MEVLA ALİ (a.s)

Bütün hamt ve övgüler alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salat ve selam peygamberlerin en seçkin ve güzidesi olan Hz. Muhammed Mustafa’ya ve O’nun tertemiz Ehl-i Beyt’ine olsun.

Tarih boyunca hakla batıl hep birbiriyle karıştırılmış böylece çeşitli fırkalara bölünmüşlerdir. Yahudiler 71 fırkaya, Hıristiyanlar 72 fırkaya, İslam ümmeti ise 73 fırkaya bölünmüştür. Bu 73 fırkanın her biri kendisini hak bilmektedir. Acaba gerçekten bunların hepsi hak mıdır? Yoksa bunlardan sadece bir tanesi mi haktır?

Resulullah (s.a.a)’in buyurduğuna göre bunlardan sadece bir tanesi haktır; geri kalanı ise doğru değildir. Bunca fırkalar arasında o hak olan fırkayı nasıl bulmak mümkündür? Bu hak olan fırkayı Resulullah (s.a.a)’in sözlerinde aramak gerekir.

Hz. Peygamber’in, Ehl-i Beyt’ini Nuh’un kurtuluş gemisine benzetmesi, Ehl-i Beyt’le Kur’ân’ı ümmete emanet olarak bırakması, “Ehl-i Beyt’ten öne geçmeyin helak olursunuz; onlardan geri kalmayın yine helak olursunuz” buyurması, O’nları Hıtta kapısına benzetmesi, veya “Ali hak iledir, hak da Ali ile”; “ben ilmin şehriyim, Ali de onun kapısıdır; ilim isteyen o kapıdan gelsin”; “Ali cennetle cehennemi bölendir”; “Ali benden sonra benim vasim ve halifemdir”; “Ali bana nispetle, Harun’un Musa’ya nispeti gibidir”; “Ali başımdaki iki göz gibidir”; “Ali’nin hizbi Allah’ın hizbidir, düşmanlarının hizbi ise Şeytanın hizbidir”; “ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır” diye buyurmuş olduğu sözler, hakkın kimle beraber olduğunu gün ışığı gibi aydınlığa çıkarmaktadır. Ama hakla batıl karıştırılmış olduğundan dolayı bu parlak güneşin önünü bulutlar sarmıştır. Bundan dolayı çoğu insanlar hakkı bulmakta oldukça zorlanıyorlar.

Sıffin savaşında bir adam Hz. Ali (a.s)’ın yanına gelerek şöyle dedi: “Ya Ali! Bu iki gruptan hangisi haktır; her iki tarafta da Resulullah’ın ashabı vardır; Muaviye vahiy katibidir! Resulullah’ın sahabesindendir! Sen de Resulullah’ın damadı, amcasının oğlu ve O’nun kardeşisin?”

Hz. Ali (a.s) onun cevabında şöyle buyurdular: “Hak, şahsiyetlerle tanınmaz; önce hakkı tanı sonra hak ehlini tanırsın; batılı tanı sonra batıl ehlini tanırsın.”

Evet hakkı tanımadan batılı tanımak mümkün değildir; batılı tanımadan hakkı tanımak da mümkün değildir.

Şimdi gelelim Hz. Ali (a.s)’ın hilafet meselesine. Bazıları ellerindeki delillerle hilafetin Hz. Ali’nin hakkı olduğunu söylerler; bazıları akıl ve fikirleriyle Ebu Bekir’in hakkı olduğunu söylerler; bazıları da hilafetin Hz. Ali’nin hakkı olduğunu fakat maslahatın bu olmadığını söylerler.

Ben bu üç grubun görüşlerinin delillerine değinmeksizin şöyle bir soru sormak istiyorum? Acaba üstünlük ne iledir? Üstünlük özet olarak şunlardan ibarettir diyebiliriz:

İman, Cihat, İlim, Masumiyet, Cömertlik, Zahitlik, İbadet, Hilim, Sabır, Keramet, Adalet, Ailevi üstünlük, Peygamber’e yakınlık, Yiğitlik, Takva, Şecaat, Fesahat, belagat vs.

Biz bu özelliklere baktığımızda, Hz. Ali (a.s)’ın herkesten önde geldiğini görmekteyiz. Örneğin; Hiçbir sahabe ilimde onun seviyesi makamında değildir. Ebu Bekir ve Ömer defalarca; “Ali olmasaydı, biz helak olurduk” demişlerdir. Cihat, kahramanlık ve yiğitliğinde yine kimse onun seviyesine çıkamamıştır. Peygambere yakınlığı, Allah’a ve resulüne ilk iman getirmesinde de kimse ondan öne geçememiştir. Üstünlük sayılan diğer özelliklerde de onun ayarında hiçbir kimse yoktur. Bunlar aklen, mantıken onun hilafete herkesten daha layık olduğunu gösterir. Üstelik O’nun hilafetinin Allah ve resulü tarafından belirlendiği ve halka bildirildiğine ait de kitap ve sünnette yüzlerce delil vardır.

