Vahdet, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmaya denir. Değişik ideoloji ve inançlara sahip olanların ortak noktalarda birleşmeleri, müşterek noktalarda aynı görüş ve strstejiyı takip etmek için birlik olmalarina denir. Vahdet bazılarının algıladığı gibi insanın kendı görüşünü terk edip başkasının görüşünü kabul etmesi değildir. Bir grubun kendisini yok edip başka bir gruba ilhak olması da değildir. Bir mezhebin, bir ideolojinin kendi inancından vazgeçip başka bir inanç ve ideolojiyi kabullenmesi hiç değildir. Dünyada, bir ülkede veya bir bölgede birkaç kuruluş, inanç olabilir; onların ne zaman ortaya çıktığı ve nasıl oluştukları vahdeti oluşturmak açısından önemli değildir. Her toplumda bazı islami hareketler ve mezhep ve inançlar tarihsel olarak bazılarından önce oluşmuştur aynı günümüzdeki siyasi partiler gibi, bu zamansal farklılık hiçbir zaman haklılık ölçüsü olamaz. Hiç bir kuruluş, hareket ve mezhep ben diğerlerinden önce kuruldum öyleyse ben doğru yoldayım, ben hakkım benim dışımdakiler batıldır diyemez. Aynı şekilde bir hareketin, bir fikri akımın ve bir mezhebin bünyesinde barındırdığı kitlenin sayısal niteliği de hak ölçüsü değildir. Çoğunluk hakk ölçüsüdür ve tarihsel öncelik doğruluk ölçüsüdür teorisinin geçersizliğini hem Kuran reddediyor, hem Resulullah’ın (s.a.a.) sünneti, hem de İmamların tarihi sireleri ve sözleri ortaya koyuyor.
Hareketlerin ve fikri akımların nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı önemli değil dediğimizde, zamanın fonksiyonu yoktur demek istemiyoruz, bir fikri hareketin oratya çıkmasında zaman ve mekanın son derece etkili olduğu inkar edilemez. Ama zamansal öncelik veya belli bir bölgede oluşması hakk ölçüsü değildir. Bir hareketin ve fikri akımın meydana gelmesinde en önemli nokta “neden” oluştuğudur. Bu fikri akım, bu mezhep ve hareket neden oluştu, neden ortaya çıktı, diğer akımlarla farkı nedir, diğerlerinden bir özelliği varmıdır, diğerleriyle ortak noktaları varmıdır, nasıl bir siyaset ve stratejiye sahiptir, kimler kurmuştur, hedefleri nelerdir, hitap etmek istediği toplum kimlerden oluşuyor, diğerlerine bakış açısı nedir? Her islami hareket, fikri akım, mezhep ve ideoloji bu soruları kendilerine sormalı ve diğerlerini tanımak ve onlarla vahdet kurabilmek için onlar hakkında bu soruların cevabını almalıdır.
Vahdet, değişik görüş ve inançlar sahip akımların, mezheplerin ve ideolojinin kendi hedef ve fikirleri doğrultusunda bir takım ortak ve müşterek noktalarda beraber hareket edip aynı stratejiyi takip edebilmek için görüş aliş verişinde bulunup dayanışma içinde olmaya denir. Bu tanımdan sonra anlaşılıyor ki vahdet bedenlerin bir araya gelmesi, insanların kuru kalabalık oluşturması değildir. Vahdet bedenlerin değil gönüllerin bir olması, ortak ve müştereklerde fikirlerin ve düşüncelerin bir olmasıdır. Öyleyse insanların ayrı ayrı hareketlerde yer almaları, çeşitli akım ve mezheplere bağlı olmaları vahdet oluşturmalarına engel olamaz bilakis oluşturacakları vahdet, en güzel vahdet ve birlik olacaktır. Değişik akımlar ve mezhepleri takip etmeleri onların tefrika ve ayrılık içinde olmalarına sebep olmamalıdır. Ama fikir birliği oluşturulmaz ve müştereklerde dayanışma sağlanmazsa, fertler arasında gönül bağı yoksa insanlar bir harekette , bir akım ve bir mezhep şemsiyesi altında olasalar da vahdet ve birlik içinde değil ihtilaf ve tefrikadadırlar. Bir toplum ve akım içinde olmaları, bir takım menfaat ve çıkarlar icabı olmuştur, onları biraraya toplayan fikir birliği, gönül bağı değil bazı zahiri ve maddi etkenlerdir. Böyle bir toplum kesinlikle ilerleme kat edemez, tekamüle eremez. Ya zamanın şartlarına uyamayıp yok olmaya yüz tutacaktır veya varlığını sürdürebilmesi için hep sima değiştirecektir.
Vahdetin Zarureti
Vahdetin ve birliğin zarureti ve önemi hakkında konuşmak ve yazmak boş yere zaman kaybetmek olur, söylenenleri, yazılanları tekrarlamak olur. Bu konu hakkında alimler, halk ve toplum arasında gizli bir nokta yok ki onu açıklamaya çalışalım; Kuran ayetleri, hadisler, tarihi gerçekler vahdetin toplumdaki etkisi ve tefrikanın getireceği zararları beyan edilmiştir ve o kadar aşikardir ki onları anlamamak için kör, sağır ve akılsız olmak gerekir. Bazı ayetleri teberrük olarak zikr ediyoruz.
Kur’an’ın en fazla üzerinde durduğu konulardan birisi şüphesiz vahdettir; gerçek vahdet, amelde oluşan, pratikte görülen kardeşlik, bir vücut gibi olan birlik ve beraberliktir. Sözde ve hiçbir ameli yönü olmayan sloganik vahdet değil. Müslümanlar ellerindeki imkanlar ölçüsünde islami vahdeti oluşturmalı ve tefrikadan kaçınmalıdırlar. Allah-u teala insanları değişik ve farklı yaratmiştır; farklı ırk, dil, coğrafya, kavim ve millete sahip olarak yaratmıştır. Bizleri vahdet ve birliği sağlamaya ve tefrikadan kaçınmaya davet etmesinden anlaşılıyor ki müslümanlar, islami vahdeti sağlayabilirler aksi takdirde vahdete emr etmez ve tefrikadan nehy etmezdi.
İsalami vahdet nasıl oluşturulmalı bunun da yollarını göstermiştir. Nasıl vahdet kurumamız gerektiğini öğrettiği gibi tefrikadan nasıl kurtulmamız gerektiğini ve zararlarını da beyan ediyor. Vahdetin faydalarını açıkladığı gibi vahdeti engelleyen unsurları da açıklamıştır.
Vahdet, zahiri bir antlaşma, insanların birbirlerine verdikleri karşılıklı bir söz değildir. Vahdet, insanların kalbine yerleşmesi gereken onun fıtratından kaynaklanan bir kardeşlik bağıdır. İnsanın fıtratı, ilahi din üzere yaratıldığı için insan, Kur’an ayetlerini bu fıtratı üzere değerlendirmeli ve ona yönelmelidir.
1- “ Hep birden Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, bölük bölük olmayın ve anın Allah’ın size verdiği nimeti, anın o zamanı ki düşmandınız birbirinize, kalplerinizi uzlaştırdı, nimetiyle kardeş oldunuz.. İçinde ateş olan bir çukurun tan kenarındaydınız sizi kurtardı ordan. Allah, doğru yolu bulasınız diye delillerini böyle açıklar işte.” Al-i İmran / 103
Allah-u teala ayette birkaç noktayı beyan buyuruyor:
a) “ Allah’ın ipine sımsıkı sarılın”, Allah ile kulları arasında bir bağın olduğunu, insanları Allah’a ulaştıran bir vesile olduğunu hatırlatıyor. Bu bağ, bir tarafı Allah’ın elinde diğeri kulların arasında olan ip olarak beyan ediyor. Bu ip ve bağ, Kur’an, din ve Resulullah’tır. Kim bu ipe sarılır yani dine, Resulullah’a ve Kur’an’a uyarsa kesinlikle Allah’a ulaşacak ve kurtuluşa erecektir.
b) “ Hep birden Allah’ın ipine sımsıkı sarılın”, ayette Allah’ın ipine hep birden sarılmayı emr ediyor. Müslümanların, Allah’ın ipine ayrı ayrı , grup grup değil beraber sarılması gerektiğini beyan buyuruyor. Herkes kendisine bir karı açıp, değişik iplere sarılarak ilerlemeye çalışmasın, diyor. Hem bir ipe sarılın, hem de beraber sımsıkı sarılın. Yani Allah yolunda beraber ilerleyin, beraber düşünün birbirinizle yardımlaşarak hareket edin. Birbirinizin elinden tutarak hak yolda ilerleyın, işlerinizde istişare ederek aynı hedef doğrultusunda beraber yürüyün. Farklı yollar takip etmeyin.
c) “ bölük bölük olmayın”, ayet şiddetle tefrikaya düşmekten nehy ediyor. Hak yolda gidenlerin arasına fitne ve tefrika sokan çok olur, müslümanları bölüp onları parçalamak isteyen ve onların kardeşlik ve vahdetini bozmak çabasında olan düşmanlar devamlı olacaktır. Müslümanlar düşmalarını iyi tanıması gerekir. Kura’an, bizlere düşmanı da tanıtıyor; biri dini, Kur’an’ı yok etmek isteyen, müslümanların hak yolda gitmelerini engelleyen, müslümanların vahdet ve birliğini bozup onları tefrikaya düşürerek sömürmek isteyen kafir, müşrik, munafık ve emperyalistlerdir. Diğeri ise bizimle aynı dine inanan, aynı kitabı kabul eden, aynı kıbleye yönelen ve aynı peygamberin ümmeti olduğunu söyleyen ama bizimle anlaşamayan arada tefrika olan kimseler.
Kur’an, bizlere bunların herbirine karşı ayrı ayrı vazife ve görev tayın etmiştir. Her ikisine karşı aynı mücadele yolunu öngörmemiştir.
Birinci gruba ve düşmana karşı; küfre, nifaka ve şirke karşı savaş ve cihat öngörmüştür. Düşmanı yok edene kadar mucadele edilmesi gerektiğini beyan buyurmuştur. Kura’an’da cihat hakkında geçen ayetlerin hepsi bu düşmana yöneliktir. Kafir, müşrik ve munafıklara karşı savaş ve onların yok olup, yeryüzüne Allah’ın dini hakim olana kadar savaşı öngörüyor.
Ama ikinci gruba karşı mücadele ise çok farklıdır. Allah-u teala çok değişik bir metod ve yol göstermiştir. Bu ikinci grup insanlarla mücadelede, düşmanı yok etmek ve onlarla savaşarak onları yenmeye çalışmanın yerine aradaki düşmanlığı yok etmeye davet ediyor, müslüman kardeşlerimizle aradaki kini, düşmanlığı, kırgınlığı yok etmeye emr ediyor:
“ Ve iyilikle kötülük bir değildir. Aranıydaki düşmanlığı ( kötülüğü) en güzel bir muameleyle defedin, bir bakarsın ki aranızdaki düşmanlık olan kişi, sanki senin en yakın bir dostun olmuştur.” Fussilet / 34.
