İmam Hüseyin’in (a.s) Dilinden İmam Hüseyin (a.s) ve Kıyamı

İmam Hüseyin (a.s)‘ın MEDİNE VALİSİNE HİTABI

ايُّ هَا اَْلاَمِيرُ انَّ ا اهْلُ بيْتِ ُّ النبَّ وةِ وَ مَعْدِنُ الرِّسَالةِ وَ مُخْتلَفُ المَلَائكَةِ وَ مَهْبطُ َّ الرحْمَةِ بنا فتحَ الـلٕهُ وَ بنا يخْتمُ. وَ يزِيدُ رَجُلٌ شَارِبُ الخَمْرِ وَ قاتلُ َّ النفْسِ المُحْترَمَـةِ مُعْلِـنٌ بالفِسْـقِ وَ مِثْلِـي لَا يبايِـعُ مِثْلَـهُ وَلكِـنْ نصْبِـحُ وَ تصْبحُـونَ وََننْظُـرُ وَ تنْظُـرُونَ اُّ ينـا احَ ُّ ـق بالخِلَافـةِ وَ البَيْعَـةِ.

H. 60. yılın, Recep ayının ortalarında, Muaviye’nin ölmesiyle, oğlu Yezid hilafet makamına geçti. Hilafeti eline alır almaz hemen muhtelif bölgelerin vali ve yöneticilerine mektuplar yazarak onlara Muaviye’nin ölümünü bildirdi. Babası döneminde planlanan veliahtlığını ve kendisi için halktan bu hususta biat alındığını hatırlattı ve onları kendi makamlarında bâki kılarak halktan, kendisi için yeniden biat almalarını emretti.([1]) Aynı içerikte bir mektubu da Muaviye döneminde Medine şehrinin valilik makamına tayin edilmiş olan Velid b. Utbe’ye gönderdi. Velid b. Utbe’ye gönderdiği asıl mektubun yanı sıra küçük bir not ilave ederek Muaviye döneminde oğlu Yezid’e biat etmeyi kabul etmeyen üç meşhur şahsiye en de biat almasını önemle tekit ederek şöyle yazdı:

3 meşhur şahsiyetten de biat almasını önemle tekit ederek şöyle yazdı:

“Hüseyin b. Ali, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr’den biat almak istediğin zaman onlara karşı sert davran; bu hususta onlara, biat etmedikleri sürece, hiç bir şekilde izin verme.”(2)

Velid b. Utbe, Yezid’in mektubunu aldığı günün akşamı, Muaviye’nin önceki valisi olan Mervan b. Hakem’i yanına çağırtıp, Yezid’in mektubu hakkında onunla istişare etti. Mervan b. Hakem ona, “Muaviye’nin ölüm haberi şehirde yayılmadan nce hemen bu birkaç kişiyi kendi yanına çağır ve onlardan Yezid’e biat al.” diye teklifte bulundu.

Velid aynı saatte, bu önemli ve hassas meseleyi ilgili şahıslara söylemek için, davetçi olarak, onların peşi sıra memurlar gönderdi. Velid’in memuru, onun mesajını Mescid-i Nebi’de birlikte oturup sohbetle meşgul olan Hz. Hüseyin (a.s) ve Abdullah b. Zübeyr’e ulaştırdı. Abdullah b. Zübeyr gece vakti teklif edilen böyle bir dave en korkuya kapıldı. İmam Hüseyin (a.s), Velid ile görüşmeden önce meseleyi Abdullah b. Zübeyr’e açıklayarak şöyle dedi:

“Öyle sanıyorum ki Benî Ümeyye’nin tağutu Muaviye b. Ebi Süfyan helak olmuştur (ölmüştür), bu dave en maksat da oğlu Yezid için biat almaktır.”

Musîru’l-Ahzan kitabının naklettiğine göre, İmam Hüseyin (a.s) kendi görüşünü  teyit etmek için şunu da ekledi:

“Ben uykuda, Muaviye’nin evinden alevlerin yükseldiğini ve minberinin altüst olduğunu gördüm.”

Bunun üzerine İmam Hüseyin (a.s), yâranından ve yakın akrabasından otuz kişiye silahlarını kuşanarak, kendisiyle birlikte hareket etmelerini, meclisin dışında hazır bir vaziyette bekleyip gerektiğinde kendisini savunmak için harekete geçmelerini emretti.

İmam (a.s) tahmin ettiği gibi Velid, Muaviye’nin ölümünü İmam’a bildirerek Yezid’e biat etme konusunu gündeme getirdi.

İmam Hüseyin (a.s), Velid’e cevap olarak şöyle buyurdu:

“Benim gibi birisinin gizli olarak biat etmesi doğru değil, sen de böyle bir biate razı olmamalısın. Bütün Medine halkını, biatlerini yenilemek için davet e iğinde, biz de bu işi yapmaya karar alırsak, o mecliste diğer Müslümanlarla birlikte biat ederiz.”

Yani böyle bir biat Allah rızası için değil, halkın ilgisini toplamak içindir. Bu yüzden yapılacak olursa alenen yapılması icap eder.

Velid, İmam’ın (a.s) bu sözünü kabul edip biatin illa da gecenin o saatinde gerçekleşmesinde fazla ısrar etmek istemedi.

İmam Hüseyin (a.s), oradan ayrılmak için çıkmak üzereyken, orada hazır bulunan Mervan b. Hakem, ima ve işaretle Velid’e şunu anlatmak istedi: “Gecenin bu saatlerinde, böyle gizli bir mecliste Hz. Hüseyin’den (a.s) biat almadığın takdirde artık oluk oluk kan dökmedikçe onu biate zorlayamazsın. Bu yüzden biat etmediği sürece onun buradan ayrılmasına müsaade etme ve biat etmezse Yezid’in emre iği gibi boynunu vur.”

İmam (a.s), Mervan’ın bu tutumunu görünce ona hitap ederek şöyle buyurdu:

“Ey Zerka’nın çocuğu!([2]) Sen mi beni öldüreceksin yoksa Velid mi? Yalan söyledin ve günah işledin.”


Sonra da Velid’in kendisine hitaben şöyle buyurdu:

“Ey vali! Bizler, nübüvvet hanedanı ve risalet madeni, meleklerin gidip geldiği (dolaştığı) ve Allah’ın rahmetinin (kendilerine) indiği kimseleriz. Allah Teâlâ İslam’ı, bizimle (Hz. Muhammed’le) başlatmış ve bizimle (Hz.Mehdi ile) sona erdirecektir. Ama benden kendisine biat almak istediğin kimse, şarap içen, elini suçsuz insanların kanına bulayan, ilahi emirleri ayaklar altına alan, alenen ve halkın gözü önünde fısk-u fücura başvuran bir şahıstır. Acaba benim gibi parlak bir geçmişe sahip ve soylu bir aileye mensup bir kimsenin böyle fasit bir adama biat etmesi doğru olur mu? Fakat bu hususta biz ve siz geleceği nazara almalıyız; o zaman da hilafet ve biat makamına hangimizin daha layık olduğunu göreceksiniz.”

Velid’in meclisinde çıkan gürültü patırtı ve İmam’ın (a.s) da Mervan’a karşı bağırarak konuşması Hz. Hüseyin’in (a.s) kendisiyle birlikte gelen dostlarını tedirgin edince, onlardan bir grup meclise girdiler. Velid’in, İmam’ın (a.s) biat edeceğine ve onun teklifini kabul edeceğine dair ümidini suya düşüren bu konuşmadan sonra, İmam (a.s) meclisi terk etti.([3])

[1] – Muâviye’nin, Yezid için biat alma olayı İslam tarihinin en büyük cinayetlerindendir. Bu konu, değerli “el-Gadir” kitabının 10. cildinde geniş bir şekilde nakledilmiştir. Arapça metni şöyledir:

خُذِ الحُسَيْنَ وَ عَبْدَالـلٕهِ بنَ عُمَر وَ عَبْدَالـلٕهِ بنَ زُبيْر اخْذًا شَدِيدًا ليْسَتْ فيهِ رُخْصَةٌ حَتٕي يبايعُوا وَال َّ سلَامُ.

[2] – “Zerka” kendi zamanının, adı kötüye çıkan kadınlarından olan Mervan’ın büyük annesidir. Arapça metni şöyledir:

يَابنَ الَّ زرْقاءِ انتَ تقْتلُني امْ هُوَ كَذِبتَ وَ اثمْتَ؟

[3] – Taberî, c. 7, s. 216-218. İbn Esir, c. 3, s. 263-264. el-İrşad, 200. Musîru’lAhzan, s. 10. Maktel-i Harezmî, c.1. s. 182. el-Lühuf, s. 19.

MERVAN B. HAKEM’E CEVABI

انَّ ـا لـلٕهِ وَ انَّ ـا اليْـهِ رَاجِعُـونَ وَ عَلَـي الاِسْـلَامِ َّ السـلَامُ اذْ بلِيَـتِ اْ َّ ُلاُمـةُ بـرَاعٍ مِثْـلِ يزِيدَ، وَ لقَدْ سَمِعْتُ جَدِّي رَسُولَ الـلٕهِ صََّ لي الـلٕهُ عَلَيْهِ وَ آلهِ يقُولُ: الخِلَافةُ مُحََّ رمَـةٌ عَلٰـي آلِ ابـي سُـفْيانَ فَـاِذَا رَايتُـمْ مُعَاوِيَـةَ عَلٰـي مِنْبَـرِي فابقَـرُوا بطْنَـهُ وَ قَـدْ رَآهُ اهْـلُ المَدِينـةِ عَلَـي المِنْـبرِ فلَـمْ يبْقَـرُوا فابتلَاهُـمُ الـلٕهُ بيزِيـدِ الفَاسِـقِ.

“el-Lühuf” ve diğer tarih kitaplarının naklettiğine göre Hüseyin b. Ali (a.s), evinin dışında Mervan b. Hakem’i gördüğü gecenin sabahı, Mervan kendisine şöyle dedi: “Ey Eba Abdillah! Ben senin hayrını istiyorum, size bir teklifim vardır. Kabul ederseniz sizin hayır ve yararınıza olur.” İmam, “Teklifiniz nedir?” diye sordu. Mervan şöyle dedi: “Dün gece Velid b. Utbe’nin meclisinde arz edildiği gibi hemen Yezid’e biat ediniz. Çünkü bu iş senin, hem dinin ve hem de dünyan için daha faydalıdır.”

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:

“İnna lillah ve inna ileyhi raciun. Müslümanlar Yezid gibi bir hükümdara duçar olduğunda artık İslam’la vedalaşmak gerekir. Evet, ben ceddim Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: ‘Hilafet Ebu Süfyan hanedanına haramdır. Bir gün Muaviye’yi minberim üzerinde görecek olursanız onun karnını yarın.’ Ama Medine halkı, onu Peygamber’in (s.a.a) minberi üzerinde gördükleri hâlde öldürmediler. Şimdi Allah Teâlâ onları (Muaviye’den daha kötü olan) fasık Yezid’e müptela etti.”([1])

[1] – el-Lühuf, s. 20. Musîru’l-Ahzan, s. 10. Maktel-i Avalim, s. 53. Maktel-i Harezmî, c. 1, s.185.

RESULULLAH’IN(S.A.A) KABRİNİN YANINDA

ا َّ لسَـلامُ عَلَيْـكَ يَـا رَسُـولَ الـلٕهِ انـا الحُسَـيْنُ بْـنُ فاطِمَـةَ فرْخُـكَ وَابْـنُ فرْخَتِـكَ وَ سِـبْطُكَ الَّ ـذي خََّ لفْتَـهُ فِـي اَّ متِـكَ فاشْـهَدْ يَـا نبِ َّ ـي الـلٕهِ انَّ هُـمْ خَذَلـوني وَ لـمْ يحْفَظُـوني وَ هٰـذِهِ شَـكْوايَ اليْـكَ حَتٕـي القَـاكَ…

Hatib Harezmî’nin nakle iğine göre,([1]) İmam Hüseyin (a.s) Velid’in meclisinden çıktığı gece, Resulullah’ın (s.a.a) türbesine girip kabrinin kenarında durdu ve ceddine şöyle seslendi:

“Selam olsun sana ey Allah’ın elçisi, ben senin yavrun ve kızın Fatıma’nın oğlu Hüseyin’im: Ben ümmetinin arasında onların hidayeti ve önderliği için senin halife kıldığın torununum. Ey Allah’ın Peygamber’i! Şahit ol ki onlar bana yardımda bulunmadılar ve beni korumadılar. İşte bunlar, seninle yeniden görüşünceye dek var olan şikâyetlerimdir.”

