İslâm’da Şİa

TÜM BOYUTLARIYLA
İslâmda Şİa

AllAme m. Hüseyin Tabatabai

Indir

Alleme Tabatabai “Tüm Boyutlarıyla İslam’da Şia” adıyla yayımlanan bu eserini, iki önemli İslam mezhebinden (Şia ve Sünni) biri olan Şia’nın gerçek hüviyetini ortaya koyma gayesi ile kaleme almıştır. Yazar eserinde; “Şia’nın doğuşu ve ilerlemesi, Şia’nın dinî düşünce metodu ve Şia açısından İslami öğretiler” başlıklarına yer vermiştir. Bu eser kitap olarak basılmadan evvel bir süre Amerika’da üniversite bazında ders olarak okutulmuştur. Daha çok el-Mizan adlı tefsiriyle tanınan Şii müellif ve felsefeci olan yazarın tam adı, Allame Seyid Muhammed Hüseyin Tabatabai’dir. 17 Mart 1904 tarihinde Tebriz’de doğmuş ve ilk eğitimini burada almıştır. 1925’te Necef’e giderek Muhammed Hüseyin Isfahani ve Muhammed Hüseyin Naini gibi hocalardan Şii fıkhı, Hüseyin Badkubi’den felsefe, Ebu’l Kasım Hansari’den matematik ve hendese öğrenmiştir. Tabatabai içtihat derecesine ulaşmakla birlikte taklit mercisi olmaya yönelmemiştir. Tabatabai’nin Almanca, Arapça ve Farsça gibi farklı dillerde yayımlanmış birçok eseri bulunmaktadır.

Kitabın “Şia’nın Doğuşu ve Şia’daki Bölünmeler” başlıklı ilk bölümünde yazar, Şiiliğin doğuşunu ve ehlisünnetten kopmasına neden olan ihtilafları ele almıştır. Bu ihtilafların başında gelen hilafet konusunu ve geçirdiği tarihî süreci detaylı bir şekilde incelemiş ve genel anlamda bu sürece dair Şia’nın eleştirilerini ele almıştır. Yazar ilk olarak Şiiliğin başlangıç noktasının Hz. Peygamber’in hayatta olduğu döneme tekabül ettiğini belirtmektedir. Bu durumla ilgili delil getirilen olayları madde madde sıralamıştır (s. 32-34). Bu olaylardan en bilineni olan “Gadir-i Hum” hadisesinin Sünni ve Şii kaynaklarda yer aldığını ayrıca vurgulamıştır. Yazar daha sonra Şia azınlığının ehlisünnet çoğunluğundan kopmasını, ihtilaf sebeplerini ve burada ilk halifenin seçilmesindeki süreci ele alarak Şia’nın bu konuda ki tenkit ve eleştirilerini aktarmıştır. “Ali Şia’sı” diye bir grubun oluşmasına, yapılan bu eleştiriler sonucu karşı tarafın verdiği tepkilerin neden olduğu belirtmiştir. Yazara göre Şiiler, ilk günden beri çağın siyasetine mahkûm kalmışlar ve itirazda bulunmakla da hiçbir yere varamamışlardır. Şiilere göre ilmî mercilik ve Hz. Peygamber’in halifeliği, Hz. Ali’nin özel ve mutlak hakkıdır. Tabatabai, hilafetin Hz. Ali’ye geçene kadarki süreçte görevini ifa eden halifelerin, yanlış gördüğü uygulamalarını ele almış ve bu durumlara dair eleştirilerini detaylıca anlatmıştır. Bu eleştirilerde hadislerin yazılmasına izin verilmemesi, savaş ganimetlerinin durumu, Kur’an-ı Kerim’in bir araya getirilmesindeki süreç gibi konulara yer vermiştir (s. 38-47).

