi Allah’ın razı olduğu bu makamdan herkesin haberdar olması için yüz binlerce tebliğci karar kılmış ve o gün orada bulunmayanları haberdar etmek görevini onlara vermiştir. Peygamberin böyle bir yönteme, yol ayrımı olan öylesine hassas bir yerde başvurması, bu makamın bilinmesi ve icra edilmesi açısından dinde ne kadar önemli bir konuma sahip olduğunun ve bu önemli olayı tahrif edilmekten kurtarmanın en güzel yolu değilmidir. ?

KAYNAKLAR:

1:Kitabu-l Eyn

2:Lisanu-l Arap

3:Er-raid

4:Maide,67

5:Al-gadir,1.cilt,29.sayfa

6Al-gadir,1.cilt,40.sayfa

7:Egsamu-l mevla fi-l lisan, Şeyh Müfit,1.cilt,3.sayfa

8:Hadid,15

9:Nahl,75

10:Muhammet,11

11:Nisa,33

12:Delilu-n nes biğabari-l gadir, keraceki,1.cilt,37.sayfa

13:Al-gadir,1.cilt,34.sayfa

Kantinde Bir Saat

 

Zil çalmış ve İlahiyat Fakültesi öğrencileri yavaş yavaş sınıflarından çıkmaya başlamışlardı. Az önce biten İslam tarihidersi, biraz hareketli geçmiş ve öğrenciler de hala sınıfta konuşulanları tartışıyorlardı. Levent Ahmet’e dönerek;

 

–         Oooo Ahmet, bakıyorum da sınıfta hocayla bilgi yarışmasına giriyorsun?!

–         Yooo neden yarışacakmışım ki; ben sadece her zaman atlanan ve hatta hiçbir zaman değinilmeyen yerleri dile getirilmeye çalıştım.

–         Benden sana bir arkadaş tavsiyesi, o hocayla fazla tartışma, adamı sınıfta bırakır söylemiş

–         Ne yazık, doğrularını savun ve sınıfta kal!

Bu arada Olcay Ahmet’e;

–         Yaa neyse Ahmet, sen şu olayı bir anlat bakalım, ben tam olarak

anlayamadım.

–         Peki, o zaman sessiz, sakin bir yere gidelim.

–         Levent sen de bizimle geliyor musun?

–         Tabii ya severim heyecanlı yeni bahsleri!

 

Az önce biten İslam tarihi dersinde öğretmen, Peygamber efendimizin Veda Haccını anlatmış ama Hz. Muhammed’in (saa)Hz. Ali’yi yanına çağırarak söylediği sözleri yüzeysel ve kendine özgü yorumlarıyla geçiştirmişti. Bunun üzerine Ahmet de öğretmene itiraz ederek, olayların tam da sizin anlattığınız gibi cereyan etmediğini ve böyle önemli bir konunun bu şekilde örtbas edilmesinin yanlış olduğunu dile getirmişti. Tabii bu tartışma ders zili çalana kadar devam etmiş ve Olcay gibi bir kaç öğrencinin aklında soru işaretleri bırakmıştı.

 

Ahmet, Olcay ve Levent beraber fakültenin bahçesindeki kantine indiler;

–         Evet beyler ne içeriz?

–         Ben bir kola alayım.

–         Levent sana zahmet bana da bir ayran.

–         Eeee nerede kalmıştık?

–         Sen Veda Haccı meselesini anlatacaktın ve bu arada, o sınıfta dediğin Gadir-i Hum muydu neydi, o konuyu da anlat…

–         Tabii, ama önce şunu belirteyim, Gadir-i Hum, Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed’in (saa)Veda Haccı sonrası o büyük konuşmayı yaptığı yere deniliyor. Yani Gadir-i Hum diye ayrı bir konu yok, o sadece konuşmanın gerçekleştiği mekânın adı. Ama olayı en başından anlatsam daha iyi olur sanırım. Hz. Muhammed (saa)  diğer Müslümanlar gibi o seneki Hac görevini yerine getirmiş ve Mekke’den on binlerce hacıyla beraber Medine’ye doğru geri dönmeye başlamıştı.

Hicri 10. yılın 18 Zilhacce günü Mekke ve Medine arası Cuhfe yakınlarında, yani yaklaşık Mekke’ye 200 km. uzaklıkta bir dört yol olan Gadir-i Hum, kuzeyden Medine’ye, doğudan Irak’a, batıdan Mısır ve güneyden Yemen’e bağlanan ve günümüzde, genelde Hac için hava yolunun tercihi nedeniyle o eski hareketliliğini yitirmiş ve kullanım dışı kalmış ama zamanında, önemli bir su birikintisine sahip,  bir nevi son buluşma noktası konumunda bir yerdir.