[1] – Maktel-i Harezmî, c. 1. s. 186. Maktel-i Avalim, s. 54.

YİNE RESULULLAH’IN (S.A.A) KABRİNİN YANINDA

اللٕـهَُّ م اَّ ن هٰـذَا قبْـرُ نبيِّـكَ مُحََّ مـدٍ صََّ لـي الـلٕهُ عَلَيْـهِ وَ آلـهِ وَ انـا ابْـنُ بنْـتِ نبيِّـكَ وَ قَـدْ حَضَـرَني مِـنَ الاَمْـرِ مَـا قَـدْ عَلِمْـتَ. اللٕـهَُّ م انـي احِ ُّ ـب المَعْـرُوفَ وَ انكِـرُ المُنْكَرَ وَ اسْأَلكَ يا ذَا الجَلَالِ وَاْلْاِكْرَامِ بحَقِّ القَبْرِ وَ مَنْ فيهِ اَّ لا اخْترْتَ لي مَـا هُـو لـكَ رِضـيً وَ لرَسُـولكَ رِضـيً.

İmam Hüseyin (a.s) hareket etmeye karar aldığı günün ertesi gecesi, ikinci kez yine Hz. Peygamber’in (s.a.a) kabrinin ziyaretine nail oldu. Şu sözlerle yine ceddi Resulullah’a (s.a.a) halini bildirdi:

“Allah’ım! Bu senin peygamberin Muhammed’in (s.a.a) kabridir; ben ise senin Peygamber’inin kızı Fatıma’nın oğluyum. Şu anda senin bildiğin bir olayla karşılaşmış bulunuyorum. Allah’ım! Ben iyiliği severim, kötülükten hoşlanmam. Ey celal ve ikram sahibi olan Allah! Bu kabrin ve bu kabrin içerisinde yatan şahsın hürmetine benim için, senin ve Peygamber’inin rızasına uygun olan bir yolu mukadder eyle.”([1])

Harezmî’nin nakle iğine göre, İmam Hüseyin (a.s) o gece sabaha kadar Peygamber’in kabrinin kenarında Rabbiyle münacat ve ibadetle meşgul oldu; öyle ki bu münaca a, savaş meydanlarının kahramanı İmam Ali’nin (a.s) oğlu İmam Hüseyin’in (a.s) ağlayıp sızlama, yalvarıp yakarma sesleri etra a duyuluyordu…

[1] – Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 186. Maktel-i Avalim, s. 54.

ÜMMÜ SELEME’YE CEVABI

يَـا اَّ مـاهُ وَ انـا اعْلَـمُ انـي مَقْتـولٌ مَذْبـوحٌ ظُلْمًـا وَ عُدْوَانـا وَ قـدْ شَـاءَ عََّ ـز وَ جَ َّ ـل انْ يـري حَرَمِـي وَ رَهْطِـي مُشََّ ـردينَ وَ اطْفَالـي مَذْبوحِـينَ مَأْسُـورِينَ مُقََّ يدِيـنَ وَهُـمْ يسْـتغِيثونَ فَـلَا يجِـدُونَ ناصِـرًا …

Merhum Ravendî ve Bahranî([1]) ile diğer muhaddislerin naklettiğine göre, Resulullah’ın (s.a.a) hanımı Ümmü Seleme, İmam Hüseyin’in (a.s) hareket etmesinden haberdar olduğunda Hazretin huzuruna gelip şöyle dedi:

“Irak’a doğru hareket etmekle beni üzme. Çünkü ben ceddin Resulullah’ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: ‘Yavrum Hüseyin, Irak toprağında, Kerbela adında bir yerde öldürülecektir.”(2) İmam Hüseyin (a.s) Ümmü Seleme’ye cevaben şöyle buyurdu:

“Anneciğim! Sanma ki bu olaydan yalnız senin haberin var. Kendim senden daha iyi biliyorum, ben zulümle öldürüleceğim, haksızca başımı bedenimden ayıracaklar. Allah Teâlâ, haremimin (eşimin) ve ailemin avare olmalarını, çocuklarımın şehit ve esir düşüp esaret zincirine vurulmalarını ve onların yardım diledikleri hâlde kendilerine yardımcı bulamayacaklarını bizzat görmek istiyor…”

[1] – Haraic, s. 26. Medinetü’l-Meâciz, s. 244. 2- Arapçası şöyledir: …لَا تحْزَني بخُرُوجِكَ الي العِرَاقِ

İMAM’IN (A.S) VASİYETNAMESİ

هٰـذَا مَـا اوْصِـي بـهِ الحُسَـينُ بـنُ عَلِـي الٰـي اخِيـهِ مُحََّ مَـدِ بْـنِ الحَنَفَِّ يـةِ اَّ ن الحُسَـيْنَ يشْهَدُ انْ َلَا الهَ اَّ لا الـلٕهُ وَحْدَهُ َلَا شَرِيكَ لهُ وَ اَّ ن مُحََّ مدًا عَبْدُهُ وَ رَسُولهُ جَاءَ بالحَـقِّ مِـنْ عِنْـدِهِ وَ اَّ ن الجََّ نـةَ حَ ٌّ ـق وَ َّ النـارَ حَ ٌّ ـق وَ َّ السـاعَةَ آتيَـةٌ َلَا رَيْـبَ فيهَـا وَ اَّ ن الـلٕهَ يبْعَـثُ

مَـنْ فِـي القُبُـورِ وَ انـي لـمْ اخْـرُجْ اشِـرًا وََلَا بطِـرًا وََلَا مُفْسِـدًا وََلَا ظَالمًا وَ انَّ مَا خَرَجْتُ لطَلَبِ الاِصْلَاحِ في اَّ مةِ جَدِّي صََّ لي الٕـلهُ عَلَيْهِ وَ آلـهِ ارِيـدُ انْ

آمَـرَ بالمَعْـرُوفِ وَ انهـي عَـنِ المُنْكَـرِ وَاسِـيرَ بسِـيرَةِ جَـدِّي وَ اِبـي عَلِـيِّ بْـنِ ابـي طَالـبٍ فمَـنْ قبِلَنِـي بقَبُـولِ الحَـقِّ فالـلٕهُ اوْلٰـي بالحـقِّ وَ مَـنْ رََّ د عَلَ َّ ـي هٰـذَا اصْبـرُ حَتٕـي يقْضِـيَ الـلٕهُ بيْنـي وَ بيْـنَ القَـومِ وَ هُـوَ خَيْـرُ الحَاكِمِـينَ وَ هٰـذِهِ وَصَِّ يتـي اليْـكَ يـا اخِـي وَ مَـا توْفيقِـي اَّ لا بالـلٕهِ عَلَيْـهِ توََّ كلْـتُ وَ اليْـهِ اِنيـبُ.

İmam Hüseyin (a.s), Medine’den Mekke’ye hareket ettiği vakit bu vasiyetnameyi yazıp mühürleyerek kardeşi Muhammed Hanefiye’ye verdi:

“Bismillahirrahmanirrahim. Bu Hüseyin b. Ali’nin, kardeşi Muhammed Hanefiye’ye olan vasiyetidir. Hüseyin şehadet ediyor ki, Allah’tan başka bir ilah yoktur. Muhammed (s.a.a) de onun kulu ve elçisidir, hak dini (İslam’ı) Allah’tan (bütün âlemlere) getirmiştir. Cennet ve cehennem haktır, kıyamet günü vuku bulacaktır; onun vuku bulmasında hiçbir şüphe yoktur. Allah Teâlâ, (böyle bir günde) bütün insanları diriltecektir. Ben azgınlık, makam, fesat ve zulüm yapmak için Medine’den ayrılmadım.

Ben ceddimin ümmetini ıslah etmek, marufa emir, münkerden nehyetmek, ceddim Resulullah (s.a.a) ve babam Ali b. Ebi Talib’in yolunu ihya etmek için kıyam ettim. Öyleyse kim bu gerçeği benden kabul ederse (bana itaatte bulunursa) Allah’ın yolunu kabul etmiştir ve kim de bunu reddederse (bana itaatte bulunmazsa), Allah benimle bu kavmin arasında hükmedene kadar sabrederim (kendi yolumu tutup giderim). Allah hükmedenlerin en hayırlısıdır. Kardeşim! İşte bu benim sana olan vasiyetimdir. Tevfik Allah’tandır; O’na tevekkül ediyorum ve dönüşüm de yine O’na doğrudur.”([1])

İmam Hüseyin (a.s), Mervan ile Velid’e verdiği cevaplarda kendi kıyam ve mücadelesinin ilk sebebini ve Muaviye oğlu Yezid’e karşı muhalefetinin nedenini açıkça ortaya koymuştur. İmam (a.s) Medine’den hareket ettiği zaman vasiyetnamesinde, kıyamının bir başka sebebinin de, emr-i maruf ve nehyi münker ile Yezid hükümetinin sebep olduğu gayri insanî ve İslamî uygulamalara ve bozukluklara karşı mücadeleden ibaret olduğuna işaret ederek şöyle buyurmaktadır:

“Eğer onlar benden biat etmemi istemeseler bile, ben yine de sessiz kalmayacağım. Çünkü benim, hilafet düzeniyle muhalefet etmem, sadece Yezid’e biat etmek meselesi üzerinde değildir ki, onlar biat hususunda sustukları vakit ben de susmayı tercih edeyim. Belki Yezid ile ailesinin varlığı, zulüm ve fesadın yayılmasına sebep olduğu gibi, İslam ahkâmının da değişmesine sebep olmuştur. Bana düşen vazife, bu bozuklukları düzeltmek, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak, ceddim Resulullah’ın (s.a.a) yolunu ihya etmek, babam Ali’nin (a.s) sünnetini diriltmek, adaleti yaymak, Benî Ümeyye hanedanının düzensizliklerini kökünden temizlemek için kıyam etmektir. Böylece, bütün dünya bilmelidir ki, Hüseyin, makam ve servet peşinde olmadığı gibi fesat ve bozgunculuk çıkaran bir şahıs da değildir.”

[1] – Maktel-i Harezmî, c. 1, s.188. Maktel-i Avalim, s. 54.

MEDİNE’DEN ÇIKARKEN SON SÖZÜ

﴿ فخَرَجَ مِنْهَا خَائفًا يَترََّ قبُ قالَ رَبِّ نجِّني مِنَ القَوْمِ َّ الظالمِينَ﴾لَا وَالـلٕهِ لَا افارِقهُ حَتٕي يقْضِيَ الـلٕهُ مَا هُوَ قاضٍ.

İmam (a.s)Medine şehrini ardında bıraktığında Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkması ve firavunilere karşı savaşa hazırlanmasıyla ilgili olan şu ayeti okudu:

(Musa) korku içinde etrafı gözetleyerek oradan ayrıldı. “Rabbim! Beni zalim topluluktan kurtar.”([1]) dedi.([2])

İmam Hüseyin (a.s), kendi hareketinde, Abdullah b. Zübeyr’in aksine, yolcuların, kervanların ve herkesin gi iği ana yolu tercih etti. Bu hususta, İmam’ın (a.s) dostlarından biri İmam’a şöyle bir teklifte bulundu: “Sizin de Abdullah b. Zübeyr gibi küçük dağ yollarından birini seçip de o yoldan gitmeniz daha iyi olur. Böylece Yezid’in adamları sizi takip edip size bir darbe vurmak isterlerse buna muvaffak olamazlar.” İmam (a.s) bu teklife karşılık şöyle buyurdu:

“Hayır, Allah’a andolsun ki ben herkesin gittiği ve bilinen ana yoldan ayrılmayacağım; dağlara çöllere koyulmayacağım ta ki Allah’ın isteği tahakkuk bulsun.”(3)

[1] 19- Kasas, 21.