Hz. Ali’nin 4 yıl 9 ay süren hilafetini de ele alan Tabatabai’ye göre Hz. Ali’nin hilafeti, inkılap niteliğinde bir harekettir. Öyle ki Hz. Ali İslam ülkesini ilk önceki durumuna getiremese de üç temel açıdan muvaffak olmayı başarmıştır. Kendi tutum ve davranışlarıyla Hz. Peygamber’in örnek kişiliğini yeni yetişen nesle göstermiş, yıpratıcı onca olay ve işin arasında İslami ilimler ve ilahi öğretilerle ilgili değerli birikimler bırakmış ve bunun yanı sıra İslam bilginlerinden ve dinî kişilerden birçoğunu eğitmiştir. Hz. Ali’nin şehadetinden sonra hilafet, Muaviye’ye intikal etmiş ve daha sonraki süreçte de bir saltanat makamına dönüşmüştür. Yazara göre Muaviye, en başından beri hilafet makamını saltanata dönüştürmek istemiş ve bu arzusunu yerine getirmek için her yolu denemekten çekinmemiştir. Muaviye’nin 20 yıllık saltanatını, Şia için en zor ve can güvenliğinden yoksun kaldığı günler olarak ifade etmiştir. Bu bölümün devamında yazar, Emeviler ve Abbasiler zamanındaki Şia’nın durumunu asırlara ayrılmış şekilde anlatmış ve Şia’nın günümüzdeki durumuna da değinmiştir. Burada hilafetin Emevilerden Abbasilere geçişini ele alan Tabatabai, Abbasilerin Şia’ya karşı tutumunu zalim düşmanların isim değiştirmiş hâli olarak ifade etmiştir (s. 63). Bu bölümde son olarak Şia’daki bölünmeler ele alınmıştır. Tarihî süreçte Şia’nın kendi içerisinde bir takım muhalif sesler ortaya çıkmış ancak bu seslerin birçoğu Zeydiyye ve İsmailiyye fırkaları hariç tarihin tozlu sayfalarında kaybolmuştur. Zeydiyye ve İsmailiyye fırkalarına ise günümüzde Yemen, Hindistan ve Lübnan gibi yerlerde rastlanmaktadır. Bu iki fırkanın, İmamiyye fırkasının dışında bir imamet zincirinden daha farklı zincirleri bulunmaktadır. Hâlihazırda Şiilerin ekseriyetini On İki İmam’a inananlar oluşturmaktadır.

Kitabın “Şia’nın Dinî Düşüncesi” başlıklı ikinci bölümünde yazar ilk önce dinî düşüncenin anlamını, İslam’da dinî düşüncenin kaynağını ve metodunu ele almıştır. Kur’an-ı Kerim, insanlara İslam öğretilerini düşünmek ve onlara varmak için üç yol sunmuştur. Bunlar: Dinî zahirler, akli deliller ve ihlas ile kulluk ederek kazanılan manevi idraktir. Yazar bu üç metodu alt başlıklar hâlinde açarak ele almıştır. Birinci yol olan dinî naslar ve bu nasların zahirine ilişkin yazar, İslami düşüncede delil ve kaynak olan dinî nasların zahirlerinin iki çeşit olduğunu ve bunlardan ilkinin Kitap, ikincisinin ise sünnet olduğunu ifade etmiştir. Yazar burada Kitap ifadesi ile Kur’an’ın ayetlerinin zahiri ifadelerini (anlamı görünen, görünürdeki), sünnet ifadesi ile de Hz. Peygamber’den ve ehlibeytinden elimize ulaşmış olan hadisleri kastetmiştir. İkinci bir yol olan akli araştırmayı ele alırken yazar öncelikle Kur’an-ı Kerim’in akli düşünceyi onayladığını ve onu, dinî düşüncenin bir parçası kıldığını belirmiştir. Bu kısımda yazar, İslam’daki kelami ve felsefi düşünce içerisinde Şia’nın durduğu konumu ele almış ve yazara göre Şia azınlığı ehlisünnet ekseriyetinden ayrıldığı günden bu yana savunduğu görüşler hakkında muhalifleriyle delil üzere tartışmaya koyulmuştur. Ayrıca Şia’nın felsefi düşüncenin ortaya çıkmasında büyük bir etkinliği olduğu gibi bu düşüncenin akli ilimlerin ilerlemesi ve yayılmasında da önemli bir etkisi olduğunu ifade etmiştir. Yazara göre felsefe, filozof İbn Rüşd’ün vefatıyla Sünni çoğunluğun arasından göç ettiyse de Şia içerisinden hiçbir zaman silinmemiştir. Bu konuya dair Hace Nasirüddin Tusi, Mir Damad ve Sadru’l Müteellihin gibi önemli Şii filozofları ve onların yetiştirmiş olduğu öğrencileri örnek göstermiştir (s. 109). Üçüncü yol olan irfan olgusunu ise dinlerin hakikatini idrak etmek amacıyla izlenilen “akli düşünce ve dinî nasların zahiri” yolu karşısında bir yol olarak görmek gerektiğini vurgulamıştır.