Peygamber efendimiz de, ömrünün sonunda ümmetine genel bir vasiyet bırakma niteliğinde bir hutbe icra etmek istemiştir bu mekânda.

Hz. Peygamber, bu açıklama için en iyi zamanı seçmişti. Çünkü eskiden günümüzdeki gibi haberleşme ağı yoktu. Bu günün dünyası bir büyük köy misali interneti, televizyonu, gazeteleri, telefon ve birçok haberleşme aracına sahip ama o zamanlar bir yere haber yollanmak istenildiğinde, zamanın en hızlı aracı olan atlı posta ile ve istenilen yere giden bir kervanla emanetler, mektuplar yollanır, haberler ulaştırılırdı.

İyi bir zamanlama dememden kasıt; son Veda Haccında birçok etraf ülkeden, Mısır, Filistin, Şam, Yemen yani o günün İslam toprakları içinde olan her yerden hacılar gelmiş ve bu en iyi tebliğ ve posta aracı olmuştur. Ayrıca o zaman Gadir-i Hum’da toplananların sayısı 120 bin kişiye kadar aktarılıyor kitaplarda ama bu onların hepsinin Hac’dan geldiği anlamına gelmiyor. Çünkü stratejik bir konuma sahip olan Hum, diğer kafileler için de bir mola yeri statüsündeydi yani daha önce de dediğim gibi sadece Hac’dan gelenlere has bir mekân değildir.

–         Evet, Peygamberimizin bu yeri seçmesi gerçekten çok güzel bir karar.

–         Ben de aynı kanıdayım, zaten onun için biraz uzun anlattım Gadir-i Hum’un coğrafi konumunu. Hz. Muhammed (saa)tam bu yere geldiğinde yanındakilere, ilerlemiş olanların geri dönmesi ve geride kalanların acele edip buraya toplanmaları emrini verir. Tabii şunu da belirteyim, Tarih kitapları o zamanın hava koşullarını şöyle nakletmektedir; Havanın sıcaklığından, kimisi şalını ıslatıp başına atmış, kimisi yere, ayaklarının altına sermişti. Peygamber için iki ağaç arası alelacele derme-çatma bir gölgelik hazırlanmıştı. Ayrıca bazıları, etraftaki kayaların üzerine oturmuş, bazıları da ayakta durmayı yeğlemişti. Yani tüm bu koşullar göz önünde bulundurulacak olunursa, gerçeken de Nebi Muhammed (saa)halka çok önemli bir mesaj verecektir.

–         Peki, Ahmet, neden Peygamber tüm anlatacaklarını Mekke’de anlatmadı

–         Şu var aslında, Hz. Muhammed (saa) normalde Hac ziyareti bitiminde Mekke’de kalacaktı ama Allah’ın emri ile Medine’ye doğru yola koyuldu ve ardından yolda şu ayet nazil oldu;

«يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ وَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُوَاللهَيَعْصِمُكَ مِنْ النَّاسِإِنَّ اللهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ»

(Ya eyyuhar resul belliq ma unzile ileyke min rabbik ve in lem tef’al fema bellaqtu risaletehu…)

“Ey Peygamber! Rabbinden sana ineni eksiksiz (halka)ulaştır. Ve bunu gerçekleştirmessen O’nun risaletini yerine getirmemiş olursun. Allah seni halktan (gelebilecek her türlü tehlikeden) korur…” (Maide 67)

 

En büyük görevi Yüce Allah’ın mesajlarını halka bildirmek olan Peygamberimizin, bu gelen Allah emrini halka iletmek zorunluluğu Hac’da değil de Gadir-i Hum’da böyle bir konuşma yapmasına neden oldu.

Bu arada Levent söze girer;

–         Amma olmuştur hani, düşünsene hacılar tam evlerine gidip ailelerine kavuşmayı hayal ederken, o cehennem gibi Arabistan sıcağında Peygamberin konuşmasını beklemeye başlamışlar.

–         Tabii büyük bir ihtimalle dediğin gibidir ama iki cihan efendisi Hz. Muhammed (saa)  hakkında inen “وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى” “Ve ma yentiku a’nil heva” “(O) kendisinden birşey söylemez” (Necm 3) ayetini unutmamak gerek. Çünkü kendisinden üstünlük beklenen bir peygamberin, abes bir eylemde bulunması düşünülemez.