[2] – Taberî, c. 7, s. 222. el-Kâmil, İbn Esir, c. 3, s. 265. el-İrşad, Şeyh Müfid, s. 202.

3- Taberî, c. 7, s. 222. el-Kâmil, İbn Esir, c. 3, s. 265. el-İrşad, Şeyh Müfid, s. 202. Maktel-i Harezmî, c. 1, s.189.

MEKKE’YE GİRERKEN

﴿ وَ لَّ ما توََّ جهَ تلْقَاءَ مَدْينَ قالَ عَسي رَبي انْ يهْدِيني سَوَاءَ َّ السبيلِ.﴾

İmam (a.s), Medine ile Mekke arasındaki mesafeyi beş gün içerisinde kat ettikten sonra, Şaban ayının üçüncü günü cuma akşamı Mekke-i Mükerreme’ye girdi; şehre girerken şu ayeti tilavet etti:

(Musa) Medyen’e doğru yöneldiğinde, “Umarım, Rabbim beni doğru yola iletir.”([1]) dedi.([2])

[1] – Kasas, 22.

[2] – Taberî, c. 7, s. 222-271. el-Kâmil, İbn Esir, c. 3, s. 265, el-İrşad, Şeyh Müfid, s. 200. Maktel-i Harezmî, c.1, s.189.

ABDULLAH B. ÖMER’E CEVABI

يَـا اَبـا عَبْدِ َّ الرحْمٰـنِ امَـا عَلِمْـتَ اَّ ن مِـنْ هَـوَانِ ُّ الدنيـا عَلَـي الـلٕهِ اَّ ن رَأْسَ يحْيـي بـنِ زَكَرِيَّ ـا اهْـدِيَ الٰـي بغِـيّ مِـنْ بغَايـا بنـي اسْـرَائيلَ؟ امَـا تعْلَـمُ انْ بنـي اسْـرَائيل كَاُنـوا يَقْتلُـونَ مَـا بيْـنَ طُلُـوعِ الفَجْـرِ الٰـي طُلُـوعِ َّ الشـمْسِ سَـبْعِينَ نبيـا ثُ َّ ـم يجْلِسُـونَ فِـي اسْـوَاقِِهِمْ يبيعُـونَ وَ يشْـترُونَ كَاَنْ لـمْ يصْنعُـوا شَـيْئا فَلَـمْ يعَجِّـلِ الـلٕهُ عَلَيْهِـمْ بـلْ امْهَلَهُـمْ وَ اخَذَهُـمْ بعْـدَ ذٰلـكَ اخْـذَ عَزِيْـزٍ ذي انتقـامٍ اتَّ ـقِ الـلٕهَ يـا اَبـا عَبْدِ َّ الرحْمٰـنِ وَلَا تدَعَ َّ ـن نصْرَتِـي.

İmam Hüseyin (a.s), Mekke’ye girdiği sıralarda Abdullah b. Ömer, müstehap Umre amellerini ve şahsi işlerini yapmak için Mekke’de kalmaktaydı. İmam’ın (a.s) Mekke’ye girdiği ilk günlerde o da Medine’ye dönmeye karar verdi. İmam’ın (a.s) huzuruna gelip ona Yezid ile sulh ve biat etmeyi teklif etti, İmam’ı(a.s) tağuta karşı muhalefet etmenin ve ona karşı savaşa girmenin tehlikeli sonuçlarından sakındırdı. Hârezmî’nin nakline göre İmam’a (a.s) şöyle dedi:

“Ya Eba Abdullah, halk Yezid’e biat etti, dirhem ve dinar da onun elindedir, halk ister istemez ona yönelecektir. Bu hanedanın eskiden beri size karşı düşmanlıkları olduğu için, ona muhalefet ettiğin takdirde öldürülmenden ve hakeza bir grup Müslümanın da bu yolun kurbanı olmasından korkuyorum.Ben Resulullah’tan (s.a.a) şöyle buyurduğunu duydum: ‘Hüseyin öldürülecektir, halk ona yardım etmekten el çekerse zillet ve hakirliğe düçar olur.’ Sen de diğer insanlar gibi biat et ve Müslümanların kanının dökülmesinden sakın.”([1])

İmam (a.s) çeşitli insanlarla konuştuğunda, onların her birine akıl, idrak ve basiretleri miktarınca münasip cevaplar veriyordu; Abdullah b. Ömer’in teklifi karşısında da şöyle cevap verdi:

“Ey Eba Abdurrahman! Biliyor musun, dünya, Allah katında o kadar hakirdir ki Yahya b. Zekeriya([2]) gibi büyük bir peygamberin kesilmiş başı, Benî İsrail’in kötü ve zinakârlarından birisine hediye olarak gönderildi. Beni İsrail (yüce Allah’a karşı öyle muhalefet e i ki) şafak vaktinden güneş doğuncaya kadar, tam yetmiş peygamber katlettiler. Sonra, sanki hiçbir cinayet işlememişler gibi, pazar yerlerinde oturup alış verişleriyle meşgul oldular.”

“Allah Teâlâ, onlara azap göndermede acele etmedi, onlara biraz mühlet verdi, sonra intikam sahibi, muktedir olan Allah, onları sert bir şekilde cezalandırdı.”

İmam (a.s), sonra şöyle buyurdu:

“Ey Eba Abdurrahman! Allah’tan kork ve yardımını bizden esirgeme.”([3])

Şeyh Saduk’un (r.a) naklettiğine göre, Abdullah b. Ömer kendi teklifinden netice alamadığını görünce İmam’a(a.s) şöyle dedi: “Ya Eba Abdullah, bu ayrılık vaktinde, Resulullah’ın (s.a.a) bedeninizden defalarca öptüğü yeri müsaade edin ben de öpeyim.” İmam (a.s) elbisesini yukarı çekince Abdullah, hazretin göğsünün alt kısmını üç defa öptü ve ağlayarak şöyle dedi: “Ya Eba Abdullah, Allah’a emanet ol; çünkü sen bu seferde öldürüleceksin.”([4])

[1] – Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 190.

[2] – Kur’ân-ı Kerim’de, diğer meşhur peygamberler gibi Hz. Yahya’nın da özellikle Meryem suresinde zühd ve takvasından söz edilmiştir. Hz. Yahya zamanın padişahının iffetsiz kızı “Salume”nin vesvesesiyle feci bir şekilde katledildi.

[3] – el-Lühuf, s. 26. Musîru’l-Ahzan, s. 20.

[4] – el-Emali, Şeyh Saduk, Meclis: 30.  اسْتَوْدِعُكَ الـلٕهَ يا ابا عَبْدِ الـلٕهِ

BENÎ HAŞİM’E MEKTUBU

بسْـمِ الـلٕهِ َّ الرحْمٰـنِ َّ الرحِيـمِ. مِـنَ الحُسَـيْنِ بـنِ عَلِـي الٰـي مُحََّ محمـدِ بـنِ عَلِـي وَ مَـنْ قبلَـهُ مِـنْ بنِـي هَاشِـم. اَّ مـا بعْـدُ: فَـاَِّ ن مَـنْ لحِـقَ بـي اسْتشْـهَدَ وَمَـنْ تخََّ لـفَ لـمْ يُـدْرِكِ الفَتْـحَ، وَ َّ السـلَامُ.

İbn Kavleveyh, “Kamilü’z-Ziyarat” adlı kitabında şöyle naklediyor: “Hüseyin b. Ali (a.s), Mekke’den kardeşi Muhammed Hanefiye ve Benî Haşim’den olan bazı şahıslara şu mektubu yazdı:

“Bismillahirrahmanirrahim. Hüseyin b. Ali’den, Muhammed b. Ali ve Haşim ailesinden yanında bulunan diğer şahıslara. Allah’a hamd, Peygamber’e salât ve selamdan sonra, sizlerden, herhangi biriniz bu seferde bana eşlik ederse şehadete kavuşur; benimle beraber olmaktan çekinen kimseler ise, zafere ulaşmayacaktır. Vesselam.”([1])

[1] – Kâmilu’z-Ziyarat, s. 75.

BASRA HALKINA MEKTUBU

اَّ مـا بعْـدُ: فـاَِّ ن الـلٕهَ اصْطَفٰـي مُحََّ مـدًا صََّ لـي الـلٕهُ عَلَيْـهِ وَ آلـهِ مِـنْ خَلْقِـهِ وَ اكْرَمَـهُ بنبَّ وتـهِ وَاخْتَـارَهُ لرِسَـالتهِ ثَّ ـم قبضَـهُ اليْـهِ وَقَـدْ نصَـحَ لعِبَـادِهِ وَ بَّ لـغَ مَـا ارْسَـلَ بـهِ وَ كَُّ نـا اهْلَـهُ وَ اوْليائـهُ وَ اوْصِيائـهُ وَ وَرَثتَـهُ وَ احَ َّ ـق َّ النـاسِ بمَقَامِـهِ فِـي َّ النـاسِ فاسْـتأْثرَ عَلَيْنَـا قَوْمُنـا بذٰلـكَ فرَضِينـا وَ كَرِهْنـا الفُرْقَـةَ وَ احْببْنـا العَافيـةَ وَ نحْـنُ نعْلَـمُ انَّ ـا احَ ُّ ـق بذٰلـكَ الحَـقِّ المُسْـتحَقِّ عَلَيْنـا مَِّ مـنْ تـوََّ لاهُ وَ قَـدْ بعَثْـتُ رَسُـولي اليْكُـمْ بهٰـذَا الكِتَـابِ وَ انـا ادْعُوكُـمْ الٰـي كِتَـابِ الـلٕهِ وَ سَُّ ـنةِ نبيِـهِ فَـاَِّ ن ُّ السَّ ـنةَ قَـدْ امِيتَـتْ وَ البدْعَـةَ قَـدْ احْييَـتْ فَـاِنْ تسْـمَعُوا قوْلـي اهْدِكُـمْ الٰـي سَـبيلِ َّ الرشَـادِ وَ َّ السَـلامُ عَلَيْكُـمْ وَ رَحْمَـةُ الـلٕهِ وَ برَكَاتـهُ.

Taberî’nin naklettiğine göre, İmam Hüseyin (a.s) Mekke’ye girdikten sonra, Basra şehrindeki, Malik b. Mesme el-Bekrî, Mesud b. Amr ve Müncir b. Carud gibi kabile reislerine bir mektup yazdı. Mektubun metninin tercümesi şöyledir:

“Allah’a hamd, Peygamber’e salât ve selam olsun. Allah Teâlâ Muhammed’i (s.a.a) insanların arasından seçti. Peygamberliğiyle ona ikramda bulundu, onu kendi risaleti için şereflendirdi.

Sonra insanlara nasihat edip, onları hidayet ettiği ve kendisine verileni halka ulaştırdığı (peygamberlik vazifesini yaptığı) bir hâlde, onun ruhunu aldı. Biz de onun ailesi, evliyası, vasi ve varisleri idik ve insanlar arasında onun makamına daha lâyık olan kişilerdik; fakat bir grup, bizden ileri geçip bu hakkı bizden aldılar.

Bizim, bu hakka onlardan daha lâyık ve onlardan daha üstün olduğumuzu bildiğimiz hâlde, Müslümanların arasında fitne, ihtilaf ve ayrılık çıkmaması, düşmanların onlara musallat olmaması için bu duruma rıza gösterip Müslümanların rahatını, kendi hakkımıza tercih ettik. Kendi elçimizi bu mektupla sizin tarafınıza gönderip, sizi, Allah’ın kitabına ve Peygamber’in sünnetine davet ediyorum.