Tabatabai, kitabın “İmamiyye Şiası Açısından İslami İnançlar” başlıklı son bölümünde; Allah’ı, Peygamber’i, ahireti ve imamı tanıma esaslarını ele almıştır. Yazar ilk ele aldığı Allah’ı tanıma bahsini sekiz başlık altında incelemiş ve bu başlıklarda Allah’ın varlığının zorunluluğunu, birliğini, zat ve sıfatları gibi konuları incelemiştir. Bu başlıkların yanı sıra da kaza ve kader, insanın seçimleri ve özgürlüğü meselelerine değinmiştir. Allah’ın birliği ile ilgili Hz. Ali’nin Cemel Savaşı’nda soru soran bir kimsenin sorusunu cevapsız bırakmadığını örnek veren yazar, Şia’nın bu tür konulara her ortam ve alanda cevap vermeye önem gösterdiğini ifade etmiştir. Kaza ve kaderle ilgili İmam Cafer Sadık, Allah’ın bir şeyi irade ettiğinde onun ölçüsünü belirlediğini, takdir ettiğinde ise kazasını belirttiğini yani hükmünü verdiğini ve hükmünü verdiğinde de onu uyguladığını beyan etmiştir. Yine insanın seçimleriyle ilgili ise İmam Cafer Sadık, bu konuda ne zorlamanın ne de tam bir serbestliğin olduğunu bilakis bu ikisinin arasında bir yerde olduğunu beyan etmiştir. Peygamber’i tanıma bahsine yazar on bir alt başlıkta değinmiştir. Kur’an’dan anlaşıldığı üzere peygamberlerin beşi dışında hiçbiri şeriat ve din getirmemiştir. Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed de şeriat ve kitap sahibidir ve Müslümanlar ona iman etmiştir. Diğer peygamberlerden istenildiği üzere Hz. Peygamber’den de mucize istenmiştir. Hz. Muhammed’in en önemli mucizesi ise Kur’an-ı Kerim’dir. Tabatabai, ahireti tanıma bahsini yedi başlıkta ele almıştır. İslam’a göre insanın yaşamı ebedîdir yani ruhun bedenden ayrılmasıyla hayat bitmez, insanı sadece başka bir hayata götürür ve bu hayat ahiret hayatıdır. Orada mutlu olanlar dünyada yaptıkları iyilikler sebebiyle mutludur yine orada kötü durumda olanlar ise dünyada yaptıkları kötülükler sebebiyle mutsuzdur.