–         Ahmet! Şu ana kadar olan gelişmelerden ben Peygamber’in, halka anlatacağı konunun çok önemli bir mesele olduğunu anlıyorum.

–         Gerçekten öyle Olcay, Hz. Muhammed (saa)  Maide suresi 67’den sonra uzadı uzadıya çok kapsamlı ve hemen hemen tüm İslami konulara değinen bir konuşma yaptı. Zaten buraya kadar sınıfta öğretmenle benim aramda hiç bir sorun da olmadı. Asıl konu bundan sonra başlıyor. Konuşmanın devamında Hz. Peygamber halka ; Ben sizin hepinizden üstün değil miyim?  diye sormuş ve topluluk da; Evet! diyerek Hazreti peygamberi onaylamışlardır. Ardından şöyle buyurdu;  من کنت مولا فهذا علي مولا” (Men kuntu mevla fe haza Ali mevla!)“Ben kimin önderi isem, Ali de onun önderidir!”

–         Tabi ya, zaten sınıfta da sizin tartışma bundan sonra başladı. Hoca, Ben kimin dostu isem, Ali de onun dostudur! demişti. Yani olay şu şekilde oluyor, burada ki kilit kelime “Mevla”.

–         Evet, zaten çok anlamsız olur yüzbini aşkın insanın o uygunsuz hava şartlarında beklemesi, peygamberin uzunca bir konuşma yapması ve hepsinden ötesi şu inen ayete bir dikkat edelim, bakın Yüce ne buyuruyor; “وَإِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ”(Ve bunu gerçekleştirmessen O’nun risaletini yerine getirmemiş olursun.) yani Allah sırf Ali’yi halka dostum diye tanıtmazsan 23 sene zarfında yapmış olduğun tüm çabalar boşa mı gitti demek istemiştir. Bunu bir arkadaşım güzel bir örnekle açıklıyordu; “Peygamberin bu örneği aynı namaza benzer, sen kalk abdestini al, tüm namaz öncesi gereksinimleri yerine getir ve namaz içinde okuyuş ve teleffuzlar olsun, tüm namaz içi vacip ve müstehaplara dikkat et ama namaz sonunda selam vermeden öylece kalk git, namazın batıl olur… Peygamberin risaleti de aynı buna benziyor, Gadir-i Hum’da verilen görevi yapmazsan, tüm 23 senen boşa gitmiş olur!”Akla biraz ters düşmüyor mu bu?

–         Evet ama…

–         Bir önceki cümlesinde “Elestu evla bikum…” derken üstünlüğü kastediyor ama, nasıl oluyorda “Men kuntu mevla” da arkadaşlığı? Acaba bir tezad yok mu burada?

Olcay söze karışır ve şöyle der;

–         Hadi farzedelim “Mevla” dost manasında kullanıldı, ama şu varki herkez Hz. Ali’nin Peygamberin dostu olduğunu, aralarından su sızmadığını biliyordu, yani bir nevi sen haklısın Ahmet, bunun böyle bir durumda değinilmesine ne gereği var ki?

Ahmet konuşmasına devam eder;

–         Bakın isterseniz size, kendi dilimizden “Mevla” hakkında bir kaç örnek vereyim.

–         O nasıl olacak?

–         “Mevla” kelimesinin gerçek harfleri nedir?ل-ي  و-Ve-Le-Ye, değil mi?

–         Evet.

–          Türkçemizde kullanılan kelimeleri bir kontrol edelim o zaman;“Mevlana Celaleddin Rumi” derken ne kastediliyor? Arkadaşım Celaleddin Rumi değil herhalde!? Efendimiz olarak kullanılıyor Mevlana burada. Başka bir örnek vereyim, öğretmen öğrencisine “Yarın okula velin gelecek!” derken, sen hiç mahalle arkadaşını götürdün mü okula velin diye?

–         Yooooo!

–         İşte burada da Veli’den kasıt, sözlüksel manası olan “Küçük çocukların halinden mesul kimse, Sahip, Malik, Muhafaza edendir.” Hatta Allah’ın isimlerinden biri olarak da kullanılır. Ya da başka bir misal verilecek olunursa; aynı kökten olan “Vali” “İstanbul valisi yeni projeler peşinde.”  Yani şöyle mi denilmek isteniliyor, “İstanbul dostu yeni projeler peşinde.” Yooo, sözlükler bunu şöyle alıyor;“Vali, bir ilde hükümeti temsil eden en yetkili yönetim görevlisi.” Örnekler oldukça çoktur.