Zira Peygamber’in sünneti ortadan kaldırılmış yerini bidatler almıştır. Eğer sözümü kabul eder ve beni dinlerseniz ben de sizi hidayet yoluna yöneltirim. Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuh.”([1])

İmam (a.s) bu mektubu, Süleyman ismindeki dostlarından birisinin vasıtasıyla Basra’ya gönderdi. Süleyman, memuriyetini yerine getirip İmam’ın (a.s) mektubunu ulaştırdıktan sonra yakalandı. Bunun üzerine İbn Ziyad, Kûfe’ye hareket etmeden bir gece önce onun darağacına asılmasını emretti.

[1] – Taberî, c. 7, s. 240.

KUFE HALKININ MEKTUPLARINA CEVABI

مِـنَ الحُسَـيْنِ بْـنِ عَلِـي الـي المَـلأِ مِـنَ المُؤْمِنِـينَ وَالمُسْـلِمِينَ، اَّ مـا بعْـدُ؛ فَـاَِّ ن هَانيـا وَ سَـعِيدًا قَدِمَـا عَلَ َّ ـي بكُتبكُـمْ وَ كَانـا آخِـرَ مَـنْ قـدِمَ عَلَ َّ ـي مِـنْ رُسُـلِكُمْ وَ قَـدْ فَِهِمْـتُ كُ َّ ل الَّ ـذِي قصَصْتُـمْ وَ ذَكَرْتُـمْ وَ مَقَالـةُ جُلِّكُـمْ انَّ ـهُ ليْـسَ عَلَيْنَـا امَـامٌ فاَقْبِـلْ لعَ َّ ـل الـلٕهَ يجْمَعُنَـا بـكَ عَلَـي الهُـدٰي وَالحَـقِّ. وَ قَـدْ بعَثْـتُ اليْكُـمْ اخِـي وَابـنَ عَمِّـي وَ ثقَتـي مِـنْ اهْـلِ بيْتـي وَ امَرْتـهُ انْ يكْتـبَ ال َّ ـي

بحَالكُـمْ وَ امْرِكُـمْ وَ رَأْيكُـمْ فـاِنْ كَتـبَ انَّ ـهُ قـدْ اجْتمَـعَ رَأْيُ مَلَئكُـمْ وَ ذَوِي الفَضْـلِ وَالحِجٰـي مِنْكُـمْ عَلٰـي مِثْـلِ مَـا قَـدِمَ عَلَ َّ ـي بـهِ رُسُـلكُمْ وَ قـرَأْتُ فِـي كُتبكُـمْ اقْـدِمُ عَلَيْكُـمْ وَشِـيكًا انْ شَـاءَ الـلٕهُ، فلَعَمْـري مَـا اْلْاِمَـامُ اَّ لا العَامِـلُ بالكِتَـابِ وَ الْآخِـذُ بالقِسْـطِ وَ َّ الدائـنُ بالحَـقِّ وَ الحَابـسُ نفْسَـهُ عَلٰـي ذَاتِ الـلٕهِ وَ َّ السـلَامُ.

Kûfe halkı, Hüseyin b. Ali’nin (a.s) biat etmekten kaçınıp, fesatla mücadeleye hazır olduğunu ve Mekke şehrine girdiğini haber alınca, kendisine çok sayıda elçiler ve mektuplar gönderdiler. Gönderilen bütün mektup ve tavsiyelerin özeti şundan ibaretti:

“Şimdi artık Muaviye ölmüş ve Müslümanlar onun şerrinden kurtulmuştur. Kendimizi, bizi şaşkınlıktan kurtaracak ve yara almış gemimizi sahile ulaştıracak bir imama muhtaç görüyoruz. Şimdi biz Kûfe halkı olarak bu şehirde Yezid’in valisi Numan b. Beşir’e karşı çıkıp onunla her türlü ilişkiyi kesmiş bulunmaktayız; hatta onun cemaat namazlarına bile katılmıyoruz. Sadece sizin gelmenizi bekliyoruz, elimizden gelen her yardımı sizin hedefiniz uğrunda esirgemeyeceğiz, sizin yolunuzda kendi canımız ve malımızdan da geçmeye hazırız.”

İmam Hüseyin (a.s), bazı tarihçilerin naklettiğine göre 12 bini aşan mektuplara cevap olarak şöyle yazdı:

“Bismillahirrahmanirrahim. Hüseyin b. Ali’den Kûfe şehrinin ileri gelen mümin ve Müslümanlarına. Allah’a hamd, Peygamber’e salât ve selamdan sonra, siz Kûfe ehlinin en son mektubu (Hani ve Said vesilesiyle) bana ulaştı. Mektuplarınızda zikir ve izah ettiğiniz şeyleri anladım; çoğunuzun sözü şundan ibaretti: ‘Bizim, imam ve önderimiz yoktur; bize, şehrimiz Kûfe’ye gel ki Allah Teâlâ senin vesilenle bizi hakka ve doğru yola hidayet etsin.’

Şimdi ben, ailem arasında herkesten daha çok itimat ettiğim kardeşim ve amcam oğlunu (Müslim b. Akil’i), size doğru gönderiyorum. Ona, durumunuzu, düşüncelerinizi, görüşlerinizi yakından öğrenip neticeyi bana bildirmesini emrettim. Eğer Kûfe halkının ekseriyetinin isteği ve aranızdaki akıl ve fazilet sahibi kimselerin görüşü de, elçilerinizin huzuren anlattıkları ve mektuplarınızda okuduğum ve zikrettiğiniz gibi olursa, inşaallah ben de pek yakın bir zamanda size doğru hareket edeceğim.”

İmam (a.s) mektubunu şu cümleyle bitirdi:

“Allah’a yemin ederim ki gerçek İmam, Allah’ın kitabıyla amel eden, adalete sarılan, hakka boyun eğen ve kendisini sadece Allah’a adayan bir kimsedir. Vesselam.”([1])

Taberî ve Dineverî’nin naklettiğine göre, İmam (a.s) mektubu Kûfe halkının iki elçisi Hanî ve Said vasıtasıyla onlara gönderdi;([2]) fakat Harezmî’nin naklettiğine göre, İmam (a.s) mektubu, Müslim b. Akil’in kendisine vererek şöyle buyurdu:

“Ben seni, Kûfe halkına doğru gönderiyorum. Allah-u Teâlâ seni, rızasını ve hoşnutluğunu kazandıracak şeylerde muvaffak eylesin, hareket et. Allah yardımcın olsun. Ümit ederim ki ben ve sen şehitler makamına nail oluruz.”(3)


MÜSLİM B. AKİL’E MEKTUBU

اَّ مـا بعْـدُ: فقَـدْ خَشِـيْتُ انْ َلَا يكُـونَ حَمْلُـكَ عَلَـي الكِتَـابِ ال َّ ـي فِـي الاِسْـتعْفَاءِ مِـنَ الوَجْـهِ الَّ ـذي وََّ جهْتُـكَ لـهُ اَّ لا الجُبْـنَ فامْـضِ بوَجِْهِـكَ الَّ ـذِي وََّ جهْتُـكَ فِيـهِ. وَ َّ السَـلامُ.

Müslim b. Akil, mübarek Ramazan ayının ortasında,([3]) Hüseyin b. Ali’nin (a.s) emrettiği şekilde, Mekke’den Kûfe’ye doğru hareket etti. Yol esnasında Medine’ye de uğradı. Burada beklediği az bir süre zarfında, Peygamber’in (s.a.a) kabrini ziyaret edip kendi akrabaları ve aşireti ile tekrar görüştükten sonra, Kays kabilesinden olan iki kılavuzla birlikte Kûfe’ye doğru yola çıktı. Bu yolcular, Medine’den biraz uzaklaştıktan sonra yolu kaybedip, Hicaz’ın kumlarla kaplı geniş çöllerinde şaşkınlık içinde kaldılar. Çok çaba sarf ettikten sonra nihayet yolu buldular, ama Müslim ile birlikte olanlar, şiddetli sıcak ve susuzluk sebebiyle canlarını kaybedip, hayata veda ettiler. Ancak Müslim b. Akil kendisini, bedevi bir kabilenin oturduğu, “Medik” ismindeki bir yere ulaştırarak ölüm tehlikesinden kurtulmuş oldu.

Müslim b. Akil “Medik”e ulaştıktan sonra, kabile fertlerinden biri vasıtasıyla İmam’a (a.s) bir mektup gönderdi. Bu mektupta, kendisiyle birlikte olan kılavuzların öldüğünü ve kendisinin ise, bu tehlikeden kurtulduğu olayını bildirmenin yanı sıra, İmam’dan (a.s) kendisini Kûfe’ye gönderme kararını yeniden gözden geçirmesini, maslahat gördüğü takdirde yerine başka birisini bu göreve tayin etmesini istedi; çünkü o bu olayı kötüye yoruyor ve bu yolculuğun da uğurlu bir yolculuk olmadığını düşünüyordu.

Müslim mektubun sonuna da, gönderilen elçi vasıtasıyla mektubun cevabını alana dek bu mekânda bekleyeceğini ilave etti.([4])


İmam Hüseyin (a.s) mektuba cevaben şöyle yazdı:

“Allah’a hamd, Peygamber’e salât ve selamdan sonra; ben, bu mektubu yazmana ve sana verdiğim görevden istifa ettiğini bildirerek, mazur görmemi istemene korku ve dehşetin sebep olduğu endişesindeyim; ama sen bu korkuyu bir kenara bırak ve sana verdiğim görevi yerine getir. Yoluna devam et. Vesselam.”([5])

[1] – Taberî, c. 7, s. 235. el-Kâmil, c. 3, s. 267. el-İrşad, s. 204. Maktel-i Harezmî, c.1, s.195-196.

[2] – Taberî, c. 7, s. 235. Ahbarü’t-Tival, s. 238. 3- Maktel-i Harezmî, c.1, s.196.

.وَ أنا أرْجُو انْ اكُوُنَ أنا وَ أنتَ في دَرَجَةِ ال ُّ شهَدَاءِ…


[3] – Mürucu’z-Zeheb, c. 2, s. 86.

[4] – Taberî, c. 7, s. 237.

[5] – Tarih-i Taberî, c. 7, s. 237, el-İrşad, Şeyh Müfid, s. 204. Maktel-i Harezmî, c.1, s.196.

MEKKE’DEKİ HUTBESİ

الحَمْـدُ لـلٕهِ وَ مَـا شَـاءَ الـلٕهُ وََلَا قَّ ـوةَ اَّ لا بالـلٕهِ وَ صََّ لـي الـلٕهُ عَلٰـي رَسُـولهِ، خُ َّ ـط المَـوْتُ عَلٰـي وُلـدِ آدَمَ مَخَ َّ ـط القِـلَادَةِ عَلٰـي جِيـدِ الفَتَـاةِ وَ مَـا اوْلهَنِـي الٰـي اسْـلَافي اشْـتياقَ يعْقُـوبَ الٰـي يوسُـفَ وَ خََّ يـرَ لـي مَصْرَعًـا انـا لَاقيـهِ كَاَنـي باَوْصَالـي تتقََّ طعُهَـا عَسْـلَانُ الفَلَـوَاتِ بيْـنَ َّ النوَاوِيـسِ وَ كَرْبـلَاءَ فيمْـلَاَُّ ن مِنِّـي اكْرَاشًـا جَوْفًـا وَ اجْرِبـةً سَُـغْبا لَا مَحِيـصَ عَـنْ يَـوْمٍ خُ َّ ـط بالقَلَـمِ رِضَـا الـلٕهِ رِضَانـا اهْـلَ البيْـتِ نصْبِـرُ عَلٰـي بلَائـهِ وَ يوَفينـا اجُـورَ َّ الصابرِيـنَ لـنْ تشَُّ ـذ عَـنْ رَسُولِ الـلٕهِ لحْمَتهُ بلْ هِيَ مَجْمُوعَةٌ لهُ في حَظِيرَةِ ال ـقُدْسِ تَـقَ ُّ ـر بهِمْ عَيْنهُ وَ ينْجَـزُ بهِـمْ وَعْـدُهُ اَلَا وَمَـنْ كَانَ فينـا بـاذًِلًا مُهْجَتـهُ مُوَطِّنـا عَلٰـي لقَـاءِ الـلٕهِ نفْسَـهُ فلْيرْحَـل مَعَنَـا، فاِنَّ ـي رَاحِـلٌ مُصْبحًـا انْ شَـاءَ الـلٕهُ.