Görüldüğü gibi Allah-u teala buyuruyor, aranızdaki kini, düşmanlığı, kırgınlığı yok etmeye çalışın. Bizim ile muhalif olan kişinin dostumuz olmasını istiyorsak, onunla vahdeti sağlamak peşindeysek, onunla savaş ve kavga halinde olmayı, onun aleyhine çalışmayı, onu yok etmeyi ve kendimize boyun eğdirmeye çalışmayı terk edip onunla iyi geçinip aradaki kötülük ve düşmanlığı yok etmeye çelışmamız gerektiğini anlıyoruz. Elbette bu zor bir iştir herkesin yapabileceği bir çaba değildir. Kur’an, bunu da beyan ediyor:
“Bu huy, sabredenlerden başkasına verilmez ve akıldan, tedbirden büyük hisseye sahip olmayanlara bu nasip olmaz.Ve eğer şeytan seni vesveseye düşürür de bu huydan vazgeçirmeye kalkışırsa hemen sığın Allah’a ; şüphe yok ki O her şeyi duyar ve bilir.” Fussilet /35-36.
Eğer bu ayete amel edilir, aynı dine ve mezhebe sahip, aynı kitabı okuyup aynı kıbleye yönelen müslümanlar, aralarındaki düşmanlığı, kini, kötülüğü ve tefrikayı yok ederse o zaman gönül rahatlığıyla kardeşce birbirlerinin yanında yer alarak vahdeti engelleyen prüzleri ve zorlukları yok edecekler ve Allah’ın ipine sımsıkı sarılmış olacaklardır.
d) “ anın Allah’ın size verdiği nimeti, anın o zamanı ki düşmandınız birbirinize, kalplerinizi uzlaştırdı, nimetiyle kardeş oldunuz “. Vahdet dünyevi menfaatlar için veya dünyada bir güç elde etmek için insanların bir araya toplanması, zahiri bir antlaşma yapmalari ve bedenlerin bir araya toplanması değildir, ayette de belirtildiği gibi kalplerin bir olması, fıtrattan kaynaklanan kardeşlik bağı ve insanları bir hedef doğrultusunda hak yolda birleştiren gönül birliğidir. Kalpleri birbirine yakınlaştıran ülfettir. Allah-u teala ayette belirtiyor: , anın o zamanı ki düşmandınız birbirinize”, eğer insanlar dünyevi çıkarları ve nefsi arzuları için hareket ederse devamlı kavga halinde yaşayacaklardır, kalplerinde birbirlerine karşı düşmanlık güdeceklerdir. Allah-u teala müslümanlar arasına rahmet tohumlarını ekip onların kalplerini uzlaştırdı, kalplerinde ülfet icad ederek onları kardeş olmalarını sağladı ve Rabbul alemin bunu büyük bir nimet olarak nitelendiriyor. Vahdeti, kardeşliği ve muminlerin arasındaki şefkat ve muhabbeti, kendilerine vermiş olduğu nimet olduğunu hatırlatıp anmalarını istiyor.
Müslümanlar arasındaki vahdet ve kardeşliği yalnız Allah sağlayabilir: “Onların gönüllerini birleştirmiştir. Yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın gene de onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah aralarını uzlaştırdı..” Enfal / 63. ayette açıkca belirtiliyor ki dünya malı, maddi imkanlar insanlar arasında merhameti, kalplerdeki ülfeti ve gönüllerdeki sevgi ve muhabbeti icad edemez. Dolayısıyla hiç bir maddi güç müslümanlar arasında vahdet sağlayamaz, maddi ve dünyevi imkanlar bedenleri birbirine yaklaştırır ama kuru kalabalık oluşmasına sebep olur ama gerçek vahdeti asla sağlayamaz. Aynı şekilde kalplerde gönül baği olan ve aralarında ülfet ve kardeşlik oluşmuş bir toplumun fertleri birbirlerine karşı merhametlı düşmanlara karşı ise şiddetli olacaklardır:”…..O’nunla (Resulullah ) beraber bulunanlar kafirlere karşı şiddetlidirler, kendi aralarında merhametlidirler..” Feth / 24. Müslümanlar bu vahdeti sağladılarmı artık hiçbir güç onları yenemez , onların birlik ve beraberliğini bozamaz aralarına tefrika sokamaz.
2- “ Allah’a ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve kuvvetiniz kalmaz ve sabredin, şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.” Enfal / 47
Bu ayeti celilede vahdet konusu ayrı bir açıdan beyan ediliyor. Vahdetin olmadiği bir toplumda tefrikanın zarar ve tehlikeleri açıklanıyor. Allah’a ve Resulüne itaat edilmediği takdirde ihtilaf kaçınılmaz olacaktır. Aranizda bir ihtilaf söz konusu oldumu birbirinizle “çekişmeyin” buyuruyor. İhtilafı halletme yoluna gidin, önceki ayette belirtildiği gibi kendi aranızda çözün, “ Aranızdaki düşmanlığı ( kötülüğü) en güzel bir muameleyle defedin”. Eğer halledemezseniz, diğer bir ayette belirttiği gibi Allah ve Resulüne muracaat edilmesi emr ediliyor:
” Ey inananlar Allah’a ve Resulüne ve içinizden emredecek kudret ve liyakata sahip olanlara itaat edin. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız birşeyde ihtilafa düştünüz mü o hususta Allah’ ve Resulüne muracaat edin; bu hareket, hem hayırlıdır hem de sonu pek güzeldir.” Nisa / 59
Müslümanlar, Allah’a, Resulüne ve Ululemre itaat ettiği müddetce ihtilafa düşmezler, ihtilafa düştükleri anda Allah ve Resulüne muracaat etmez, ilahi hükümleri kendi aralarında hakem karar vermezlerse veya ihtilaflı taraflardan herhangi birisi aradaki düşmanlık ve kırgınlığı güzel bir şekilde yok etmek için uğraşmaz, birbirlerini suçlarsa müslümanların vahdet ve birliğinin bozulmasına sebep olup tefrika çıkmasını sağlayacaktır, Allah-u teala bunun sonucunu beyan buyuruyor: ” birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve kuvvetiniz kalmaz.”.
Hz. Ali (a.s.) şöyle buyuruyor:” Gerçekten Allah’ın dininde birbirinizin kardeşisiniz. Aranızda hiç birşey tefrika oluşturmaz. Aranızda ihtilaf ve tefrika makamperestlik ve kalbinizin kötü olmasından kaynaklanır”. Hz. Ali (a.s. ) müslümanlar arasındaki ihtilafın kaynağını iki kelimeyle beyan buyuruyor; makamperestlik ve kalbin temiz olmayışı. Her müslüman kendi nefsine müraccat etmeli ve kalbini kontrol etmelidir. Eğer müslümanların vahdetini engelleyen bu iki etkenden bir varsa ; makam ve mevki sevgisi ve dünyaya bağlılık varsa onu yok etmeye çelışmalı veya kalbi temiz değil müslüman kardeşlerine karşi sevgi ve muhabbet beslemiyor ve o kalbi günah ve isyanla, nefsi istek ve arzularla doldurmuşsa o kalbi temizlemelidir.
Vahdet için ne yapmalı?
Vahdet ve birliğe davet eden kimse, davet ettiği insanlarlarla ortak noktaları olduğu gibi bazı konularda ayrı olduğunu da kabul etmiş demektir. Eğer farklılık olduğunu kabul etmiyorsa vahdete davetin manası kalmaz. Birileri vahdete davet ediyorsa bazı noktalara dikkat etmesi gerekir.
a)- Vahdet yapmak istediği insanların, kuruluşların veya mezhebin hedeflerini, düşüncesini ve fikir yapısını bilmesi gerekir. Davet ettiklerinin hedefleri nelerdir? Düşünce tarzı nedir? Siyaset ve stratejisi nedir? Prensipleri nelerdir? Kısacası o hareket, fikri akım ve mezhep ve meşrebi tanımalıdır. Eğer vahdet yapmak istediği kimselerin kim olduğunu tanımazsa boş yere slogan atmış olur. Çünkü vahdet yapmak istedikleri insanlar temelde kendileriyle aynı hedefi paylaşmayabilirler veya aynı strateji ve siyaseti takip etmeyebilirler dolayısıyla aynı hedefi paylaşmayan temelde ayrı olan insanların veya kuruluş ve hareketlerin vahdeti mümkün değildir. Öyleyse vahdet için en önemli şart tarafların birbirlerini tamamen tanımalarıdır.
b)- Aynı hedefi paylaşan insanların ve islami hareketlerin vahdeti sözkonusu ise yani birbirlerini hedef ve amaçlarını tanımış ve birbirleriyle vahdet oluşturmayı uygun görmüşlerse o zaman birbirlerinin ortak noktalarını tesbit etmelidirler; hangi noktalarda birleşiyorlar, ortak noktaları nelerdir bilinmesi gerekiyor. Şu soru sorulabilir: Eğer bunlar aynı hedefi paylaşıyorlarsa öyleyse bunlar birdirler, herşeyleri ortaktır, ayrılık noktaları yok ki neden ortak noktaları belirlesinler? Evet doğrudur ama aynı hedefi paylaşan kurum ve kuruluşlar temel hedeflerde birdirler, teferruatta , takip edilmesı gereken siyasette, metod ve stratejide farklı olabilirler. Onun için önce ortak noktaları belirlenmeli, nereye kadar beraber oldukları bilinmelidir. Aksi takdirde birbirlerini suçlamadan, ithamlardan geri kalmayacaklardır. Hatta birbirlerini tekfir ve munafık ve hain ilan etme aşamasına bile gelebilir..
Ortak noktalar belirlendiği gibi aynı şekilde ayrılık noktaları, beraber hareket edemeyecekleri alanlar, fikir ayrılıkları, metod farklılıkları ve onları birbirinden ayıran özellikler belirlenip karşılıklı saygı göstermelidirler. Bu ayrılık noktalarından dolayı birbirlerini itham edip suçlama yerine, onları bahane edip birbirlerine saldıracaklarına, fikir ve düşüncelerini birbirlerine tahmil edeceklerine bu gerçekleri kabullenip karşılıklı saygı ve hoşgörülü olmalıdırlar.
c)- Birbirlerini iyice tanıdıktan, hedeflerini bildikten ve ortak ve ayrılık noktalarını tesbit ettikten sonra son merhale kat edilmeli. Önce ayrılık ve ihtilaflı noktaları gidermeye çelişmalılar. Kuran ve hadisler çerçevesinde ihtilafları yok etmeliler. Bu ihtilaf ve ayrılık noktaları dine, imana zarar verecek boyutta değilse sadece metod ve strateji ve takip edilmesi gereken siyaset alanındaysa o zaman görüşlere karşılıklı saygıyı gösterip ortak noktalara yönelmeliler. Ortak noktalar belirlendikten sonra, o noktalarda her türlü yardımlaşma ve dayanışma içinde olmalıdırlar. Müştereklerde istişare ve görüş aliş verişinde bulunularak ortak bir yol takip edilmelidir. Eğer ayrılık noktalarını halletmede israr edilirse bu ortak noktaların da ayrılık noktalarına dönüşmesine, tefrika ve kavganın ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Neticede vahdete davet, kabul olmayacak duaya amin demek ve oluşmayacak bir vahdet için slogan atmaktan öteye gidemez.