Diğerlerini Hz. Ali’den öne geçiren gruplara gelince; onlar araştırmaksızın, karşı tarafın delillerini görmeksizin, babalarından duydukları şeylerle yetinmiş, kendilerini araştırma zahmetine düşürmek istememişlerdir. Eğer hak ve batılın ne olduğunu tanımış olsalardı, artık hayranlıktan kurtulup doğru yolu bulmuş olurlardı.

Ehl-i Sünnet alimleriyle konuştuğumuzda -ki genellikle halifeler hakkında konuşmak istemiyorlar- bizler de Ehl-i Beyti seviyoruz, hatta sizlerden daha çok seviyoruz! diye iddia ediyorlar. Karşılaştığım bir hadiseyi burada nakletmekte yarar görüyorum.

Bir gece Ehl-i Sünnetin büyük alimlerinden olan bir iki alimle Ehl-i Beyt, sahabe ve onların faziletleri hakkında konuşuyorduk. Sünni alim dedi ki; biz Ehl-i Beyti sizden daha çok seviyoruz!!!

Ben de onun bu sözüne karşılık şöyle dedim: Ehl-i Beyt’i kuru kuruya ve sadece dilde sevmek yeterli değildir; sözde ve amelde de onu ispatlamak gerekir. Şimdi sizden şöyle bir soru soruyorum: Ehl-i Beyti sevdiğinizi iddia ettiğinize göre acaba Ehl-i Beyt’in sözlerinden oluşan kaç kitap sizin kitaplarınız arasında vardır? Lütfen onların isimlerini söyleyin.”

Sünni alimi bu sözü duyunca birkaç dakika sustu, sorumu yine tekrarladım yine de cevap vermedi. Galiba Ehl-i Beyt (a.s) hakkında ne kadar kusur ettiklerinin farkına vardı. Bu arada tarihten bazı örnekler verdik. Ravilerin de Ehl-i Beyt hakkında kusur ettiklerini, onların Ehl-i Beyt hakkında ne kadar haksızlık yaptıklarını delillerle vurguladık. Örneğin; Ehl-i Sünnetin büyük kaynaklarından olan Sahih-i Buhari’de, Hz. Peygamber’in yanında 6 ay veya en fazla 1 yıl küsur kalan ve her saatte de Hazretin yanında bulunmayan Ebu Hureyre’den 446  hadis nakledilmiştir. Ama Hz. Peygamber (s.a.a)’in iki torunu olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (a.s)’dan toplam 17 hadis nakledilmiştir; çocukluğundan beri Hz. Peygamber’in yanında bulunan Hz. Ali (a.s)’dan ise 170 hadis nakledilmiştir. Bu Ehl-i Beyt hakkında en büyük zulüm ve haksızlık değil midir?

Ehl-i Beyt’i sevmenin ve onlara sarılmanın manası, onların sözlerine sahip çıkmak, o sözleri yaymak ve yaşam biçimimizi onlara göre ayarlamaktır. Ehl-i Beyt’i seviyorum deyip onların sözlerinden habersiz kalmak, veya onları okumaktan kaçınmak, Ehl-i Beyt’ten habersiz kalmak ve Ehl-i Beyt’ten kaçmak demektir.

Hz. Ali (a.s) gibi büyük bir şahsiyeti tanıtmak benim gibi aciz kulların haddini aşmaktadır. O’nun şahsiyetini olduğu gibi anlatabilmek pek kolay olmadığı gibi bizlere mümkün de değildir. Zira Hz. Peygamber (s.a.a)’in kendisi şöyle buyurmuştur: “Ya Ali! Seni benden ve beni de senden başkası tanıyamaz.”

Bununla birlikte yine de mümkün olduğu kadar O’nların sözlerinden yararlanalım, onları halka anlatalım, Allah Teala’nın bizlere vermiş olduğu böyle büyük bir nimetten istifade edelim. Allah Teala cümlemizi, onların gerçek takipçilerinden kılsın, kıyamet günü bizi onlardan ayırmasın, onların şefaatini bizlere nasip etsin, bu çalışmalarımızı en güzel bir şekilde bizlerden kabul buyursun ve daha nice hizmetler yapmaya bizleri muvaffak eylesin inşaallah.  Amin.

 

Kaynak: Ehlibeyt-nuru