Hac mevsiminin yaklaşmasıyla, Müslüman hacılar grup grup Mekke’ye geliyorlardı. Zilhicce ayının evvellerinde İmam (a.s), Yezid b. Muaviye’nin emri üzere, Amr b. Said b. As’ın zahirde hac emri adı altında; fakat gerçekte çok tehlikeli bir görevi yapmak maksadıyla Mekke’ye girdiğini ve Mekke’nin her neresinde olursa olsun, mümkün olduğu takdirde Amr b. Said b. As’ın kendisini öldürmekle görevli kılındığından haberdar oldu. Bu yüzden İmam (a.s) Mekke’nin saygınlığının korunması için hac merasimine katılmaksızın, hac amellerini Umre’ye çevirip, Zilhicce ayının sekizinde, salı günü Mekke’den Irak’a doğru hareket etti.

İmam (a.s), Irak’a hareket etmeden önce, Benî Haşim ailesi ve Mekke’de bulunduğu süre içerisinde kendisine katılan bir grup Şiî arasında şu hutbeyi okudular:

“Bütün hamtlar Allah’a mahsustur. Allah neyi dilerse o olur. Kuvvet ve kudret ancak Allah’tandır, Allah’ın salât ve selamı onun Resulüne olsun. Gerdanlık, kızların boynuna yazıldığı (ona gerekli olduğu) gibi, ölüm de insanoğlunun üzerine yazılmıştır. Yakup, Yusuf’u görmeyi arzu ettiği gibi, ben de atalarımı görmeyi arzu ediyorum. Bana, varacağım bir katligâh tayin edilmiştir.

Öyle ki, o ıssız çöllerin yırtıcı kurt ve hayvanlarının (Kûfe ordusunun), Nevavis ve Kerbela arasındaki bir yerde benim uzuvlarımı parçaladıklarını, aç karın ve boş dağarcıklarını da benim bedenimle doldurduklarını adeta gözlerimle görüyorum. Allah’ın kaza kalemiyle yazılmış olan böyle bir günden kurtuluş yoktur. Allah’ın razı olduğu şeye biz Ehlibeyt de razıyız.

O’nun bela ve imtihanı karşısında, sabır ve istikamet gösteriyoruz; sabredenlerin sevabını bize (tamamıyla) verecektir. Resulullah’ın (s.a.a) bedeninin parçası olan evlatları, ondan hiçbir zaman ayrı düşmeyeceklerdir. Cenne e de onun yanında olacaklardır; çünkü onlar, Peygamber’in (s.a.a) hoşnutluğu ve gözünün aydınlığına vesile olacak ve vadesi de (ilahî hükümetin istikrarı da) onların vasıtasıyla gerçekleşecektir.

Herkes bilsin ki, bizim uğrumuzda ve Allah’a ulaşmak yolunda canından geçmeye hazır olanlar, bizimle birlikte hareket etmelidir; çünkü ben yarın sabah erkenden hareket edeceğim inşaallah.”([1])

[1] – el-Lühuf, s. 53, Musîru’l-Ahzan, s. 21.

MUHAMMED HANEFİYE’YE CEVABI

بلٰـي وَلكِـنْ بعْـدَ مَـا فارَقْتُـكَ اتانـي رَسُـولُ الـلٕهِ صََّ لـي الـلٕهُ عَلَيْـهِ وَ آلـهِ وَ قَـالَ يَـا حُسَـيْنُ اخْـرُجْ فَـاَِّ ن الـلٕهَ تعَالٰـي شَـاءَ انْ يَـرَاكَ قتيـلًا… وَ قَـدْ شَـاءَ الـلٕهُ انْ يرَاهُ َّ ـن سَـبايا .

Muhammed Hanefiye, hac farizasını yerine getirmek ve İmam Hüseyin’i (a.s) ziyaret etmek için Mekke’ye gelmişti. Merhum Allame Hillî’nin naklettiğine göre, Muhammed Hanefiye o zamanlar ağır hasta idi.([1]) İmam Hüseyin’in, Irak’a doğru hareketinden önce bir gece vakti, İmam’ın (a.s) huzuruna çıkıp şöyle dedi:

“Kardeşim! Kûfe halkının, baban Ali ve kardeşin Hasan’a vefasızlık edip sözlerinde durmadıklarını biliyorsun. Ben bu insanların sana karşı da aynı muameleyi yapmalarından korkuyorum. Öyleyse Irak’a hareket etmemen ve Mekke şehrinde kalman daha doğru olur; çünkü senin itibar ve saygınlığın, bu şehirde ve Allah’ın hareminde her kesten daha çoktur.

İmam (a.s) kardeşine cevaben şöyle buyurdu:

“Ben, Yezid’in beni Allah’ın evinde hileyle öldürtmesinden ve böylelikle de o evin hürmetinin ortadan kalkmasından korkuyorum.”

Muhammed Hanefiye:”Bu durumda Irak’tan vazgeçip Yemen’e veya daha emniyetli olan başka bir bölgeye doğru hareket etmen daha iyi olur.” diye teklifte bulundu. İmam (a.s) kardeşine: “Senin teklifini de dikkate alacağım.” cevabını verdi.

Fakat İmam Hüseyin (a.s) sabah erkenden Irak’a doğru hareket etti. Bu haber Muhammed Hanefiye’ye ulaştırılınca hiç vakit kaybetmeden kendisini İmam’a (a.s) ulaştırdı, devesinin dizginlerini tutup: “Kardeşim, sen dün gece teklifimi dikkate alacağına ve onun üzerinde düşüneceğine dair söz vermedin mi?” diye sordu. İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu:

“Evet, ama birbirimizden ayrıldıktan sonra rüyamda, Resulullah’ı gördüm, bana şöyle buyurdu: ‘Ey Hüseyin! Hareket et, zira Allah Teâlâ seni öldürülmüş olarak görmek istiyor.”

Muhammed Hanefiye, İmam’dan (a.s) bu sözü duyunca,

“İnna lillah ve inna ileyhi raciun.” dedi. Sonra, böylesine kritik ve tehlikeli bir zamanda, çoluk çocuğunu kendisiyle birlikte götürmesinin sebebini sorduğunda da İmam (a.s) şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ onları da esir olarak görmek istemiştir.”([2])


[1] – Sefinetü’l-Bihar, c. 1. s. 322 İşte bu hastalık nedeniyle İmamla (a.s) birlikte Irak’a doğru hareket edemedi.

[2] – el-Lühuf, 65.

DEVECİLERE SUNULAN TEKLİF

مَـنْ احَ َّ ـب مِنْكُـمْ انْ ينْصَـرِفَ مَعَنـا الٰـي العِـرَاقِ اوْفيْنـا كِرَائَـهُ وَ احْسََّ ـنا صُحْبتـهُ وَ مَـنْ احَ َّ ـب المُفَارَقـةَ اعْطَيْنـاهُ مِـنَ الكِـرَاءِ عَلٰـي مَـا قطَـعَ مِـنَ الْاَرْضِ.

İmam Hüseyin b. Ali (a.s), Mekke’nin dışında “Ten’im” adındaki yerde bir kafileyle karşılaştı. Bu kafilenin içerisinde, Yemen valisi Buhayr b. Yesar el-Himyeri’nin Yezid b. Muaviye için gönderdiği Yemen kumaşı ve diğer kıymetli eşyaları Şam’a götüren bir grup deveci vardı. İmam Hüseyin (a.s) bu hediyeleri devecilerden alarak şöyle dedi:

“Sizden herhangi biriniz bizimle beraber Irak’a doğru gelmek isterse, Irak’a kadar olan kirasını ona verir ve bu yolculukta ona karşı güzel davranırız. Her kim de buradan ayrılıp vatanına dönmek isterse, Yemen’den buraya kadar ki kirasını kendisine veririz.”([1])

İmam’ın (a.s) teklifinden sonra birkaç kişi kiralarını alarak Yemen’e doğru döndüler, diğerleri de Irak’a kadar İmam’la birlikte hareket etmeye hazır olduklarını söylediler.

[1] – Ensabü’l-Eşraf, Belazurî, c. 3, s. 164. Taberî, c. 7, s. 277. el-Kâmil, İbn Esir, c. 3, s. 276. el-İrşad, Şeyh Müfid, s. 219. el-Lühuf, Seyyid İbn Tavus, s. 60. Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 220.

KÛFE HALKINA İKİNCİ MEKTUBU

اَّ مـا بعْـدُ: فقَـدْ وَرَدَ عَلَ َّ ـي كِتَـابُ مُسْـلِمِ بـنِ عَقِيـلْ يخْبرُنـي باجْتمَاعِكُـمْ عَلٰـي نصْرِنـا وَ َّ الطلَـبِ بحَقِّنَـا فنسْـأَلُ الـلٕهَ انْ يحْسِـنَ لنَـا ُّ الصنْـعَ وَ يثيْبكُـمْ عَلٰـي ذٰلـكَ اعْظَـمَ اَْلْاَجْـرِ وَ قَـدْ شَـخَصْتُ اليْكُـمْ مِـنْ مََّ كـةَ يَـومَ ُّ الثلَاثَـاءِ لثمَـانٍ مَضَيْـنَ مِـنْ ذِي الحَِّ جـةِ فَـاِذَا قَـدِمَ عَلَيْكُـمْ رَسُـولي فانكَمِشُـوا فِـي امْرِكُـمْ فاِنـي قَـادِمٌ فِـي ايَّ امِـي هٰـذِهِ.

Hüseyin b. Ali (a.s), Kûfe’ye doğru hareketinde, “Hacir” adındaki konağa vardığında, bu mektubu Kûfe halkına hitaben ve Müslim b. Akil’e cevap olarak yazıp “Kays b. Müsahhar es-Saydavî” vasıtasıyla onlara gönderdi:

“Allah’a hamd, Peygamber’e salât ve selamdan sonra, bize yardım etmek ve hakkımızı talep etmek için toplanmış olduğunuzu bildiren Müslim b. Akil’in mektubu bana ulaştı. Allah Teâlâ’dan hepimize güzel ihsanda bulunmasını (akıbetimizi hayır etmesini) ve bu birlik ve beraberliğe karşı da size en büyük sevapları lütu a bulunmasını niyaz ederim. Ben de Zilhicce ayının sekizi, salı günü Mekke’den ayrılıp size doğru hareket e im. Elçim size ulaştığında işlerinizi süratle düzene sokun. Ben de bu birkaç günün içerisinde gelip size ulaşırım.”([1])

[1] – Ensabü’l-Eşraf, c. 3, s. 167. Taberî, c. 7, s. 289. el-Bidaye ve’n-Nihaye, c. 8, s. 168.

KÛFE YOLUNDA

اَّ ن هٰـؤُلَاءِ اخَافونـي وَ هٰـذِهِ كُتُـبُ اهْـلِ الكُوفَـةِ وَ هُـمْ قاتلِـي فَـاِذَا فعَلُـوا ذٰلـكَ وَ لـمْ يدَعُـوا لـلٕهِ مُحََّ رمًـا اَّ لا انتهَكُـوهُ بعَـثَ الـلٕهُ اليِْهِـم مَـنْ يقْتلُهُـمْ حَتٕـي يكُونـوا اذََّ ل مِـنْ فِـرَامِ المَـرْأةِ.