Vahdet Alanları
Dünyadaki müslümanlar değişik mezhep ve inanca sahip olduğundan, aynı mezhep ve inanca sahip müslümanların çeşitli tarikat, meşreb ve kuruluşların bünyesinde inançlarını yaşamaya çalıştıklarından veya değişik siyaset ve stratejiye sahip olduklarından, vahdetleri sözkonusu olduğunda vahdet etmek istedikleri alanlar belirlenmelidir. Vahdet adına müslümanlar kullanılmamalı ve onlara islamın öngördüğü vahdet, yanlış anlatılmamalıdır. Asırlardır müslümanların vahdet oluşturamamalarının sebeplerinden biri de müslümanlara islami vahdetin gerçek manasının aktarılamamasıdır. Bu bağlamda vahdetin merhaleleri de belirlenmelidir.
1- İnanç ve İtikatta Vahdet
İnsanın hayatına değer veren, yaşamına önem kazandıran ve ferdi ve toplumsal hayatını yönlendiren onun itikat ve inancıdır. İnanç ve itikat insanın özünü oluşturur. Allah-u teala, Kur’an-ı Kerim’de vahdet için nazil etmiş olduğu ayetlerde inanç ve imanda bir olmaya davet ediyor. Tek olan Allah’a iman etmeye, ilahi hükümleri getirip beyan eden Resulullah’a (s.a.a.) iman etmeye ve kıyamet gününe imana emr ediyor. Allah’a kulluk etmeye, göndermiş olduğu dine tabi olmaya çağırıyor. Diğer taraftan Allah’tan başka bir şeye ilah diye tapmaktan, O’dan başkasına kulluk etmekten nehy ediyor. Hem vahdete davet ettiği ayetlerde hem detefrikadan nehy ettiği ayetlerde “ Tevhide” davet ediyor. Ayetler müslümanları inanç ve itikatta Tevhidi bir imana sahip olmaya davet ediyor. Bu ayetlerin Mekke’de nazil olduğu dikkate alındığında genelde itikadi ve imanın temellerini beyan eden ayetler olduğu görüleceklerdir. Dolayısıyla ayetlerin, müslümanlar arasında itikadi konuların dışındaki fikri ayrılıklarını reddetmediği anlaşılacaktır. Resulullah da hiçbir zaman fikir ayrılıklarını tefrika, fitne olarak değerlendirmemiştir.
Müslümanların bu alandaki vahdetlerini iki şekilde beyan edebiliriz; biri müslümanların itikat ve inancının temellerini oluşturan ve bütün müslümanların ortak oldukları Tevhid, Nübuvvet ve Mead ve dinin diğer değişmez vacibatına imanda vahdet, diğeri ise bu imanın temellerinin pratikde ameli göstergesi olan ibadi ve Allah’ın amelde müslümanlardan beraberce yapmalarını istediği işlerde vahdet.
İslami vahdet ister Tevhidi düşünce gereği iman ve itikatta olsun ister ilahi emir gereği amelde, ibadette olsun genel ve kullidir. Ama inanç ve teorik meselelerin ve pratikde amelen yapılan şeri hükümlerin teferruatına ve cüziyyatına inildiğinde müslümanların bu meseleleri idrak ve kavramasında farklılık olduğu görülmektedir. Yani ihtilafların çoğu imanın asıl ve temellerinde değil, teferruat ve detaylarındadir.
Mezhepler arasındaki farklılık da bu noktalardadır. Müslümanlar, mezheplerin farklı düşünmelerine sebep olan teferruat ve detaylar peşine düştüklerinden tefrika ve ihtilaf hastalığına yakalanmışlar ve vahdet sağlayamamaktadırlar. Bu detaylar konusunda da vahdet sağlama peşinde olduklarından ve başaramadıklarından bu daldaki görüş ayrılıklarını tefrika olarak algılarlar. Bazılarına göre islami vahdetin varliği o zaman kabullenilir ki bütün meselelerde hatta teferruat ve detaylarda da aynı düşünülsün, aynı inanca sahip olunsun. İşte bu düşünce neticesinde tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de müslümanlar birbirlerini tekfir etmekten, kendisi gibi inanmayanları sapık ve delalette görmekten kurtulamamışlardır. Onlara göre mezhep ve fırkalar birbirleriyle teferruatta ihtilafları olduğu için hiçbiri hakk olamaz çünkü hak bir tanedir. Bundan dolayı herkes kendi inaç ve mezhebini hak olarak görüyor ve diğerlerini batıl sayıyor.
Eğer müslümanlar bir mezhebin veya inancın teferruat ve detaylarını imanın temeli ve diğerlerini ise batıl olarak algılarsa o zaman kendi mezhebi içindeki farklı görüşe sahip alim ve müçtehidlerin de bazılarının küfrüne ve görüşlerinin batıllığına, bazılarının da hak olduğuna hüküm vermesi gerekecektir. Çünkü fakih ve müçtehidlerin fıkhi meselelerde ve diğer bazı konuların detay ve teferruatında farklı görüşleri olduğunu biliyoruz. Halbuki müslümanların kayıtsız şartsız kabullenmesi gereken ve görüş belirtme yetkisi olmadığı itikadi ve şeri meselelerin teferruat ve detaylarında fakihlerin görüş ayrılıkları ve farklı fetvaları, ihtilaf ve tefrika değildir ve fakihler de birbirlerinin batıl ve küfrüne fetva vermemişlerdir. Tabiki İslam’ın, Kur’an’ın aleyhine verilen fetva ve görüşler her kim tarafından verilirse verilsin, hiyanet ve batıldır, onların cevabını vermekte yine fakihlerin vazifesidir.
Kur’an-ı Kerim müslümanları vahdete davet ettiği ayetlerde inanç ve itikatta; Tevhid, Nübuvvet ve Mead konusunda vahdet sağlamaya emr ediyor.
2- Fikirde Vahdet
Allah-u teala insanlara dahili hüccet olarak aklı vermiştir. İnsanlar, kendilerine verilen bu akıl ile dünya işlerini düzene koydukları gibi hakk yolu bulup hidayete kavuşurlar. Allah-u teala, insanlar arasında aklı taksim etmiş ama her insan aynı yetenek ve isti’dada sahip değildir. Her insan kendisine verilen aklı aynı ölçüde kullanamaz. Herkes yeteneği ve kapasitesince ondan yararlanır. Dolayısıyla aklını iyi kullanan birisinin anladığı bir birşeyi başka birisi idrak edemeyebilir. İlmi, siyasi, toplumsal ve itikadi bir meseleyi bağnazlık ve taassup olmadan herkes farklı şekilde anlayabilir. Olayları değerlendirme açısından insanlar bir olayı farklı çekillerde yorumlayabilirler. Hiç kimse benim yorumum doğrudur benim dışımdakiler batıldır diyemez. Tabiki bu değişik yorum ve idraklar dini konularda sözkonusu oldunca ancak teferruat ve detaylarda olursa doğru olarak kabul edilir, dinin asıllarında ve değişmez hükümlerinde insanların böyle bir hakkı yoktur.
İki insanın bir konuda tamamen aynı düşündükleri söylenemez, bir olayı tamamen aynı şekilde değerlendirdikleri iddaa edilemez muhakkak görüş ayrılıkları olan noktalar vardır. Bu görüş ayrılıklarının olması birinin hak diğerinin batıl olduğunu göstermez, onlar arasında tefrika olduğu manasına gelmez. İnsanların, ilim ve bilgileri farklı olduğundan ve anlama yetenekleri farklı olduğundan bir meseleyi idrak etmeleri ve olaylara yaklaşımları farklı olacaktır. Düşünce tarzı ve istidadı değişik olduğundan her konuda aynı düşünmeleri imkansızdır.
İnsanların fikri vahdetini ( yani her konuda aynı düşünmek, aynı görüşü benimsemek, hiç görüş ayrılığının olmamasını ) sağlamaya çalışması mantıklı bir fikir olmadığı gibi insanın fikir özgürlüğünü kısıtlamak, düşünme yeteneğini elinden almaktır. Çünkü insanların değişik düşündüğünü, farklı yeteneklere sahip olduğunu ve ilim ve bilgi seviyelerinin neticesinde olayları farklı değerlendirdikleri dikkate alındığında bu fikri vahdeti sağlamanın imkansız olduğu görülecektir. Fikri vahdet oluşturmak istersek bir toplumda bir görüşün dışında bütün görüşleri atmamız gerekecek ve herkes kendi görüşünün doğru olduğunu kabullenip diğerlerini batıl ve yanlış bilmesine sebep olavaktır. Bir insanın kendi görüşünün hak olduğunu iddaa edip mihver olması gerektiğini söylemesi düşünüldüğünde, bu iddaanın tefrika ve fitneyı ne kadar körüklediği görülecektir. Fikri vahdet, dediğimizde insanların her konuda aynı düşünmesi gerektiğini, olayları aynı şekilde değerlendirmeleri gerektiğini ve değişik ve farklı düşüncelerin olamaması gerktiğini kast ediyoruz. Bunun yanısıra şunuda belirtelim, görüş alış verişinde bulunarak müslümanların ve islamın maslahatı için ortak bir görüşe varmak, dayanışma ve diyalog halinde olmak ayrı bir konudur ileride ona değineceğiz.
Evet, fikri vahdet, bütün insanaların aynı düşünmeleri, olayları aynı şekilde değerlendirmeleri imkansız olduğu gibi Allah-u teala da insanlardan böyle bir vahdet istememektedir. Resulullah (s.a.a) hadislerinde ve Ehl-i Beyt İmamları (a.s) nurlu sözlerinde böyle bir vahdete davet etmiyorlar. Bu bağlamda şuna dikkat edilmesi gerekir, bir insan kendi görüşünü hak ölçüsü olarak görüp insanları kendisine tabi olmaya davet edemez, insanın kendisine davet etmesi, ne isimle olursa olsun kendisini ilahlaştırması manasına gelir.
Böyle bir vahdet ancak peygamberler ve imamlar için sözkonusudur. İsmet makamına sahip peygamber ve imamlar Allah-u tealadan aldıkları ilim sayesinde bütün olayların ve düşünce ve fikirlerin başlangıcından sonuna kadar bütün mefsede ve maslahatını, yarar ve zararını, doğruluk ve yanlışlığını, hak ve batıllığını bildiklerinden her konuda ayını düşünür aynı kararı veririler asla görüş ayrılığına düşmezler ve hiçbir konuda ihtilafa düşmezler onun için Peygamberler ve imamların fikri vahdetleride vardır. İmam Humeyni (r.a) şöyle buyuruyor: “Eğer 124 bin peygamber bir arada yaşasalar en küçük bir konuda dahi ihtilaf ve fikir ayrılığına düşmezler.” Ama insanlar böyle bir vahdeti gerçekleştiremeyeceklerinden onlardan böyle bir vahdet istenmemektedir. Eğer birileri böyle bir vahdet istiyorsa bu fikri vahdet değil kendisine tabi olmaya çağırmadır, fikir, düşünce ayrılığını tefrika olarak değerlendiriyorsa bu kendisini tek hak görmesinden kaynaklanıyor bu da en büyük zülmetlerden biridir.
Özetle şöyle diyebiliriz: Fikirde vahdet hedef doğrultusunda bütün konularda ister kulli ve genel meselelerde olsun, ister cuzi ve teferruatta olsun fikir ve düşüncelerin hiçbir fark olmaksızın bir olmasıdır. Elbette bu vahdet türünün insanlardan şu aşamada istenmemesi yalnız zamansal olaraktır, eğer insanlar iman-ı kamil ve akl-ı kamil derecesine ulaşırlarsa bu vahdet gerçekleşecektir.