–         Evet, Veliaht da Ve-Le-Ye kökünden gelir haklısın Ahmet.

–         Tabii, onun da sözlük manasına bakacak olursak; Bir hükümdarın ölümünden veya tahttan çekilmesinden sonra tahta geçmeye aday olan kimse olduğunu görürüz. Aynı şekilde “Velayet” o da; Sulta ve otorite anlamında. Ve kilit kelimemiz “Mevla” da;  Efendi, Sahip, Malik olarak beyan edilir lügatlarda. Yani bunlar en kapsamlı kullanış şekilleridir. Bunların yanı sıra, Hessan bin Sabit’in Hz. Muhammed’in konuşmasının bitimi ardından okuduğu şiir de,

(Fekale lehu: kum Ya Ali! Feinneni razituke min ba’di imamen ve hadiyen)

“Kalk ayağa ey Ali! Kendimden sonra önder ve yolgösteren seçtim seni!”

 

Mevlanın, arkadaş-dost değil de, (Hadi ve imam)önder-yol gösterici olduğunu görüyoruz.Ve işin güzel tarafı, Peygamber de Hessan’nın bu şiirine hiç bir itirazda bulunmamıştır, çünkü olayı kalıcı kılan bir enstanteneydi bu. Bir de her zaman verilen örneklerden birisidir şu; Bir müdür yolculuğa çıkacağı zaman kendisi yerine mutlaka bir muavin, bir yardımcı bırakır her nekadar bu işyeri küçük de olsa. Durum böyleyken neden, dev bir dinin temsilcisi olan Muhammed peygamber (saa)kendisinden sonra bir yardımcı, bir yönetici seçmesin ki?

 

Levent biraz duraksıyarak;

 

–         Ya aslında ben ne sana ve ne de hocaya bu konuda katılmıyorum Ahmet. Bence ikinizde Veda Haccı’nakendinizden eklemeler yapmışsınız. Gerçekte, “Men kuntu Mevla” kısmı olsun ve Hz. Ali’nin peygamberin yanında durması olsun bunların hepsi asılsız iddialar.

 

Olcay karışır söze;

 

–         Olur mu öyle şey Levent, sen de amma yaptın. Bizim kaynak kitaplarımız olan Kütüb-i Sitte’de dahi var bunlar.

 

–         Valla bilemeyeceğim, ben hiç görmedim.

 

Ahmet;

–         Senin bir şeyi görmemen, bir olayın çürütüleceği ve anlamını yitireceği manasına gelmez. Hem ayrıca, “Gadir-i Hum” hadisi en güvenilir kaynaklı yani mütevatir diye adlandırılan İslam hadisleri arasında yer almaktadır. Tüm Şii kaynak ve büyükleri bunu kabul ederken yaklaşık 360 kadar tanınmış Sünni din adam ve araştırmacısı da bunu onaylar. Hadis doğrudan 110 peygamber sahabesi tarafından aktarılmış ve bu konu üzerine 26 meşhur din adamı ve tarihçi onlarca kitap yazmıştır.

 

Levent tekrar;

–         Eee neden öyleyse bu şekilde bir karışıklık çıkacağını bile bile Sünni kaynaklar bunu nakletmiştir?

–         Bunu da bir arkadaşım şu şekilde yorumlar; “Birçok Ehl-i Sünnet ravi ve hadisçisi, bu hadisi 110 sahabi aktarımlı meşhur bir nakil olduğundan kitaplarında yer vermişlerdir. Yani bu hadisi inkâr eden birisinin ilmi şahsiyeti yüzde yüz zedelenecektir.” Bu şekilde olunca da kaynaklardan eksiltilememiştir ama manası ile oynanmıştır.

–         Öyleyse neden bunlardan bizim haberimiz yok?

–         Bak Levent! Ne yazık ki, Türkiyemiz de buna dâhil, birçok İslam ülkesi “Men kuntu Mevla”yı gerçek manasıyla duymamıştır hatta daha kötüsü, gerçek manasını bırakın bir yana, bu cümleleri işitmemişlerdir bile…

–         Doğru, ama aklıma takılan bir kaç soru daha var.

–         Sor, elimden geldiğince, dilim döndüğünce yanıtlamaya çalışırım.