İbn Kesir ed-Dimaşkî ve İbn Numa, Kûfeli birinden şöyle naklederler: “Ben hac amellerini yaptıktan sonra, süratle Kûfe’ye döndüm. Yolda birkaç çadırla karşılaştım, o çadırların sahibinin kim olduğunu sordum, ‘Bunlar Hüseyin b. Ali’nin çadırlarıdır.’ dediler. Bu sözü duyar duymaz büyük bir istekle, Peygamber’in torunu Hüseyin’i ziyaret etmek için ona doğru hareket edip, Hazretin kendine mahsus olan çadırına gittim; onu yaşlanmış bir hâlde buldum. Kur’ân okuduğunu ve gözyaşlarının da yanaklarına süzüldüğünü gördüm. ‘Annem-babam sana feda olsun, ey Peygamber’in torunu, seni bu susuz ve otsuz sahraya çeken sebep nedir?’ diye sordum. İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:

‘Bir taraftan bunların (Benî Ümeyye kavmi) beni tehdit etmesi; (diğer tara an da) Kûfe halkının bana gönderdikleri davetnamelerdir. Beni öldüren de Kûfe halkı olacaktır. Bu cinayeti işlediklerinde, ilahi emir ve düsturların hürmetini ortadan kaldırdıklarında Allah Teâlâ da, onları katleden ve hatta onları, kadınların aybaşı döneminde kullandıkları bezden daha kötü ve aşağı bir duruma sokacak olan bir kimseyi onlara musallat kılacaktır.”([1])

[1] – İbn Asakir, s. 211. el-Bidaye ve’n-Nihaye, c. 8, s. 169. Musîru’l-Ahzan, s. 21. Bidaye ve İbn Asakir’den yanımızda mevcut olan nüshada, bu sözün ilk cümlesi nakledilmemiştir: İhtimalen tahrif edilmiştir.

SA’LEBİYE KONAĞINDA

لَا خَيْرَ في العَيْشِ بعْدَ هٰؤُلَاءِ.

Hüseyin b. Ali’nin (a.s) kafilesi, “Hüzeymiye” ve “Zurud”dan sonra, “Sa’lebiye” konağına vardı. Bu konakta kendisinden üç söz nakledilmiştir. Onlardan birini Hz. Müslim’in şehadeti münasebetiyle, diğer ikisini de iki ayrı şahsın sorusunun cevabında buyurmuştur. İmam’ın (a.s) bu üç sözünü sırasıyla burada naklediyoruz:

İmam’ın (a.s) ilk sözü, Müslim b. Akil’in şehadetiyle ilgilidir. Taberî ve diğer tarihçiler, bu olayı, Abdullah b. Müslim’den ayrıntılarıyla nakletmişlerdir. Biz ise bu olayı özet olarak naklediyoruz:

“Kûfeli İbn Selim şöyle diyor: ‘Ben ve arkadaşım “Muzrî” hac amellerini yaptıktan sonra, hemen Hüseyin b. Ali’nin (a.s) kervanına, ulaşmak ve Hazretin işinin sonucunu öğrenmek için ona doğru hareket etmeye karar alıp yola çıktık. “Zurud” konağında, hazretin kafilesine ulaştık. Burada Kûfe’den gelen, “Bekir” ismindeki bir yolcuyla karşılaştık; Kûfe’nin durumunu sorduğumuzda şöyle dedi: ‘Allah’a andolsun ki, ben Müslim b. Akil ve Hani b. Urve’nin öldürülmelerini ve cesetlerinin Kûfe pazarında yerlerde sürüklendiğini kendi gözümle gördükten sonra şehirden ayrıldım.”

“Abdullah diyor ki: ‘Bu haberi öğrendikten sonra Hüseyin b. Ali’nin (a.s) kafilesine katılıp, akşam sıralarında “Sa’lebiye” konağına vardık. Bu konakta İmam (a.s) ile yakından görüşüp, Müslim ve Hani’nin şehadet haberini ona bildirdim.”

“İbn Selim diyor ki: ‘İmam (a.s) bu sözü duyduğunda, “İnna lillah ve inna ileyhi râciûn.” dedi ve gözünden yaşlar boşandı. Benî Haşim ve İmam (a.s) ile birlikte bulunan kimseler de hep birlikte ağladılar. Kadınların bile ağlayıp inleme sesleri duyuluyordu. Meclis sakinleştikten sonra Abdullah ve onunla birlikte olanlar İmam’a (a.s) : ‘Ey Resulullah’ın torunu! Müslim ve Hani’nin öldürülme meselesi, sizin Kûfe’de taraftarınızın olmadığını gösteriyor; buradan geriye dönmeniz iyi olur.’ dediler.”

“Diğer tara an Akil’in çocukları da: ‘Hayır, Allah’a andolsun ki Müslim’in intikamını onun katillerinden almadıkça veya onun gibi biz de şehit olmadıkça davamızdan vazgeçmeyeceğiz.’ dediler.”

“Abdullah ve onunla birlikte olan kimseler ile Akil’in çocukları arasındaki tartışmalar uzadı. Her biri kendi görüşünü kabul e irmek için delil ve teyitler zikrediyordu; bununla birlikte onların hepsi İmam’ın (a.s), bu hususta kendi görüşünü ve aldığı kararı açıklamasını bekliyorlardı. İmam (a.s), bu olaya ilişkin şöyle buyurdu:

“Müslim ve Hani gibi kimselerden sonra hayatın hiçbir hayrı yoktur.”([1])

[1] – Ensabu’l-Eşraf, Belazurî, c. 3, s. 163. Taberî, c. 7, s. 293. el-Kâmil, İbn Esir, c. 3. s. 278. el-Bidaye, İbn Kesir, c. 8, s. 168. el-İrşad, Şeyh Müfid, s. 222. el-Lühuf, Seyyid İbn Tavus, s. 41. Siyeru A’lami’n-Nübelâ, c. 3, s. 208.

SA’LEBİYE KONAĞINDA BİR SORUYA  CEVABI

امَامٌ دَعَا الٰي هُدٰي فاَجَابوا اليْهِ وَ امَامٌ دَعَا الٰي ضَلَالةٍ فاَجَابوا اليْهَا هٰؤُلَاءِ فِـي الجََّ نـةِ وَهٰـؤُلَاءِ فِـي َّ النـارِ وَ هُـوَ قوْلـهُ تعَالٰـي: ﴿فرِيـقٌ فِـي الجََّ نـةِ وَ فرِيـقٌ فـي َّ السـعِيرِ﴾.

Şia’nın büyük muhaddisi Şeyh Saduk ve Hatib Harezmî’nin naklettiklerine göre; bir şahıs “Sâ’lebiye” konağında Hüseyin b. Ali’nin (a.s) huzuruna çıkıp, şu ayetin tefsirini sordu:

“Kıyamet günü, herkesi ve her topluluğu kendi imam ve önderleriyle çağıracağız.”([1])

İmam (a.s) cevabında şöyle buyurdu:

“Evet, öyle imam ve önderler vardır ki insanları doğru yola, saadet ve mutluluğa doğru çağırır; bir grup insanlar da ona olumlu cevap verip itaat ederler. Diğer bir önder de vardır ki bedbahtlık ve sapıklığa doğru davet eder; diğer bir grup da ona olumlu cevap verirler. Birinci grup cennete, ikinci grup ise cehenneme gider!”

İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdu:,

“İşte bu Allah Teâlâ’nın buyurduğu (bir grup cennettedirler, diğer bir grup da cehennemde)([2]) ayetinin diğer bir manasıdır.”([3])

[1] – İsra, 72.

[2] – Şura, 7.

[3] – el-Emali, Şeyh Saduk, s. 30. Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 221.

BİR BAŞKA SORUYA CEVABI

اَّ مـا وَالـلٕهِ لـوْ لقِيْتـكَ بالمَدِيْنـةِ ََلَاَرَيتـكَ اثـرَ جَبْرَئيـلَ فـي دَارِنـا وَ نزُولـهِ بالوَحْـيِ عَلٰـي جَـدِّي. يـا اخَـا اهْـلِ الكُوفـةِ مِـنْ عِنْدِنـا مُسْـتقَي العِلْـمِ افعَلِمُـوا وَ جَِهِلْنَـا؟ هٰـذَا مَِّ مـا لَا يكُـونُ.

Bu, İmam’ın (a.s) Sa’lebiye konağında huzuruna varan Kûfeli birisine buyurduğu üçüncü sözdür. İmam (a.s) o adama şöyle buyurdu:

“Bil ki eğer Medine’de seninle karşılaşsaydım, Cebrail’in evimizdeki ayak izinin yerini([1]) ve ceddime vahiy getirdiği yeri sana gösterirdim. Ey Kûfeli kardeşim! Biz Ehlibeyt’ten ilim alınır (ilim kaynağı bizleriz.). Acaba bunlar biliyorlar da biz mi bilmiyoruz? Bu imkânsız bir şeydir.”([2])

Besairu’d-Derecat ve Usul-u Kâfi kitaplarında nakledilen İmam’ın (a.s) bu sözü, Kûfeli bir kişinin sorusuna karşılık cevap verdiğini göstermektedir.

[1] – Mir’atu’l-Ukul da şöyle diyor: “Cebrail’in ayak izinden maksat: onun durduğu ve Peygamber’den izin istediği yerdir. Şimdi bu yere yakın olan kapıya Babu Cebrail (Cebrail’in kapısı) diyorlar.

[2] – Besairu’d-Derecat, s. 11. Usul-u Kâfî, Babu Müsteka’l-İlm min Beyti Al-i Muhammed (s.a.a).

ŞUKUK KONAĞINDA

اَّ ن اَْلْاَمْرَ لـلٕهِ يفْعَلُ مَا يشَاءُ وَ رَبُّ نا تبارَكَ هُوَ كُ َّ ل يوْمٍ في شَأْنٍ. فَـاِنْ تَـكُـنِ ال ُّ ـدنْ ـيا تُ ـعَ ُّ ـد نـفِيـسَ ـةً فَـدارُ ثَـوَابِ الـلٕهِ اعْـلَا وَانبَـلُ وَ انْ تكُنِ الْاَمْوَالُ ل َّ لترْكِ جَمْعُهَا فمَـا بـالُ مَتْـروكٍ بـهِ المَـرْءُ يبْخَـلُوَ انْ تكُنِ الْاَرْزَاقُ قسْمًا مُـقَ َّ سـمًا فقَِّ لةُ حِرْصِ المَرْءِ في الكَسْبِ اجْمَلُ وَانْ تكُنِ الاَبدَانُ للْمَوْتِ انشِاَتْ فقَتْـلُ امْـرُءٍ ب َّ السـيْفِ فِـي الـلٕهِ افْضَـلُعَلَيْكُـمْ سَـلَامُ الـلٕهِ يـا آلَ احْمَـدَ فاِنـي ارَانـي عَنْكُـمْ سَـوْفَ ارْحَـلُ.

İmam (a.s), Kûfe bölgesine doğru ilerlerken, her gün Kûfe ve Irak halkından olan çeşitli insanlarla karşılaşıyordu. Sa’lebiye konağını geride bırakıp, “Şukuk” ismindeki diğer bir konağa vardığında, Kûfe’den gelen bir kişiyle karşılaşır; o adamdan Kûfe’nin durumunu ve oradaki insanların düşüncelerini sorar. O adam da, “Ey Resulullah’ın torunu! Irak halkı sana karşı muhalefet etmek ve savaşmak için birbirleriyle birleşip anlaşmışlardır.” der. İmam (a.s) o adamın sözüne karşılık şöyle buyurur:

“İşler Allah’a mahsustur (olaylar, onun emriyle vuku bulur) dilediği ve salah gördüğü şeyi yapar. Allah Teâlâ, her gün bir iştedir (yani her zaman için özel bir iradesi vardır).”

İmam (a.s) daha sonra şu şiiri okur:

“Eğer bu dünya, bazılarının nazarında değerli sayılıyorsa, Allah’ın mükâfat dünyası daha yüce ve değerlidir.

Eğer dünya malı ve serveti bir gün el çekmek için toplanmışsa, insanın böyle bir servet için cimrilik yapmaması gerekir.