3- Fikir birliği
Söylediğimiz gibi insanların akıl seviyeleri, akıllarını kullanma yetenekleri farklı ve değişik olduğundan ve değişik ilim ve bilgiye sahip olduklarından farklı düşünürler farklı değerlendirirler. Bu insanın yaşayışının ve dünyevi hayatının gerçeklerindendir.
“Fikir birliği” bir grup insanların bir hedef doğrultusunda bir strateji belirleyip bir siyaset ve metot takip ederek hedefe ulaşmak için ortak bir gürüş etrafında toplanmalarıdır. Toplumda bulunan fertlerin görüşü alınarak , bireylerle istişare ederek en sağlıklı ve en doğru karara ulaşmak için bir gürüş etrafında birleşmektir.
Aynı inancı paylaşan, aynı mezhebe mensup ve aynı islami harekette yer alan müslümanlar temelde bir olduklarından teferruat ve detaylarda farklı görüşlere sahip olsalar da hedef doğrultusunda fikir birliğine varabilirler. Değişik düşünce ve fikirlerden yararlanmak hem sihhatli karar vermeyı sağlar hem de o toplumun tekamülene sebep olur.
Farklı görüşlerden yararlanmak, fikir alış verişinde bulunmak ve toplumda herkesin görüşüne saygı göstermek fertlerin birbirine güven ve itimadını artırır ve hedefe ulaşma yolundaki engelleri ve tefrika vesilelerini yok eder. Bireyler birbirlerinin görüşlerinden yararlanarak hedefe ulaşmak için bir metod ve strateji belirlemeleri onların başarıya ulaşmalarını sağlar. Birilerinin kendilerinden üstün gördükleri birinin görüşünü benimsemesi fikri birliğinin bir parçasıdır. Ama bireylerin görüşü alınmadan insanın kendi görüşünü dayatması ne adına olursa olsun istibdat ve diktatörlüktür. Eğer bir kişinin belirlediği metod ve strateji ile hareket edilirse hedefe ulaşılamayacağı gibi bu tekelciliğe ve tefrikaya yol açar. O zaman oluşturulan islami hareket, takip edilen hedef yerine fert sivrilir ve önplana çıkar ve o ferdin yok olamsıyla o hareket ve hedef de ortadan kalkar. Toplumda tefrika ve fitne daha da çoğalır. Bu gibi hareketlerde fikir birliği oluşamayacağı gibi böyle bir hareket islami ve ideolojik değil ferdi ve şahsi hareket olacaktır.
Fikir birliği, fertlerin farklı düşüncelerine saygı göstererek, bireylerin değişik metod ve stratejilerden yararlanarak hedef doğrultusunda beraberce ortak bir karar vererek mücadele etmektir. Ama fikir ve metod farklılıkları tefrika unsuru sayılmadan.
4- Siyasi Vahdet
Günümüzde müslümanları içten kemiren tefrika hastalığıdır. Farklı mezhep ve tarikatlara sahip olmalarına rağmen aralarında bir siyasi vahdet oluşturmuş olsalardı islam alemi bugün bu durumda olmayacaktı. Teferruattaki mezhebi farklılıkları; fıkhi ve itikadi konulardaki ayrılıkları gündeme getirip birbirlerine saldırmamış olsalardı müslümanlar bölük bölük olmazdı. Müslümanlar birbirlerine kardeş gözüyle bakıp islamın maslahatı için ihtilaflı konuları bir kenara bıraksalardı, birbirlerini tekfir ve munafık ve sapık ilan edecekleri yerine güçlerini birleştirmiş olsardı bugün islam düşmanları müslümanların mukaddesatına dil uzatamayacak, islam topraklarına tecavuz edemeyecek, müslümanların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömüremeyecek, islam toprakları bu emperyalıstlerin uşaklarının elinde islam düşmanlarının kalesi haline gelmeyecekti.
İşte müslümanların yapması gereken en önemli vahdet siyasi vahdettir. İslam, Kur’an ve Mukaddes yerlere saldıran emperyalistlere karşı güçlerini birleştirmek, tek vücut olmak gerekir. Emperyalistlerin hedefi, Tevhid inancının temellerini yok etmektir, bu inanca sahip olanları kendilerine köle etmektir. Müslümanlar hangi ırka sahip olursa olsun, hangi mezhebe mensub olursa olsun bilmelidirler ki hedef bütün müslümanlardir. İmanın temellerinde bir olan; aynı kitaba inanan, aynı kıbleye yönelen, aynı Peygamberin ümmeti olan, Tevhidi düşünceyi hakim kılmak isteyen müslümanlar ayrılık ve farklı düşünceleri bir kenara bırakıp bu asıllar etrafında birlik oluşturmalıdırlar. Sünni, şia vahdeti, sünnülerin kendi mezheplerini bırakıp şia, şiaların kendi inançlarını terk edip sünni olması değildir. Vahdet, herkesin kendi itikat ve inançını koruyarak ortak düşmana karşı güşlerini birleştirmesi, omuz omuza vererek emperyalistlere karşı, Kur’an’ı, mukaddes toprakları, islamı ve tevhidi düşünceyı korumasıdır. Müslümanların düşmanı, farklı mezhep ve düşünceye sahip müslüman değildir. Bugün emperyalistler sünnisiyle şiasıyla bütün müslümanları hedef almıştır.
Müslümanlar emperyalistlerin körüklemiş oldukları fitne ve tefrika ateşini söndürmek için el ele verseler islam düşmanları arzu ve hedeflerine ulaşamayacaklardır.
Müslümanın dostu sadece müslümandır, mumınlerin velisi sadece mumınlerdir.” Ey iman edenler, benim düşmanımı ve kendi düşmanınızı evliya, dost edinmeyin” , “ Hırıstıyan ve yahudileri kendinize dost edinmeyin” ayetleri müslümanlara düşmanı tanıtıyor. Müslümanlar, dünyevi çıkarları için emperyalistlerle irtibat kurup işbirliği yapmamış olsalardı, bugün müslümanlar bu şekilde zülüm, işkence ve sömürüye maruz kalmazlardı…
5- Kim ile Vahdet
İslami mücadelede en önemli meselelerden birisinin vahdet olduğunu biliyoruz, vahdetin manası, kısımları ve alanlarını anlatmaya çalıştık. İslami vahdetin gerçekleştirilebilmesi için en önemli konulardan biri de “kim ile vahdet” yapılacağıdır. Vahdet yapılacak insanın özellikleri neler olmalıdır? Kim, gelin vahdet oluşturalım, derse olumlu cevap mı verilmesi gerekir? Herkesle vahdet olur mu? İslamın maslahatı diye hiçbir şeye dikkat etmeden diyaloga geçerek vahdet ve birlik kurmalı mı?
Bu soruların cevabı herkese göre farklı olabilir ama cevaplanması gereken sorulardır. Vahdet yapılması gereken kişi ve islami hareketlerde olması gereken özellikler:
1- Gerçekten vahdet istediğini söylem ve eylemleriyle göstermesi gerekir. Birisi hakkında toplumda olumsuz belli yargılara varılmışsa o yargıların yok olması gerekir, insanların kafasındaki yanlış portrenin kaybolması gerekir, vahdet adına insanları kendisine tabi olmaya, kendi çatısı altına almaya davet ediyorsa bu vahdeti araç olarak kullanıyor demektir. Kendisiyle vahdet yapılmak istenen kimse, insana ve topluma güven vermelidir, samimi olmalıdır. Karşılıklı güvenin hasıl olması gerekir.
2- Vahdet yapılmak istenen kişi ve kuruluşla aynı hedefi paylaşmak gerekir; islami vahdet sağlanacak kimselerin toplumda islami kimliklerinin olması gerekir. Toplumdaki fasık, munafık ve islami derdi olmayan insanlarla vahdet yapılamaz, bu hem islama darbe vurur hem de o vahdet yapmak isteyen kurum ve kişilere. Müslümanlarla aynı hedefi paylaşmayan ve mektebe hizmet hedefi olmayanlar, vahdete davet ediyorlarsa onların islam dışı hedefleri olduğunu gösterir, demek ki müslümanları kullanmak ve belli yerlere ulaşmak istiyorlar. Eğer bu gibi insanlar vahdete davet ediliyorsa önce onlar islama davet edilmeli sonra vahdete çağrılmalıdır.
3- Vahdete davet eden özverili ve fedakar olmalıdır. İslami vahdetin sağlanması için önce kendisinin fedakarlık yapması gerekir, eğer karşıdakinden özveri ve fedakarlık beklerse bu vahdet oluşmaz. O fedakarlık yapmazsa ben fedakarlık yapmam, önce o fedakarlık yapsın zihniyeti, vahdetin oluşmasını engelleyen faktörlerden biridir. Müslüman biri, islami vahdet için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır olmalıdır; kişisel çıkarlarından, şahsi görüş ve diretmelerinden vahdet ve kardeşlik için vazgeçebilmelidir.
4- Oluşturulacak vahdetten suiistifade edilmemeli. Hem dışa hem de içe karşı tebiğde varılan birlik ve beraberlik sınırları aşılmamalıdır. Vahdeti kendisi oluşturmuş ve herkesi kendi bünyesinde toplamış imajı verilmemelidir. Yani islami vahdetin oluşmasından şahsi çıkarlar güdülmemelidir.
5- Vahdet yapılan kurum, kuruluş veya şahısların görüşlerine saygı gösterilmeli, benimsenmeyen görüşleri gündeme getirilip güvensizlik ortamı oluşturulmamalı. Birbirlerine bakış açıları müsbet olmalıdır. Bir kuruma karşı müsbet bakılmıyorsa onunla vahdet sağlanamaz veya kendisine müsbet bakmayan, meşru bilmeyen birinin vahdet daveti kabul edilmemelidir.
Netice: İslami vahdet hakkında yapmış olduğumuz bu kısa araştırma yazısının, vahdet ve birlik isteyenlere faydalı olmasını temenni ederiz.
Görüldüğü gibi islami vahdet için bedenlerin değil gönüllerin bir olması gerekiyor. Kur’an, müslümanlardan vahdetin özünü ve hakikatını istiyor, yapmacık ve zahiri bir birliktelik değil. Bunu gerçekleştirmek için de gerçekten büyük çaba ve fedakarlık yapmak gerekir.
“Bu huy, sabredenlerden başkasına verilmez ve akıldan, tedbirden büyük hisseye sahip olmayanlara bu nasip olmaz.Ve eğer şeytan seni vesveseye düşürür de bu huydan vazgeçirmeye kalkışırsa hemen sığın Allah’a ; şüphe yok ki O her şeyi duyar ve bilir.” Fussilet /35-36.
Ayet-i celilede belirtildiği gibi vahdeti sağlamak için herkes fedakarlık yapamaz; sabredenler, akıldan büyük nasıp alanlar, şeytanın vesveselerinden Allah’a sığınanlar ancak yapabilirler.