–         Mademki Peygamber efendimiz Hz. Ali’yi kendisinden sonra, İslam ümmetine önder olarak seçti, peki neden birçok büyük sahabe ve Müslümanların kahır çoğunluğu bunu onaylamadı? Bu göz önüne alınacak olunursa, o zaman bize itiraz hakkı düşmezki, çünkü onlar Peygamberin en yakın etrafıydı. Bu bir, ikinci olarak da, neden Hz. Ali kendi hakkını savunmadı?

–         Burada yanlış bir kıyas yapılmaktadır. Kim demiş her zaman çoğunluk haklıdır diye? Mesela dünyada Hristiyan nüfusu Müslüman nüfusundan epeyce fazla ve hatta bir milyarı aşkın nüfuslu Çin Halk Cumhuriyeti tam bir Komünizm ülkesidir ya da Hindistan, halkının çoğu putperest ve ineğe tapan kitleler oluşturuyor. Yani Budistler dahi Müslümanlardan fazla, öyleyse onlar çoğunluk diye, Muhammed’i (saa)ve İslam’ı kabul etmiyorlar diye inancımızdan vaz mı geçelim!?

–         Ama onlar Peygamber sahabesi?

–         Olsun, bir kitlenin yerden değersiz taşlar toplaması o toplanan taşların değer kazanacağı anlamına gelmez ki. Bak, sahabenin bir diğer kısmı da; başta Hz. Ali’nin kendisi olmak üzere Salman-ı Farsi, Mikdad, Ebuzer Gaffari, Ammar Yasir, İbni Abbas, İstanbul’da kabri bulunan ve sırf birinci halife Ebu Bekir’e biat etmemek için o ihtiyar haliyle savaşı bahane ederek Arabistan topraklarından ayrılan ve Bizans ellerinde şehit düşen Ebu Eyyübi Ensari ve hatta bu haksızlığı protesto edip bir daha ezan okumayan Bilal Habeşi ve bir kaç diğer ad yapmış peygamber sahabesi bu çoğunluğun içinde yoktu. Peki, buna ne demeli? Ayrıca, Hazreti Nebi (saa), Ali’yi (as)Veda Haccında kendisinden sonra İslam önderi olarak seçip, halktan O’nun için biat (Siyasi anlaşma)alıyor ve tarih sayfalarını incelersek şu gerçek karşımıza çıkacaktır;Peygamberin halk ve sahabeden aldığı biatların hepsi önemli, hassas ve stratejik durum ve konumlardır (Biati Aqabe, biati Rezvan vb.). Yani kısaca halk Ali’ye Hum’da biat etmiş ve onu onaylamıştır ama her ne olduysa her şey, iki ay on gün sonra yani Hz. Peygamberin vefatı ile patlak vermiştir. Bir kısım sahabe, henüz Peygamberin naaşı toprağa verilmeden seçimlere gitmiştir…

Hz. Ali’nin seçimlerden sonra tepki vermediği ve hakkını aramadığı hakkında olan konuyu da şöyle açıklaya biliriz; İmam Ali gerek hükümeti sırasında ve gerek Nebi Muhammed’in vefatından sonra birçok yerde ve birçok zamanda buna değinmiştir. Bunlardan bir tanesi de, O’nun hükümeti sırasında büyük Kufe camiinde Hilafet hakkında yaptığı konuşmasıdır. İmam Ali (as) konuşması esnasında Gadir-i Hum’da bulunupta şu an camide olanlardan ayağa kalkıp olayı anlatmalarını istedi, bunun üzerine yaklaşık 30 kişi ayağa kalktı ve bunların 16’sı Bedir savaşına katılan Peygamber sahabesiydi. Kısaca, Hum’da Hz. Nebi’nin (saa) sözlerini onlar da aynen tekrar ettiler. Ama camide Gadir-i Hum’da olup, ayağa kalkmayanlar da yok değildi. Artık bunu kin yüzünden mi yoksa tembellikten mi yaptılar bir şey diyemem ki bunlardan birisi Enes bin Malik’tir. Hz. Ali (as) konuşması bittikten sonra Malik’e yaklaşarak; “Sen de oradaydın ama az önce şehadet vermek için ayağa kalkmadın!” dedi. Malik de cevap olarak; “Ali! Ben çok yaşlandım ve peygamberin orada dediklerini çoktan unuttum.” dedi. Bir bahaneden öteye başka bir şey değildi bu.

Evet arkadaşlar, hemen hemen tüm olanları anlattım sizlere. Artık seçim ve karar hakkı sizin dersem umarım yadırgamazsınız beni.