Eğer rızıklar takdir edilmiş, bölünmüşse, servet elde etmekte insanın hırsının azlığı daha güzeldir.

Eğer bu bedenler ölüm için yaratılmışsa, insanın Allah yolunda öldürülmesi daha üstündür.

Ey Muhammed hanedanı! Allah’ın selamı üzerinize olsun, ben en yakın bir zamanda sizin aranızdan ayrılacağım.”([1])


[1] – İbn Asakir, s. 164. Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 223. Menakıb, c. 4, s. 95.

ZÜBALE KONAĞINDA

بسْـمِ الـلٕهِ َّ الرحْمٰـنِ َّ الرحِيـمِ. اَّ مـا بعْـدُ فاِنَّ ـهُ قَـدْ اتانـا خَبَـرٌ فظِيـعٌ قتْـلُ مُسْـلِمِ بـنِ عَقيلٍ وَ هَاني بنِ عُرْوَةٍ وَ عَبْدِالـلٕهِ بنِ يقْطُرٍ وَ قدْ خَذَلتْنا شِيْعَتنا فمَنْ احَ َّ ب مِنْكُـمُ الْاِنصِـرَافَ فلْينْصَـرِفْ ليْـسَ عَلَيْـهِ مَِّ نـا ذِمَـامٌ.

İmam Hüseyin’in (a.s) kafilesi, Şukuk konağından sonra “Zübale” konağına vardı. Bu konakta Kûfe’deki tara arlarından eline ulaşan bir mektup vasıtasıyla resmen Müslim, Hani ve Abdullah b. Yektur’un([1]) katledilme olayından haberdar oldu.

İmam (a.s) dostlarının arasında, mektubu elinde tuttuğu bir hâlde şöyle buyurdu:

“Bismillahirrahmanirrahim, Allah’a hamd, Peygamber’e salât ve selam olsun. Bize üzücü bir haber ulaşmıştır. Bu üzücü haber Müslim b. Akil, Hani b. Ürve ve Abdullah b. Yektur’un öldürülme haberleridir. Şialarımız, bize yardım etmekten vazgeçmişlerdir. Sizden geri dönmek isteyen geri dönebilir ve bizden taraf onun üzerinde hiçbir hak yoktur.”(1)

[1] – İbn Hacer “el-İsabe” kitabında

Abdullah b. Yektur’un öldürülme olayını özet olarak şöyle naklediyor: “İmam Hüseyin (a.s) Mekke’den hareket e ikten sonra Abdullah b. Yektur’u bir mektupla Müslim’e doğru gönderdi. Abdullah b. Yektur. Kadisiye’de Husayn b. Numeyr vesilesiyle yakalanıp Kûfe’de Ubeydullah b. Ziyad’ın yanına götürüldü.

İbn Ziyad onun minbere çıkıp Emîrü’l-Müminin ve Hüseyin b. Ali’nin aleyhinde konuşmasını emre i. Ama Abdullah b. Yektur onun sözünün aksine Benî Ümeyye’yi kötüleyip Emîrü’l-Müminin’in ailesinin medhinde şöyle dedi:

‘Ey insanlar ben Hüseyin b. Fatıma’nın elçisiyim. Mercane’nin oğluna karşı kıyam edip ona (Hz. Hüseyin’e) yardımda bulunmanız için size doğru gelmişim. İbn Ziyad (bu durumu görünce onu Daru’l-İmare’nin üzerinden eli bağlı olarak aşağıya atmalarını emre i. Abdullah b. Yektur’un yere düşmesiyle kemiklerinin kırılması bir oldu. Henüz ölmemişken Abdulmelik b. Umeyr ismindeki bir şahıs yerinden fırlayıp onun başını bedeninden ayırdı. Bu adam halkın itirazına maruz kaldığını görünce: ‘Onun acı çektiğini gördüm. Onu bu acıdan kurtarmak için yaptım.’ dedi.”

1- Taberî, c. 7, s. 294. el-İrşad, Şeyh Müfid, s. 223.

AKABE VADİSİNDE

مَـا ارَانـي اَّ لا مَقْتُـولًا فاِنـي رَأيْـتُ فِـيِ المَنَـامِ كِلَابـا تنْهَشُـني وَ اشَ ُّ ـدهَا عَلَ َّ ـي كَلْـبٌ ابقَـعُ.

…يَـا اَبـا عَبْدالـلٕهِ ليـسَ يخْفِـي عَلَ َّ ـي الَّ ـرأْيُ وَ اَّ ن الـلٕهَ َلَا يغْلَـبُ عَلٰـي امْـرِهِ انَّ هُـمْ لـنْ يدْعُونـي حَتٕـي يسْـتخْرِجُوا هٰـذِهِ العَلَقَـةَ مِـنْ جَوْفـي فـاِذَا فعَلُـوا ذٰلـكَ سََّ ـلطَ الـلٕهُ عَلَيِْهِـمْ مَـنْ يذِلُّ هُـمْ حَتٕـي يكُونـوا اذََّ ل فـرَقِ الْاُمَـمِ.

Hüseyin b. Ali’nin (a.s) kafilesi, “Zübale” konağından hareket ettikten sonra, “Akabe Vadisi” adında diğer bir konağa vardı. “İbn Kavleveyh”in İmam Sadık’tan (a.s) ve diğer muhaddis ve tarihçilerin de naklettiğine göre, İmam (a.s), bu konakta gördüğü rüya münasebetiyle ashabına ve dostlarına şöyle buyurdu:

“Ben kendimi maktul görüyorum (beni katledeceklerdir). Çünkü rüyamda birkaç köpeğin bana saldırıp, ısırdığını gördüm; onların en saldırganı ve en kötüsü ise alaca renkli olanıydı.”

Merhum Şeyh Müfid’in el-İrşad kitabında nakle iğine göre bu esnada “İkrime” kabilesinden olan, Amr b. Levzan ismindeki bir şahıs söz konusu konakta İmam’ın (a.s) kafilesiyle karşılaşıp İmam’a (a.s), “Nereye gitmek istiyorsunuz?” diye soruyor. İmam (a.s) da cevaben şöyle diyor:

“Kûfe’ye doğru gitmek istiyoruz.”

Amr b. Levzan (İmam’ın (a.s) bu sözüne karşı) şöyle diyor: “Allah aşkına geri dönün. Çünkü senin, bu seferde kılıç ve mızraklardan başka hiçbir şeyle karşılaşmayacağını sanıyorum. Seni davet edenler, savaş ve kargaşanın önünü alır ve her yönden hazırlık içerisinde olurlarsa artık o zaman onlara doğru hareket etmenin sakıncası olmaz. Fakat ben, senin de haberdar olduğun gibi bu şartlar içerisinde, onlara doğru hareket etmeni kesinlikle uygun görmüyorum.”

İmam (a.s) o adama şöyle cevap verdi:

“Ey Allah’ın kulu! Senin idrak ettiğin meseleyi ben de biliyorum, (mesele) benim için de aşikârdır, ama Allah’ın takdir ettiği şeyi değiştirmek mümkün değildir.”([1])

İmam (a.s), daha sonra şöyle buyurdu:

“Bunlar kanımı dökmedikçe benden vazgeçmeyeceklerdir. Fakat bu cinayeti işledikten sonra Allah Teâlâ, onları hor ve hakir eden bir kimseyi onlara musallat kılacaktır, hatta bütün insanlardan daha zelil ve daha alçak olacaklar.”([2])

İşte bunlar, İmam’ın (a.s) Akabe Vadisi’nde buyurduğu sözlerdi.

[1] – Kâmilu’z-Ziyarat, s. 75. Tarih-i Taberî, c. 7, s. 294.

[2] – el-İrşad, Şeyh Müfid, s. 223. İbn Asakir, s. 211.

ŞERAF’DA ÖĞLE NAMAZINDAN SONRAKİ
KONUŞMASI

اُّ يهَـا َّ النـاسُ انَّ هَـا مَعْـذِرَةٌ الـي الـلٕهِ وَ اليْكُـمْ وَ انـي لـمْ آتكُـمْ حَتٕـي اتتْنـي كُتبكُـمْ وَقَدِمَتْ بهَا رُسُلْكُمْ انْ اقْدِمْ عَلَيْنا، فاِنَّ هُ ليْسَ لنا امَامٌ وَ لعَ َّ ل الـلٕهَ انْ يجْمَعَنا بـكَ عَلَـي الهُـدٰي فَـاِنْ كُنْتُـمْ عَلٰـي ذٰلـكَ فقَـدْ جِئْتكُـمْ فاعْطُونـي مَـا اطْمَئِ ُّ ـن بـهِ مِـنْ عُهُودِكُـم وَمَوَاثيْقِكُـمْ وَ انْ كُنْتُـمْ لمَقْدَمِـي كَارِهِـينَ انصَـرِفُ عَنْكُـمْ الـي المَـكَانِ الَّ ـذِي جِئْـتُ مِنْـهُ اليْكُـمْ.

İmam (a.s)”Şeraf” konağına vardıktan sonra gençlere, sabahleyin şafak sökmeden önce Fırat nehrine gidip ihtiyaç miktarından daha fazla çadırlara su getirmelerini emretti. Hür b. Yezid er-Riyahi aynı gün öğleden önce şiddetli bir sıcakta komutasındaki bin kişilik silahlı bir orduyla birlikte mezkûr bölgeye vardı. Hüseyin b. Ali (a.s) Hürr’ün askerlerinin yorgun ve toz toprak içerisinde olduklarını görünce dostlarına, askerler ve atları için su götürmelerini emretti. İmam’ın (a.s) dostları da, onun emrettiği şekilde, bir taraftan Hürr’ün askerlerine su verdiler ve diğer taraftan da kovaları suyla doldurup atların önüne bıraktılar, serinlemeleri için de atların boynuna kâkülüne ve ayaklarına su serptiler.

Hürr’ün askerlerinden “Ali b. Ta’ân el-Muharibî” isminde bir şahıs şöyle diyor: “Ben şiddetli yorgunluk ve susuzluktan dolayı, bütün askerlerden sonra, onların ardınca “Şeraf” bölgesine ve askerlerin olduğu yere ulaştım. Oraya ulaştığımda, Hüseyin’in bütün dostları askerlere su vermekle meşgul oldukları için kimse beni fark etmedi; o anda hoş ahlaklı ve güzel simalı bir şahıs, çadırların kenarından benim yardımıma geldi; su tulumunu taşıdığı hâlde bana: ‘Deveni yatır.’ dedi. Daha sonra bu şahsın, Hüseyin b. Ali olduğunu anladım.”

İbn Ta’an daha sonra şöyle diyor: “Ben hicaz lehçesini anlamadığım için İmam’ın (a.s) ne dediğini anlamadım. İmam (a.s), başka bir tabirle ‘Deveni yatır.’ diye buyurdu. Ben de deveyi yatırıp su içmekle meşgul oldum. Fakat çok susadığım ve acele e iğim için su, yüzüme gözüme dökülüyordu; rahatlıkla su içemiyordum. İmam (a.s), ‘Tulumun ağzını kıvır.’ diye buyurdu. Ben imamın maksadını yine anlayamadım. İmam (a.s) bir eliyle tulumu tutup bir eliyle de rahatça su içebilmem için tulumun ağzını kıvırdı; ben de böylece rahatlıkla ve zahmetsiz bir şekilde suyumu içtim.”

Öğle vakti gelince de İmam (a.s), özel müezzini Haccac b. Mesruk’a şöyle buyurdular:

“Allah sana rahmet etsin; ezan ve ikame oku da namaz kılalım.”(أَذِّنْ يرْحَمُكَ الـلٕهُ وَ أقمْ لل َّ صلوٰةِ نصَلِّي)

Haccac ezan okumaya başladığında İmam (a.s) Hürr’e:

“Sen bizimle mi namaz kılıyorsun, yoksa kendi askerlerinle ayrı olarak mı kılacaksın?”

Hür cevaben: “Hayır, biz de sizinle beraber bir safta namaza duracağız.” dedi.