İslami vahdet sağlayabilmek için önce vahdeti teorik ve bilimsel olarak bilmek gerekir. Daha sonra ameli olarak vahdeti yapma yolları araştırılmalıdır. Aksı takdirde şimdiye kadar yapıldığı gibi vahdet adına yapılanlar, ihtilaf, tefrika ve bölük bölük olmaya sebep olacaktır. Tefrikacı ve vahdeti bozan asla belli olmayacak herkes diğerini suçlayacaktır. Ve bunun zararını islam, müslümanlar ve toplum görecektir.
Resulullah (s.a.a.) buyurduğu : “Dünyayı sevmek bütün hataların başıdır” hadisini herkes kendisine örnek alır ve nefsi arzularını bir kenara bırakarak islami vahdet için fedakarlık yaparsa müslümanların vahdeti gerçekleşecektir.
Vesselamu Ale men ittebeel Huda
Kaynak: ruhullah.com
Kas 17 2023
Vahdet ne demektir?
Vahdet, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmaya denir. Değişik ideoloji ve inançlara sahip olanların ortak noktalarda birleşmeleri, müşterek noktalarda aynı görüş ve strstejiyı takip etmek için birlik olmalarina denir. Vahdet bazılarının algıladığı gibi insanın kendı görüşünü terk edip başkasının görüşünü kabul etmesi değildir. Bir grubun kendisini yok edip başka bir gruba ilhak olması da değildir. Bir mezhebin, bir ideolojinin kendi inancından vazgeçip başka bir inanç ve ideolojiyi kabullenmesi hiç değildir. Dünyada, bir ülkede veya bir bölgede birkaç kuruluş, inanç olabilir; onların ne zaman ortaya çıktığı ve nasıl oluştukları vahdeti oluşturmak açısından önemli değildir. Her toplumda bazı islami hareketler ve mezhep ve inançlar tarihsel olarak bazılarından önce oluşmuştur aynı günümüzdeki siyasi partiler gibi, bu zamansal farklılık hiçbir zaman haklılık ölçüsü olamaz. Hiç bir kuruluş, hareket ve mezhep ben diğerlerinden önce kuruldum öyleyse ben doğru yoldayım, ben hakkım benim dışımdakiler batıldır diyemez. Aynı şekilde bir hareketin, bir fikri akımın ve bir mezhebin bünyesinde barındırdığı kitlenin sayısal niteliği de hak ölçüsü değildir. Çoğunluk hakk ölçüsüdür ve tarihsel öncelik doğruluk ölçüsüdür teorisinin geçersizliğini hem Kuran reddediyor, hem Resulullah’ın (s.a.a.) sünneti, hem de İmamların tarihi sireleri ve sözleri ortaya koyuyor.
Hareketlerin ve fikri akımların nasıl ve ne zaman ortaya çıktığı önemli değil dediğimizde, zamanın fonksiyonu yoktur demek istemiyoruz, bir fikri hareketin oratya çıkmasında zaman ve mekanın son derece etkili olduğu inkar edilemez. Ama zamansal öncelik veya belli bir bölgede oluşması hakk ölçüsü değildir. Bir hareketin ve fikri akımın meydana gelmesinde en önemli nokta “neden” oluştuğudur. Bu fikri akım, bu mezhep ve hareket neden oluştu, neden ortaya çıktı, diğer akımlarla farkı nedir, diğerlerinden bir özelliği varmıdır, diğerleriyle ortak noktaları varmıdır, nasıl bir siyaset ve stratejiye sahiptir, kimler kurmuştur, hedefleri nelerdir, hitap etmek istediği toplum kimlerden oluşuyor, diğerlerine bakış açısı nedir? Her islami hareket, fikri akım, mezhep ve ideoloji bu soruları kendilerine sormalı ve diğerlerini tanımak ve onlarla vahdet kurabilmek için onlar hakkında bu soruların cevabını almalıdır.
Vahdet, değişik görüş ve inançlar sahip akımların, mezheplerin ve ideolojinin kendi hedef ve fikirleri doğrultusunda bir takım ortak ve müşterek noktalarda beraber hareket edip aynı stratejiyi takip edebilmek için görüş aliş verişinde bulunup dayanışma içinde olmaya denir. Bu tanımdan sonra anlaşılıyor ki vahdet bedenlerin bir araya gelmesi, insanların kuru kalabalık oluşturması değildir. Vahdet bedenlerin değil gönüllerin bir olması, ortak ve müştereklerde fikirlerin ve düşüncelerin bir olmasıdır. Öyleyse insanların ayrı ayrı hareketlerde yer almaları, çeşitli akım ve mezheplere bağlı olmaları vahdet oluşturmalarına engel olamaz bilakis oluşturacakları vahdet, en güzel vahdet ve birlik olacaktır. Değişik akımlar ve mezhepleri takip etmeleri onların tefrika ve ayrılık içinde olmalarına sebep olmamalıdır. Ama fikir birliği oluşturulmaz ve müştereklerde dayanışma sağlanmazsa, fertler arasında gönül bağı yoksa insanlar bir harekette , bir akım ve bir mezhep şemsiyesi altında olasalar da vahdet ve birlik içinde değil ihtilaf ve tefrikadadırlar. Bir toplum ve akım içinde olmaları, bir takım menfaat ve çıkarlar icabı olmuştur, onları biraraya toplayan fikir birliği, gönül bağı değil bazı zahiri ve maddi etkenlerdir. Böyle bir toplum kesinlikle ilerleme kat edemez, tekamüle eremez. Ya zamanın şartlarına uyamayıp yok olmaya yüz tutacaktır veya varlığını sürdürebilmesi için hep sima değiştirecektir.
Vahdetin Zarureti
Vahdetin ve birliğin zarureti ve önemi hakkında konuşmak ve yazmak boş yere zaman kaybetmek olur, söylenenleri, yazılanları tekrarlamak olur. Bu konu hakkında alimler, halk ve toplum arasında gizli bir nokta yok ki onu açıklamaya çalışalım; Kuran ayetleri, hadisler, tarihi gerçekler vahdetin toplumdaki etkisi ve tefrikanın getireceği zararları beyan edilmiştir ve o kadar aşikardir ki onları anlamamak için kör, sağır ve akılsız olmak gerekir. Bazı ayetleri teberrük olarak zikr ediyoruz.
Kur’an’ın en fazla üzerinde durduğu konulardan birisi şüphesiz vahdettir; gerçek vahdet, amelde oluşan, pratikte görülen kardeşlik, bir vücut gibi olan birlik ve beraberliktir. Sözde ve hiçbir ameli yönü olmayan sloganik vahdet değil. Müslümanlar ellerindeki imkanlar ölçüsünde islami vahdeti oluşturmalı ve tefrikadan kaçınmalıdırlar. Allah-u teala insanları değişik ve farklı yaratmiştır; farklı ırk, dil, coğrafya, kavim ve millete sahip olarak yaratmıştır. Bizleri vahdet ve birliği sağlamaya ve tefrikadan kaçınmaya davet etmesinden anlaşılıyor ki müslümanlar, islami vahdeti sağlayabilirler aksi takdirde vahdete emr etmez ve tefrikadan nehy etmezdi.
İsalami vahdet nasıl oluşturulmalı bunun da yollarını göstermiştir. Nasıl vahdet kurumamız gerektiğini öğrettiği gibi tefrikadan nasıl kurtulmamız gerektiğini ve zararlarını da beyan ediyor. Vahdetin faydalarını açıkladığı gibi vahdeti engelleyen unsurları da açıklamıştır.
Vahdet, zahiri bir antlaşma, insanların birbirlerine verdikleri karşılıklı bir söz değildir. Vahdet, insanların kalbine yerleşmesi gereken onun fıtratından kaynaklanan bir kardeşlik bağıdır. İnsanın fıtratı, ilahi din üzere yaratıldığı için insan, Kur’an ayetlerini bu fıtratı üzere değerlendirmeli ve ona yönelmelidir.
Allah-u teala ayette birkaç noktayı beyan buyuruyor:
a) “ Allah’ın ipine sımsıkı sarılın”, Allah ile kulları arasında bir bağın olduğunu, insanları Allah’a ulaştıran bir vesile olduğunu hatırlatıyor. Bu bağ, bir tarafı Allah’ın elinde diğeri kulların arasında olan ip olarak beyan ediyor. Bu ip ve bağ, Kur’an, din ve Resulullah’tır. Kim bu ipe sarılır yani dine, Resulullah’a ve Kur’an’a uyarsa kesinlikle Allah’a ulaşacak ve kurtuluşa erecektir.
b) “ Hep birden Allah’ın ipine sımsıkı sarılın”, ayette Allah’ın ipine hep birden sarılmayı emr ediyor. Müslümanların, Allah’ın ipine ayrı ayrı , grup grup değil beraber sarılması gerektiğini beyan buyuruyor. Herkes kendisine bir karı açıp, değişik iplere sarılarak ilerlemeye çalışmasın, diyor. Hem bir ipe sarılın, hem de beraber sımsıkı sarılın. Yani Allah yolunda beraber ilerleyin, beraber düşünün birbirinizle yardımlaşarak hareket edin. Birbirinizin elinden tutarak hak yolda ilerleyın, işlerinizde istişare ederek aynı hedef doğrultusunda beraber yürüyün. Farklı yollar takip etmeyin.
c) “ bölük bölük olmayın”, ayet şiddetle tefrikaya düşmekten nehy ediyor. Hak yolda gidenlerin arasına fitne ve tefrika sokan çok olur, müslümanları bölüp onları parçalamak isteyen ve onların kardeşlik ve vahdetini bozmak çabasında olan düşmanlar devamlı olacaktır. Müslümanlar düşmalarını iyi tanıması gerekir. Kura’an, bizlere düşmanı da tanıtıyor; biri dini, Kur’an’ı yok etmek isteyen, müslümanların hak yolda gitmelerini engelleyen, müslümanların vahdet ve birliğini bozup onları tefrikaya düşürerek sömürmek isteyen kafir, müşrik, munafık ve emperyalistlerdir. Diğeri ise bizimle aynı dine inanan, aynı kitabı kabul eden, aynı kıbleye yönelen ve aynı peygamberin ümmeti olduğunu söyleyen ama bizimle anlaşamayan arada tefrika olan kimseler.
Kur’an, bizlere bunların herbirine karşı ayrı ayrı vazife ve görev tayın etmiştir. Her ikisine karşı aynı mücadele yolunu öngörmemiştir.
Birinci gruba ve düşmana karşı; küfre, nifaka ve şirke karşı savaş ve cihat öngörmüştür. Düşmanı yok edene kadar mucadele edilmesi gerektiğini beyan buyurmuştur. Kura’an’da cihat hakkında geçen ayetlerin hepsi bu düşmana yöneliktir. Kafir, müşrik ve munafıklara karşı savaş ve onların yok olup, yeryüzüne Allah’ın dini hakim olana kadar savaşı öngörüyor.