Yazar bu bölümde son olarak imamı tanıma bahsini ele almıştır. Bu konu Şia’yı ehlisünnetten ayıran en önemli konudur. Yazar bu bahsi on başlık altında incelemiş ve İslam’da imamet ile liderlik konusunun üç açıdan incelenebileceğini bunların; İslam hükûmeti, İslami öğretiler ve hükümleri açıklama ve bilahare toplumu manevi hayatında irşat etmek olduğunu ifade etmiştir. Şia’ya göre İslami toplumun bu üç yönün de zaruri ihtiyacı vardır ve bu konular ile işleri üstlenen kimse, Allah veya Peygamber tarafından tayin edilmelidir. Elbette Hz. Peygamber’in tayini de Allah’ın emri üzerine gerçekleşir. Yazar, bu kısımda birtakım delillerle Hz. Peygamber’in de kendi yerine birini vasi olarak bıraktığını ve bu vasinin de Hz. Ali olduğunu savunmaktadır. Bu konuyla ilgili delil getirdikleri tevatür1 derecesine vardığını söyledikleri hadisler ve bunun dışında delil getirdikleri ayetler vardır. Bunlar; Velayet ayeti ile Gadir, Sefine, Sakaleyn, Hak, Menzilet, Davet-i Aşere-i Akrabin vb. hadislerdir. Yazar bu delillerin her birini açıklamaya çalışmıştır (s. 175-180). Bu kısımda nebi ve imam kavramlarını da karşılaştıran Tabatabai, nebinin Allah tarafından semavi şeriatları ve hükümleri alıp topluma duyuran kişi olduğunu, imamın ise semavi dinleri korumayı üstlenen ve Allah tarafından bu makama seçilen kimse olduğunu ifade etmektedir (s. 184). Nübüvvet ve imamet makamları bir şahısta bulunduğu gibi ayrı ayrı şahıslarda da olması muhtemeldir. Sonuç olarak Şia’ya göre İslam dininde Hz. Peygamber’den sonra İslam ümmeti içerisinde Allah tarafından bir imam tayin edilmiştir. İmamiyye Şia’sında on iki tane imam bulunmaktadır. Yazar, On İki İmam’ın her birinin hayatını kısaca bölüm sonunda ele almıştır. On ikinci imam olan Hz. Mehdi, Allah’ın emri ile gaybeti seçmiştir. Şia’ya göre bu gaybet hayatı bir gün bitecek ve Mehdi tekrar zuhur edecektir.

Herhangi bir görüşe veya mezhebe dair fikir yürütebilmemiz için o görüşü veya mezhebi savunan ve eleştiren kaynakların her birini ele almamız gerekmektedir. Bilhassa bir mezhebi anlamak için ele aldığınız mezhebe aidiyeti olan ve olmayan kimselerin kitaplarının her birini ele almak, farklı taraflarca yazılmış kaynakları okumak daha objektif bir bakış açısı kazanmamıza olanak sağlayacaktır. Önemli Şii düşünürlerinden olan Allame Tabatabai’nin Tüm Boyutlarıyla İslam’da Şia isimli bu eseri, Şii bir yazarın kaleminden Şiilik ve genel kaideleriyle ilgili bilgi edinmek isteyenlere tavsiye edilir.

1 Tevatür kavramı hadis literatüründe yer alan bir terimdir. İslam alimlerinden Seyid Şerif Cürcani, tevatür hadis kavramını şu şekilde açıklamaktadır: “Haber-i mütevatir, ravileri (rivayetçileri) çoklukta o dereceye ulaşan bir haberdir ki âdeta o kadar çok rivayetçinin yalan üzerine birleşmeleri imkânsız olur. Bu durumda rivayet edilen haber hakkında lafız (söz) ve mana tutuyorsa buna, ‘mütevatir-i lafzi’ (sözleri aynı olan doğru rivayet) denir. Eğer hepsinin arasında müşterek manada ittifak olmakla beraber lafızlar (sözler) arasında ihtilaf bulunuyorsa buna, ‘mütevatir-i manevi’ (manası aynı olan doğru rivayet) denir

……………

Allame Tabatabai, Çev. Kadir Akaras ve Abbas Kummi, Kevser Yayınları, İstanbul, 2016, 224 sayfa

ISBN: 978-9756640456

iramcenter.org

……………

Indir