Ama ikinci gruba karşı mücadele ise çok farklıdır. Allah-u teala çok değişik bir metod ve yol göstermiştir. Bu ikinci grup insanlarla mücadelede, düşmanı yok etmek ve onlarla savaşarak onları yenmeye çalışmanın yerine aradaki düşmanlığı yok etmeye davet ediyor, müslüman kardeşlerimizle aradaki kini, düşmanlığı, kırgınlığı yok etmeye emr ediyor:
Görüldüğü gibi Allah-u teala buyuruyor, aranızdaki kini, düşmanlığı, kırgınlığı yok etmeye çalışın. Bizim ile muhalif olan kişinin dostumuz olmasını istiyorsak, onunla vahdeti sağlamak peşindeysek, onunla savaş ve kavga halinde olmayı, onun aleyhine çalışmayı, onu yok etmeyi ve kendimize boyun eğdirmeye çalışmayı terk edip onunla iyi geçinip aradaki kötülük ve düşmanlığı yok etmeye çelışmamız gerektiğini anlıyoruz. Elbette bu zor bir iştir herkesin yapabileceği bir çaba değildir. Kur’an, bunu da beyan ediyor:
Eğer bu ayete amel edilir, aynı dine ve mezhebe sahip, aynı kitabı okuyup aynı kıbleye yönelen müslümanlar, aralarındaki düşmanlığı, kini, kötülüğü ve tefrikayı yok ederse o zaman gönül rahatlığıyla kardeşce birbirlerinin yanında yer alarak vahdeti engelleyen prüzleri ve zorlukları yok edecekler ve Allah’ın ipine sımsıkı sarılmış olacaklardır.
d) “ anın Allah’ın size verdiği nimeti, anın o zamanı ki düşmandınız birbirinize, kalplerinizi uzlaştırdı, nimetiyle kardeş oldunuz “. Vahdet dünyevi menfaatlar için veya dünyada bir güç elde etmek için insanların bir araya toplanması, zahiri bir antlaşma yapmalari ve bedenlerin bir araya toplanması değildir, ayette de belirtildiği gibi kalplerin bir olması, fıtrattan kaynaklanan kardeşlik bağı ve insanları bir hedef doğrultusunda hak yolda birleştiren gönül birliğidir. Kalpleri birbirine yakınlaştıran ülfettir. Allah-u teala ayette belirtiyor: , anın o zamanı ki düşmandınız birbirinize”, eğer insanlar dünyevi çıkarları ve nefsi arzuları için hareket ederse devamlı kavga halinde yaşayacaklardır, kalplerinde birbirlerine karşı düşmanlık güdeceklerdir. Allah-u teala müslümanlar arasına rahmet tohumlarını ekip onların kalplerini uzlaştırdı, kalplerinde ülfet icad ederek onları kardeş olmalarını sağladı ve Rabbul alemin bunu büyük bir nimet olarak nitelendiriyor. Vahdeti, kardeşliği ve muminlerin arasındaki şefkat ve muhabbeti, kendilerine vermiş olduğu nimet olduğunu hatırlatıp anmalarını istiyor.
Müslümanlar arasındaki vahdet ve kardeşliği yalnız Allah sağlayabilir: “Onların gönüllerini birleştirmiştir. Yeryüzünde ne varsa hepsini harcasaydın gene de onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah aralarını uzlaştırdı..” Enfal / 63. ayette açıkca belirtiliyor ki dünya malı, maddi imkanlar insanlar arasında merhameti, kalplerdeki ülfeti ve gönüllerdeki sevgi ve muhabbeti icad edemez. Dolayısıyla hiç bir maddi güç müslümanlar arasında vahdet sağlayamaz, maddi ve dünyevi imkanlar bedenleri birbirine yaklaştırır ama kuru kalabalık oluşmasına sebep olur ama gerçek vahdeti asla sağlayamaz. Aynı şekilde kalplerde gönül baği olan ve aralarında ülfet ve kardeşlik oluşmuş bir toplumun fertleri birbirlerine karşı merhametlı düşmanlara karşı ise şiddetli olacaklardır:”…..O’nunla (Resulullah ) beraber bulunanlar kafirlere karşı şiddetlidirler, kendi aralarında merhametlidirler..” Feth / 24. Müslümanlar bu vahdeti sağladılarmı artık hiçbir güç onları yenemez , onların birlik ve beraberliğini bozamaz aralarına tefrika sokamaz.
2- “ Allah’a ve Resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve kuvvetiniz kalmaz ve sabredin, şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.” Enfal / 47
Bu ayeti celilede vahdet konusu ayrı bir açıdan beyan ediliyor. Vahdetin olmadiği bir toplumda tefrikanın zarar ve tehlikeleri açıklanıyor. Allah’a ve Resulüne itaat edilmediği takdirde ihtilaf kaçınılmaz olacaktır. Aranizda bir ihtilaf söz konusu oldumu birbirinizle “çekişmeyin” buyuruyor. İhtilafı halletme yoluna gidin, önceki ayette belirtildiği gibi kendi aranızda çözün, “ Aranızdaki düşmanlığı ( kötülüğü) en güzel bir muameleyle defedin”. Eğer halledemezseniz, diğer bir ayette belirttiği gibi Allah ve Resulüne muracaat edilmesi emr ediliyor:
Müslümanlar, Allah’a, Resulüne ve Ululemre itaat ettiği müddetce ihtilafa düşmezler, ihtilafa düştükleri anda Allah ve Resulüne muracaat etmez, ilahi hükümleri kendi aralarında hakem karar vermezlerse veya ihtilaflı taraflardan herhangi birisi aradaki düşmanlık ve kırgınlığı güzel bir şekilde yok etmek için uğraşmaz, birbirlerini suçlarsa müslümanların vahdet ve birliğinin bozulmasına sebep olup tefrika çıkmasını sağlayacaktır, Allah-u teala bunun sonucunu beyan buyuruyor: ” birbirinizle çekişmeyin, sonra zayıflarsınız ve kuvvetiniz kalmaz.”.
Hz. Ali (a.s.) şöyle buyuruyor:” Gerçekten Allah’ın dininde birbirinizin kardeşisiniz. Aranızda hiç birşey tefrika oluşturmaz. Aranızda ihtilaf ve tefrika makamperestlik ve kalbinizin kötü olmasından kaynaklanır”. Hz. Ali (a.s. ) müslümanlar arasındaki ihtilafın kaynağını iki kelimeyle beyan buyuruyor; makamperestlik ve kalbin temiz olmayışı. Her müslüman kendi nefsine müraccat etmeli ve kalbini kontrol etmelidir. Eğer müslümanların vahdetini engelleyen bu iki etkenden bir varsa ; makam ve mevki sevgisi ve dünyaya bağlılık varsa onu yok etmeye çelışmalı veya kalbi temiz değil müslüman kardeşlerine karşi sevgi ve muhabbet beslemiyor ve o kalbi günah ve isyanla, nefsi istek ve arzularla doldurmuşsa o kalbi temizlemelidir.
Vahdet için ne yapmalı?
Vahdet ve birliğe davet eden kimse, davet ettiği insanlarlarla ortak noktaları olduğu gibi bazı konularda ayrı olduğunu da kabul etmiş demektir. Eğer farklılık olduğunu kabul etmiyorsa vahdete davetin manası kalmaz. Birileri vahdete davet ediyorsa bazı noktalara dikkat etmesi gerekir.
a)- Vahdet yapmak istediği insanların, kuruluşların veya mezhebin hedeflerini, düşüncesini ve fikir yapısını bilmesi gerekir. Davet ettiklerinin hedefleri nelerdir? Düşünce tarzı nedir? Siyaset ve stratejisi nedir? Prensipleri nelerdir? Kısacası o hareket, fikri akım ve mezhep ve meşrebi tanımalıdır. Eğer vahdet yapmak istediği kimselerin kim olduğunu tanımazsa boş yere slogan atmış olur. Çünkü vahdet yapmak istedikleri insanlar temelde kendileriyle aynı hedefi paylaşmayabilirler veya aynı strateji ve siyaseti takip etmeyebilirler dolayısıyla aynı hedefi paylaşmayan temelde ayrı olan insanların veya kuruluş ve hareketlerin vahdeti mümkün değildir. Öyleyse vahdet için en önemli şart tarafların birbirlerini tamamen tanımalarıdır.
b)- Aynı hedefi paylaşan insanların ve islami hareketlerin vahdeti sözkonusu ise yani birbirlerini hedef ve amaçlarını tanımış ve birbirleriyle vahdet oluşturmayı uygun görmüşlerse o zaman birbirlerinin ortak noktalarını tesbit etmelidirler; hangi noktalarda birleşiyorlar, ortak noktaları nelerdir bilinmesi gerekiyor. Şu soru sorulabilir: Eğer bunlar aynı hedefi paylaşıyorlarsa öyleyse bunlar birdirler, herşeyleri ortaktır, ayrılık noktaları yok ki neden ortak noktaları belirlesinler? Evet doğrudur ama aynı hedefi paylaşan kurum ve kuruluşlar temel hedeflerde birdirler, teferruatta , takip edilmesı gereken siyasette, metod ve stratejide farklı olabilirler. Onun için önce ortak noktaları belirlenmeli, nereye kadar beraber oldukları bilinmelidir. Aksi takdirde birbirlerini suçlamadan, ithamlardan geri kalmayacaklardır. Hatta birbirlerini tekfir ve munafık ve hain ilan etme aşamasına bile gelebilir..
Ortak noktalar belirlendiği gibi aynı şekilde ayrılık noktaları, beraber hareket edemeyecekleri alanlar, fikir ayrılıkları, metod farklılıkları ve onları birbirinden ayıran özellikler belirlenip karşılıklı saygı göstermelidirler. Bu ayrılık noktalarından dolayı birbirlerini itham edip suçlama yerine, onları bahane edip birbirlerine saldıracaklarına, fikir ve düşüncelerini birbirlerine tahmil edeceklerine bu gerçekleri kabullenip karşılıklı saygı ve hoşgörülü olmalıdırlar.
c)- Birbirlerini iyice tanıdıktan, hedeflerini bildikten ve ortak ve ayrılık noktalarını tesbit ettikten sonra son merhale kat edilmeli. Önce ayrılık ve ihtilaflı noktaları gidermeye çelişmalılar. Kuran ve hadisler çerçevesinde ihtilafları yok etmeliler. Bu ihtilaf ve ayrılık noktaları dine, imana zarar verecek boyutta değilse sadece metod ve strateji ve takip edilmesi gereken siyaset alanındaysa o zaman görüşlere karşılıklı saygıyı gösterip ortak noktalara yönelmeliler. Ortak noktalar belirlendikten sonra, o noktalarda her türlü yardımlaşma ve dayanışma içinde olmalıdırlar. Müştereklerde istişare ve görüş aliş verişinde bulunularak ortak bir yol takip edilmelidir. Eğer ayrılık noktalarını halletmede israr edilirse bu ortak noktaların da ayrılık noktalarına dönüşmesine, tefrika ve kavganın ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Neticede vahdete davet, kabul olmayacak duaya amin demek ve oluşmayacak bir vahdet için slogan atmaktan öteye gidemez.
Vahdet Alanları
Dünyadaki müslümanlar değişik mezhep ve inanca sahip olduğundan, aynı mezhep ve inanca sahip müslümanların çeşitli tarikat, meşreb ve kuruluşların bünyesinde inançlarını yaşamaya çalıştıklarından veya değişik siyaset ve stratejiye sahip olduklarından, vahdetleri sözkonusu olduğunda vahdet etmek istedikleri alanlar belirlenmelidir. Vahdet adına müslümanlar kullanılmamalı ve onlara islamın öngördüğü vahdet, yanlış anlatılmamalıdır. Asırlardır müslümanların vahdet oluşturamamalarının sebeplerinden biri de müslümanlara islami vahdetin gerçek manasının aktarılamamasıdır. Bu bağlamda vahdetin merhaleleri de belirlenmelidir.
1- İnanç ve İtikatta Vahdet
İnsanın hayatına değer veren, yaşamına önem kazandıran ve ferdi ve toplumsal hayatını yönlendiren onun itikat ve inancıdır. İnanç ve itikat insanın özünü oluşturur. Allah-u teala, Kur’an-ı Kerim’de vahdet için nazil etmiş olduğu ayetlerde inanç ve imanda bir olmaya davet ediyor. Tek olan Allah’a iman etmeye, ilahi hükümleri getirip beyan eden Resulullah’a (s.a.a.) iman etmeye ve kıyamet gününe imana emr ediyor. Allah’a kulluk etmeye, göndermiş olduğu dine tabi olmaya çağırıyor. Diğer taraftan Allah’tan başka bir şeye ilah diye tapmaktan, O’dan başkasına kulluk etmekten nehy ediyor. Hem vahdete davet ettiği ayetlerde hem detefrikadan nehy ettiği ayetlerde “ Tevhide” davet ediyor. Ayetler müslümanları inanç ve itikatta Tevhidi bir imana sahip olmaya davet ediyor. Bu ayetlerin Mekke’de nazil olduğu dikkate alındığında genelde itikadi ve imanın temellerini beyan eden ayetler olduğu görüleceklerdir. Dolayısıyla ayetlerin, müslümanlar arasında itikadi konuların dışındaki fikri ayrılıklarını reddetmediği anlaşılacaktır. Resulullah da hiçbir zaman fikir ayrılıklarını tefrika, fitne olarak değerlendirmemiştir.
Müslümanların bu alandaki vahdetlerini iki şekilde beyan edebiliriz; biri müslümanların itikat ve inancının temellerini oluşturan ve bütün müslümanların ortak oldukları Tevhid, Nübuvvet ve Mead ve dinin diğer değişmez vacibatına imanda vahdet, diğeri ise bu imanın temellerinin pratikde ameli göstergesi olan ibadi ve Allah’ın amelde müslümanlardan beraberce yapmalarını istediği işlerde vahdet.
İslami vahdet ister Tevhidi düşünce gereği iman ve itikatta olsun ister ilahi emir gereği amelde, ibadette olsun genel ve kullidir. Ama inanç ve teorik meselelerin ve pratikde amelen yapılan şeri hükümlerin teferruatına ve cüziyyatına inildiğinde müslümanların bu meseleleri idrak ve kavramasında farklılık olduğu görülmektedir. Yani ihtilafların çoğu imanın asıl ve temellerinde değil, teferruat ve detaylarındadir.
Mezhepler arasındaki farklılık da bu noktalardadır. Müslümanlar, mezheplerin farklı düşünmelerine sebep olan teferruat ve detaylar peşine düştüklerinden tefrika ve ihtilaf hastalığına yakalanmışlar ve vahdet sağlayamamaktadırlar. Bu detaylar konusunda da vahdet sağlama peşinde olduklarından ve başaramadıklarından bu daldaki görüş ayrılıklarını tefrika olarak algılarlar. Bazılarına göre islami vahdetin varliği o zaman kabullenilir ki bütün meselelerde hatta teferruat ve detaylarda da aynı düşünülsün, aynı inanca sahip olunsun. İşte bu düşünce neticesinde tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de müslümanlar birbirlerini tekfir etmekten, kendisi gibi inanmayanları sapık ve delalette görmekten kurtulamamışlardır. Onlara göre mezhep ve fırkalar birbirleriyle teferruatta ihtilafları olduğu için hiçbiri hakk olamaz çünkü hak bir tanedir. Bundan dolayı herkes kendi inaç ve mezhebini hak olarak görüyor ve diğerlerini batıl sayıyor.
Eğer müslümanlar bir mezhebin veya inancın teferruat ve detaylarını imanın temeli ve diğerlerini ise batıl olarak algılarsa o zaman kendi mezhebi içindeki farklı görüşe sahip alim ve müçtehidlerin de bazılarının küfrüne ve görüşlerinin batıllığına, bazılarının da hak olduğuna hüküm vermesi gerekecektir. Çünkü fakih ve müçtehidlerin fıkhi meselelerde ve diğer bazı konuların detay ve teferruatında farklı görüşleri olduğunu biliyoruz. Halbuki müslümanların kayıtsız şartsız kabullenmesi gereken ve görüş belirtme yetkisi olmadığı itikadi ve şeri meselelerin teferruat ve detaylarında fakihlerin görüş ayrılıkları ve farklı fetvaları, ihtilaf ve tefrika değildir ve fakihler de birbirlerinin batıl ve küfrüne fetva vermemişlerdir. Tabiki İslam’ın, Kur’an’ın aleyhine verilen fetva ve görüşler her kim tarafından verilirse verilsin, hiyanet ve batıldır, onların cevabını vermekte yine fakihlerin vazifesidir.
Kur’an-ı Kerim müslümanları vahdete davet ettiği ayetlerde inanç ve itikatta; Tevhid, Nübuvvet ve Mead konusunda vahdet sağlamaya emr ediyor.
2- Fikirde Vahdet
Allah-u teala insanlara dahili hüccet olarak aklı vermiştir. İnsanlar, kendilerine verilen bu akıl ile dünya işlerini düzene koydukları gibi hakk yolu bulup hidayete kavuşurlar. Allah-u teala, insanlar arasında aklı taksim etmiş ama her insan aynı yetenek ve isti’dada sahip değildir. Her insan kendisine verilen aklı aynı ölçüde kullanamaz. Herkes yeteneği ve kapasitesince ondan yararlanır. Dolayısıyla aklını iyi kullanan birisinin anladığı bir birşeyi başka birisi idrak edemeyebilir. İlmi, siyasi, toplumsal ve itikadi bir meseleyi bağnazlık ve taassup olmadan herkes farklı şekilde anlayabilir. Olayları değerlendirme açısından insanlar bir olayı farklı çekillerde yorumlayabilirler. Hiç kimse benim yorumum doğrudur benim dışımdakiler batıldır diyemez. Tabiki bu değişik yorum ve idraklar dini konularda sözkonusu oldunca ancak teferruat ve detaylarda olursa doğru olarak kabul edilir, dinin asıllarında ve değişmez hükümlerinde insanların böyle bir hakkı yoktur.
İki insanın bir konuda tamamen aynı düşündükleri söylenemez, bir olayı tamamen aynı şekilde değerlendirdikleri iddaa edilemez muhakkak görüş ayrılıkları olan noktalar vardır. Bu görüş ayrılıklarının olması birinin hak diğerinin batıl olduğunu göstermez, onlar arasında tefrika olduğu manasına gelmez. İnsanların, ilim ve bilgileri farklı olduğundan ve anlama yetenekleri farklı olduğundan bir meseleyi idrak etmeleri ve olaylara yaklaşımları farklı olacaktır. Düşünce tarzı ve istidadı değişik olduğundan her konuda aynı düşünmeleri imkansızdır.
İnsanların fikri vahdetini ( yani her konuda aynı düşünmek, aynı görüşü benimsemek, hiç görüş ayrılığının olmamasını ) sağlamaya çalışması mantıklı bir fikir olmadığı gibi insanın fikir özgürlüğünü kısıtlamak, düşünme yeteneğini elinden almaktır. Çünkü insanların değişik düşündüğünü, farklı yeteneklere sahip olduğunu ve ilim ve bilgi seviyelerinin neticesinde olayları farklı değerlendirdikleri dikkate alındığında bu fikri vahdeti sağlamanın imkansız olduğu görülecektir. Fikri vahdet oluşturmak istersek bir toplumda bir görüşün dışında bütün görüşleri atmamız gerekecek ve herkes kendi görüşünün doğru olduğunu kabullenip diğerlerini batıl ve yanlış bilmesine sebep olavaktır. Bir insanın kendi görüşünün hak olduğunu iddaa edip mihver olması gerektiğini söylemesi düşünüldüğünde, bu iddaanın tefrika ve fitneyı ne kadar körüklediği görülecektir. Fikri vahdet, dediğimizde insanların her konuda aynı düşünmesi gerektiğini, olayları aynı şekilde değerlendirmeleri gerektiğini ve değişik ve farklı düşüncelerin olamaması gerktiğini kast ediyoruz. Bunun yanısıra şunuda belirtelim, görüş alış verişinde bulunarak müslümanların ve islamın maslahatı için ortak bir görüşe varmak, dayanışma ve diyalog halinde olmak ayrı bir konudur ileride ona değineceğiz.
Evet, fikri vahdet, bütün insanaların aynı düşünmeleri, olayları aynı şekilde değerlendirmeleri imkansız olduğu gibi Allah-u teala da insanlardan böyle bir vahdet istememektedir. Resulullah (s.a.a) hadislerinde ve Ehl-i Beyt İmamları (a.s) nurlu sözlerinde böyle bir vahdete davet etmiyorlar. Bu bağlamda şuna dikkat edilmesi gerekir, bir insan kendi görüşünü hak ölçüsü olarak görüp insanları kendisine tabi olmaya davet edemez, insanın kendisine davet etmesi, ne isimle olursa olsun kendisini ilahlaştırması manasına gelir.
Böyle bir vahdet ancak peygamberler ve imamlar için sözkonusudur. İsmet makamına sahip peygamber ve imamlar Allah-u tealadan aldıkları ilim sayesinde bütün olayların ve düşünce ve fikirlerin başlangıcından sonuna kadar bütün mefsede ve maslahatını, yarar ve zararını, doğruluk ve yanlışlığını, hak ve batıllığını bildiklerinden her konuda ayını düşünür aynı kararı veririler asla görüş ayrılığına düşmezler ve hiçbir konuda ihtilafa düşmezler onun için Peygamberler ve imamların fikri vahdetleride vardır. İmam Humeyni (r.a) şöyle buyuruyor: “Eğer 124 bin peygamber bir arada yaşasalar en küçük bir konuda dahi ihtilaf ve fikir ayrılığına düşmezler.” Ama insanlar böyle bir vahdeti gerçekleştiremeyeceklerinden onlardan böyle bir vahdet istenmemektedir. Eğer birileri böyle bir vahdet istiyorsa bu fikri vahdet değil kendisine tabi olmaya çağırmadır, fikir, düşünce ayrılığını tefrika olarak değerlendiriyorsa bu kendisini tek hak görmesinden kaynaklanıyor bu da en büyük zülmetlerden biridir.
Özetle şöyle diyebiliriz: Fikirde vahdet hedef doğrultusunda bütün konularda ister kulli ve genel meselelerde olsun, ister cuzi ve teferruatta olsun fikir ve düşüncelerin hiçbir fark olmaksızın bir olmasıdır. Elbette bu vahdet türünün insanlardan şu aşamada istenmemesi yalnız zamansal olaraktır, eğer insanlar iman-ı kamil ve akl-ı kamil derecesine ulaşırlarsa bu vahdet gerçekleşecektir.
3- Fikir birliği
Söylediğimiz gibi insanların akıl seviyeleri, akıllarını kullanma yetenekleri farklı ve değişik olduğundan ve değişik ilim ve bilgiye sahip olduklarından farklı düşünürler farklı değerlendirirler. Bu insanın yaşayışının ve dünyevi hayatının gerçeklerindendir.
“Fikir birliği” bir grup insanların bir hedef doğrultusunda bir strateji belirleyip bir siyaset ve metot takip ederek hedefe ulaşmak için ortak bir gürüş etrafında toplanmalarıdır. Toplumda bulunan fertlerin görüşü alınarak , bireylerle istişare ederek en sağlıklı ve en doğru karara ulaşmak için bir gürüş etrafında birleşmektir.
Aynı inancı paylaşan, aynı mezhebe mensup ve aynı islami harekette yer alan müslümanlar temelde bir olduklarından teferruat ve detaylarda farklı görüşlere sahip olsalar da hedef doğrultusunda fikir birliğine varabilirler. Değişik düşünce ve fikirlerden yararlanmak hem sihhatli karar vermeyı sağlar hem de o toplumun tekamülene sebep olur.
Farklı görüşlerden yararlanmak, fikir alış verişinde bulunmak ve toplumda herkesin görüşüne saygı göstermek fertlerin birbirine güven ve itimadını artırır ve hedefe ulaşma yolundaki engelleri ve tefrika vesilelerini yok eder. Bireyler birbirlerinin görüşlerinden yararlanarak hedefe ulaşmak için bir metod ve strateji belirlemeleri onların başarıya ulaşmalarını sağlar. Birilerinin kendilerinden üstün gördükleri birinin görüşünü benimsemesi fikri birliğinin bir parçasıdır. Ama bireylerin görüşü alınmadan insanın kendi görüşünü dayatması ne adına olursa olsun istibdat ve diktatörlüktür. Eğer bir kişinin belirlediği metod ve strateji ile hareket edilirse hedefe ulaşılamayacağı gibi bu tekelciliğe ve tefrikaya yol açar. O zaman oluşturulan islami hareket, takip edilen hedef yerine fert sivrilir ve önplana çıkar ve o ferdin yok olamsıyla o hareket ve hedef de ortadan kalkar. Toplumda tefrika ve fitne daha da çoğalır. Bu gibi hareketlerde fikir birliği oluşamayacağı gibi böyle bir hareket islami ve ideolojik değil ferdi ve şahsi hareket olacaktır.
Fikir birliği, fertlerin farklı düşüncelerine saygı göstererek, bireylerin değişik metod ve stratejilerden yararlanarak hedef doğrultusunda beraberce ortak bir karar vererek mücadele etmektir. Ama fikir ve metod farklılıkları tefrika unsuru sayılmadan.
4- Siyasi Vahdet
Günümüzde müslümanları içten kemiren tefrika hastalığıdır. Farklı mezhep ve tarikatlara sahip olmalarına rağmen aralarında bir siyasi vahdet oluşturmuş olsalardı islam alemi bugün bu durumda olmayacaktı. Teferruattaki mezhebi farklılıkları; fıkhi ve itikadi konulardaki ayrılıkları gündeme getirip birbirlerine saldırmamış olsalardı müslümanlar bölük bölük olmazdı. Müslümanlar birbirlerine kardeş gözüyle bakıp islamın maslahatı için ihtilaflı konuları bir kenara bıraksalardı, birbirlerini tekfir ve munafık ve sapık ilan edecekleri yerine güçlerini birleştirmiş olsardı bugün islam düşmanları müslümanların mukaddesatına dil uzatamayacak, islam topraklarına tecavuz edemeyecek, müslümanların yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömüremeyecek, islam toprakları bu emperyalıstlerin uşaklarının elinde islam düşmanlarının kalesi haline gelmeyecekti.
İşte müslümanların yapması gereken en önemli vahdet siyasi vahdettir. İslam, Kur’an ve Mukaddes yerlere saldıran emperyalistlere karşı güçlerini birleştirmek, tek vücut olmak gerekir. Emperyalistlerin hedefi, Tevhid inancının temellerini yok etmektir, bu inanca sahip olanları kendilerine köle etmektir. Müslümanlar hangi ırka sahip olursa olsun, hangi mezhebe mensub olursa olsun bilmelidirler ki hedef bütün müslümanlardir. İmanın temellerinde bir olan; aynı kitaba inanan, aynı kıbleye yönelen, aynı Peygamberin ümmeti olan, Tevhidi düşünceyi hakim kılmak isteyen müslümanlar ayrılık ve farklı düşünceleri bir kenara bırakıp bu asıllar etrafında birlik oluşturmalıdırlar. Sünni, şia vahdeti, sünnülerin kendi mezheplerini bırakıp şia, şiaların kendi inançlarını terk edip sünni olması değildir. Vahdet, herkesin kendi itikat ve inançını koruyarak ortak düşmana karşı güşlerini birleştirmesi, omuz omuza vererek emperyalistlere karşı, Kur’an’ı, mukaddes toprakları, islamı ve tevhidi düşünceyı korumasıdır. Müslümanların düşmanı, farklı mezhep ve düşünceye sahip müslüman değildir. Bugün emperyalistler sünnisiyle şiasıyla bütün müslümanları hedef almıştır.
Müslümanlar emperyalistlerin körüklemiş oldukları fitne ve tefrika ateşini söndürmek için el ele verseler islam düşmanları arzu ve hedeflerine ulaşamayacaklardır.
Müslümanın dostu sadece müslümandır, mumınlerin velisi sadece mumınlerdir.” Ey iman edenler, benim düşmanımı ve kendi düşmanınızı evliya, dost edinmeyin” , “ Hırıstıyan ve yahudileri kendinize dost edinmeyin” ayetleri müslümanlara düşmanı tanıtıyor. Müslümanlar, dünyevi çıkarları için emperyalistlerle irtibat kurup işbirliği yapmamış olsalardı, bugün müslümanlar bu şekilde zülüm, işkence ve sömürüye maruz kalmazlardı…
5- Kim ile Vahdet
İslami mücadelede en önemli meselelerden birisinin vahdet olduğunu biliyoruz, vahdetin manası, kısımları ve alanlarını anlatmaya çalıştık. İslami vahdetin gerçekleştirilebilmesi için en önemli konulardan biri de “kim ile vahdet” yapılacağıdır. Vahdet yapılacak insanın özellikleri neler olmalıdır? Kim, gelin vahdet oluşturalım, derse olumlu cevap mı verilmesi gerekir? Herkesle vahdet olur mu? İslamın maslahatı diye hiçbir şeye dikkat etmeden diyaloga geçerek vahdet ve birlik kurmalı mı?
Bu soruların cevabı herkese göre farklı olabilir ama cevaplanması gereken sorulardır. Vahdet yapılması gereken kişi ve islami hareketlerde olması gereken özellikler:
1- Gerçekten vahdet istediğini söylem ve eylemleriyle göstermesi gerekir. Birisi hakkında toplumda olumsuz belli yargılara varılmışsa o yargıların yok olması gerekir, insanların kafasındaki yanlış portrenin kaybolması gerekir, vahdet adına insanları kendisine tabi olmaya, kendi çatısı altına almaya davet ediyorsa bu vahdeti araç olarak kullanıyor demektir. Kendisiyle vahdet yapılmak istenen kimse, insana ve topluma güven vermelidir, samimi olmalıdır. Karşılıklı güvenin hasıl olması gerekir.
2- Vahdet yapılmak istenen kişi ve kuruluşla aynı hedefi paylaşmak gerekir; islami vahdet sağlanacak kimselerin toplumda islami kimliklerinin olması gerekir. Toplumdaki fasık, munafık ve islami derdi olmayan insanlarla vahdet yapılamaz, bu hem islama darbe vurur hem de o vahdet yapmak isteyen kurum ve kişilere. Müslümanlarla aynı hedefi paylaşmayan ve mektebe hizmet hedefi olmayanlar, vahdete davet ediyorlarsa onların islam dışı hedefleri olduğunu gösterir, demek ki müslümanları kullanmak ve belli yerlere ulaşmak istiyorlar. Eğer bu gibi insanlar vahdete davet ediliyorsa önce onlar islama davet edilmeli sonra vahdete çağrılmalıdır.
3- Vahdete davet eden özverili ve fedakar olmalıdır. İslami vahdetin sağlanması için önce kendisinin fedakarlık yapması gerekir, eğer karşıdakinden özveri ve fedakarlık beklerse bu vahdet oluşmaz. O fedakarlık yapmazsa ben fedakarlık yapmam, önce o fedakarlık yapsın zihniyeti, vahdetin oluşmasını engelleyen faktörlerden biridir. Müslüman biri, islami vahdet için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır olmalıdır; kişisel çıkarlarından, şahsi görüş ve diretmelerinden vahdet ve kardeşlik için vazgeçebilmelidir.
4- Oluşturulacak vahdetten suiistifade edilmemeli. Hem dışa hem de içe karşı tebiğde varılan birlik ve beraberlik sınırları aşılmamalıdır. Vahdeti kendisi oluşturmuş ve herkesi kendi bünyesinde toplamış imajı verilmemelidir. Yani islami vahdetin oluşmasından şahsi çıkarlar güdülmemelidir.
5- Vahdet yapılan kurum, kuruluş veya şahısların görüşlerine saygı gösterilmeli, benimsenmeyen görüşleri gündeme getirilip güvensizlik ortamı oluşturulmamalı. Birbirlerine bakış açıları müsbet olmalıdır. Bir kuruma karşı müsbet bakılmıyorsa onunla vahdet sağlanamaz veya kendisine müsbet bakmayan, meşru bilmeyen birinin vahdet daveti kabul edilmemelidir.
Netice: İslami vahdet hakkında yapmış olduğumuz bu kısa araştırma yazısının, vahdet ve birlik isteyenlere faydalı olmasını temenni ederiz.
Görüldüğü gibi islami vahdet için bedenlerin değil gönüllerin bir olması gerekiyor. Kur’an, müslümanlardan vahdetin özünü ve hakikatını istiyor, yapmacık ve zahiri bir birliktelik değil. Bunu gerçekleştirmek için de gerçekten büyük çaba ve fedakarlık yapmak gerekir.
Ayet-i celilede belirtildiği gibi vahdeti sağlamak için herkes fedakarlık yapamaz; sabredenler, akıldan büyük nasıp alanlar, şeytanın vesveselerinden Allah’a sığınanlar ancak yapabilirler.
İslami vahdet sağlayabilmek için önce vahdeti teorik ve bilimsel olarak bilmek gerekir. Daha sonra ameli olarak vahdeti yapma yolları araştırılmalıdır. Aksı takdirde şimdiye kadar yapıldığı gibi vahdet adına yapılanlar, ihtilaf, tefrika ve bölük bölük olmaya sebep olacaktır. Tefrikacı ve vahdeti bozan asla belli olmayacak herkes diğerini suçlayacaktır. Ve bunun zararını islam, müslümanlar ve toplum görecektir.
Resulullah (s.a.a.) buyurduğu : “Dünyayı sevmek bütün hataların başıdır” hadisini herkes kendisine örnek alır ve nefsi arzularını bir kenara bırakarak islami vahdet için fedakarlık yaparsa müslümanların vahdeti gerçekleşecektir.
Vesselamu Ale men ittebeel Huda
Kaynak: ruhullah.com
By tr • Muvahhitlerle Vahdet 0 • Tags: Vahdet