İmam (a.s) önde, dostları, Hür ve askerleriyse İmam’ın arkasında durup öğle namazını kıldılar.Namaz bittikten sonra, ayağında nalinleri, üzerinde gömlek ve abası bulunan İmam Hüseyin (a.s) kılıcına dayanıp Hür ve askerlerine hitaben şöyle buyurdu:

“Ey İnsanlar! Benim sözlerim sizlere hücceti tamamlamaktan ve Allah katında mesuliyetten kurtulmak ve görevimi yapmaktan ibarettir. Ben, ‘Bizim önderimiz yoktur, davetimizi kabul edip, bize taraf hareket et, ta ki Allah Teâlâ senin vesilenle bizi doğru yola hidayet etsin.’ şeklindeki gönderdiğiniz mektup ve elçilerinizden sonra size doğru gelmişim. Eğer bu davetlerinize sadıksanız işte ben size doğru gelmişim. Öyleyse bana güvenilir bir söz vermeniz gerekir. Ama eğer benim gelmemden razı değilseniz, o zaman da geldiğim yere döner giderim.”([1])

Hürr’ün askerleri İmam’ın (a.s) sözleri karşısında susmayı tercih ettiler, hiçbir olumlu veya olumsuz cevap vermediler.

Böylece öğle namazı İmam’ın (a.s) sözleriyle sona erdi. Daha sonra ikindi namazının vakti ulaştı. Bu namaz da yine Hüseyin b. Ali’nin (a.s) imametinde, İmam’ın (a.s) dostları ile Hürr’ün askerlerinin katılımıyla kılındı. Namazdan sonra yine İmam (a.s) bir konuşma yaptı. Bu konuşmayı sonraki sayfada mülahaza edeceksiniz inşaallah.


[1] – Bu iki konuşma ve teferruatının kaynağı şunlardır: Taberî, c.7, s.297298. el-Kâmil, İbn Esir, c.3, s.280. el-İrşad, Şeyh Müfid, s.224-225. Maktel-i Harezmî, s.231-232.

ŞERAF’DA İKİNDİ NAMAZINDAN SONRAKİ KONUŞMASI

اَّ مـا بعْـدُ: اُّ يهَـا َّ النـاسُ فاِنَّ كُـمْ انْ تَّ تقُـوا الـلٕهَ وَ تعْرِفـوا الحَ َّ ـق لِاَهْلِـهِ يكُـنْ ارْضَـي لـلٕهِ وَ نحْـنُ اهْـلُ بيْـتِ مُحََّ مـدٍ صََّ لـي الـلٕهُ عَلَيْـهِ وَ آلـهِ وَ سََّ ـلم اوْلٰـي بوََلَايـةِ هٰـذَا الْاَمْـرِ مِـنْ هٰـؤُلَاءِ المَُّ دعِـينَ مَـا ليْـسَ لهُـمْ وَ َّ السـائرِيْنَ بالجَـوْرِ وَالعُـدْوَانِ وَ انْ ابيْتُـمْ اَّ لا الكَرَاهَـةَ لنَـا وَ الجَهْـلَ بحَقِّنَـا وَكَانَ رَأْيكُـمْ الْآنَ غَيْـرَ مَـا اتتْنـي بـهِ كُتبكُـمْ انصَـرِفُ عَنْكُـمْ.

İmam (a.s) namazdan sonra ikinci konuşmasında Hürr’ün askerlerine hitaben şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Eğer Allah’tan korkar, hakkın, sahibinin elinde olmasını isterseniz bu Allah’ın rızasına daha uygun olur. Peygamber’in Ehlibeyti olan bizler, velayet ve halka önderlik etmeye, hakları olmadığı hâlde bu makamı iddia eden, daima zulüm fesat ve tecavüz yoluna koyulan Benî Ümeyye hanedanından daha layığız. Eğer bizden hoşlanmayarak yüz çevirir, hakkımızı tanımaz ve de şimdiki görüşleriniz, davet mektuplarınızda yer alan görüşlerinizden farklı ise, o zaman ben de geri dönerim.”

Hür ise, “Bizim bu davet mektuplarından hiçbir haberimiz yoktur.” dedi.

İmam (a.s) “Akabe b. Sem’ân”a, Kûfe halkının mektuplarıyla dolu olan heybeyi hazırlamasını emre i. Ama Hür yine de bu mektuplardan habersiz olduğunu söyledi!

HÜRR’E CEVABI

افبالمَـوْتِ تخَوِّفنِـي وَ هَـلْ يعْـدُو بكُـمُ الخَطْـبُ انْ تقْتلُونـي وَ سَـاَقولُ مَـا قَـالَ اخُـو الْاَوْسِ لِاِبـنِ عَمِّـهِ وَ هُـوَ يرِيْـدُ نصْـرَةَ رَسُـولِ الـلٕهِ̃.سَاَمْضِي وَ مَا بالمَوْتِ عَارٌ عَلَي الفَتٰي       اذَا مَا نـوٰي حَ ـقـا وَجَاهَـدَ مُسْلِـمًاوَ اٰسَـا الرِّجَـالَ َّ الصالـحِـينَ بنفْسِـهِ      وَ فَـارَقَ مَثْبُـورًا وَ خَالـفَ مُجْرِمًـا اقَ ـدِّمُ نـفْسِي لَا ارِيـدُ ب ـقَـاءَهَا       لتلْقٰـي خَمِيسًـا فِـي اْلِهِيَـاجِ عَرَمْرَمًـا فاِنْ عِشْتُ لمْ اندُمْ وَ انْ مِ ُّ ت لمْ المْ         كَفٰي بكَ ذُلا انْ تَـعِيشَ وَ ترْغَـمَا

İmam (a.s) ile Hürr’ün arasında, İmam’ın (a.s) hareketi hakkında bazı konuşma ve tartışmalar oldu. Çünkü İmam (a.s), Kûfe’ye doğru hareket etmek istiyordu. Hür de memur olduğu üzere İmam’ın (a.s) Kûfe’ye doğru hareketini engellemeye kesin karar almıştı.

Fakat Hür, İmam’ın (a.s) kendi kararından vazgeçmediğini, memuriyeti karşısında taviz vermediğini ve ılımlı davranmaya da kesinlikle hazır olmadığını görünce şöyle dedi: “Hareket etmeye karar aldığınıza göre, kendiniz için ne Kûfe’ye ve ne de Medine’ye ulaşacak bir yol seçin; ben de bu arada fırsa an yararlanıp b. Ziyad’ı sulha teşvik etmek için bir mektup yazayım, şayet Allah Teâlâ beni sana karşı savaşmaktan kurtarır.”

Hür şu cümleyi de sözlerine ekleyip şöyle dedi: “Şunu da sana hatırlatayım ki eğer elini kılıca atıp savaşı başlatırsan kesinlikle öldürülürsün.”(اِِّني اذَكِّرُكَ الـلٕهَ في نفْسِكَ فاِني اشْهَدُ لئنْ قاتلْتَ لتقْتلَ َّ ن. )

İmam (a.s) Hürr’ün tehditli ikazlarını duyar duymaz cevaben şöyle buyurdu:

“Beni ölümle mi korkutuyorsun, beni öldürmekten başka bir iş yapabilir misiniz? Ben sana cevap olarak, Avs kabilesinden olan bir mümin kardeşin, Peygamber’e (s.a.a) yardım etmek istediğinde, kendisini engellemek isteyen amcasının oğluna hitaben söylediği şiiri okurum:

“Ölüme doğru gidiyorum;

Hedefi hak olup, Müslüman olarak cihad ettiğinde

Canını feda ederek iyi kişileri savunduğunda

Ve kâfirlerden uzak olup, cinayet karlara karşı düşman kesildiğinde

Ölüm yiğit için utanç vesilesi değildir.

Savaşta, güçlü bir orduyla karşılaşırken

Canımı takdim eder ve hayatımdan geçerim

Kalsam pişman olmam

Ölsem de üzülmem

Fakat böyle bir zillet ve horlukla yaşamak sana yeter.”([1 Ensabu’l-Eşraf, c. 3, s. 171.))

BEYZA KONAĞINDA

ايُّ هَا َّ الناسُ اَّ ن رَسُولَ الـلٕهِ صََّ لي الـلٕهُ عَلَيْهِ وَ آلهِ قالَ مَنْ رَأي سُلْطَانا جَائرًا مُسْـتحِ لا لحَـرَامِ الـلٕهِ ناكِثًـا عَهْـدَهُ مُخَالفًـا لسَُّ ـنةِ رَسُـولِ الـلٕهِ يعْمَـلُ فِـي عِبَـادِ الـلٕهِ بالْاِثْـمِ وَ العُـدْوَانِ فلَـمْ يغَيِّـرْ عَلَيْـهِ بفِعْـلٍ وَلَا قَـوْلٍ كَانَ حَقـا عَلَـي الـلٕهِ انْ يدْخِلَـهُ مَدْخَلَـهُ الَا وَ اَّ ن هٰـؤُلَاءِ قَـدْ لزِمُـوا طَاعَـةَ َّ الشـيْطَانِ وَترَكُـوا طَاعَـةَ َّ الرحْمٰـنِ وَاظْهَـرُوا الفَسَـادَ وَعََّ طلُـوا الحُـدُودَ وَاسْـتأْثرُوا بالفَـيْءِ وَ احَُّ لـوا حَـرَامَ الـلٕهِ وَ حََّ رمُـوا حَلَالـهُ وَ انـا احَ ُّ ـق مَِّ مـنْ غََّ يـرَ وَ قـدْ اتتْنـي كُتبكُـمْ وَ قدِمَـتْ عَلَ َّ ـي رُسُـلُكُمْ ببيْعَتكُـمْ انَّ كُـمْ لَا تسَـلِّمُوني وَلَا تَخْذِلونـي فَـاِنْ اتمَمْتـمْ عَلَ َّ ـي بيْعَتكُـمْ تصِيبُـوا رُشْـدَكُمْ فاَنـا الحُسَـينُ بـنُ عَلِـي وَابـنُ فاطِمَـةَ بنْـتِ رَسُـولِ الـلٕهِ نفْسِـي مَـعَ انفُسِـكُمْ وَ اهْلِـي مَـعَ اهْلِكُـمْ وَ لكُـمْ فِـي اسْـوَةٌ وَ انْ لـمْ تفْعَلُـوا وَ نقَضْتُـمْ عَهْدَكُـمْ وَ خََّ لفْتـمْ بيْعَتـي مِـنْ اعْناقكُـمْ مَـا هِـيَ لكُـمْ بنكْـرٍ لقَـدْ فعَلْتمُوهَـا باَبـي وَ اخِي وَابنِ عَمِّي مُسْلِم فالمَغْرُورُ مَنِ اغْتَّ ر بكُمْ فحََّ ظكُمْ اخْطَأْتمْ وَ نصِيبكُمْ ضََّ يعْتـمْ وَ مَـنْ  نكَـثَ فاِنَّ مَـا ينْكُـثُ عَلٰـي نفْسِـهِ وَ سَـيغْني الـلٕهُ عَنْكُـمْ وَ َّ السـلَامُ عَلَيْكُـمْ وَ رَحَمَـةُ الـلٕهِ وَ برَكَاتـهُ.

Bu konakta yine İmam (a.s) bir fırsat bularak Hürr’ün askerlerine bazı gerçekleri anlatıp kıyam, hareket ve mücadelesinin asıl illet ve sebebini izah e i.([1])

İmam Hüseyin b. Ali’nin (a.s) bu konuşmasının tercümesi:

“Ey insanlar! Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: ‘Her kim Allah’ın haramını helal bilen, ahdini bozan, Resulünün (s.a.a) sünnetine muhalif olan, Allah’ın kulları arasında günah ve haksızlık yapan zalim bir yönetici görür, ameli veya sözüyle ona karşı muhalefet etmezse, Allah Teâlâ böyle bir adamı da o zalimi sokacağı yere (cehenneme) sokar.’ Ey insanlar! Bilin ki, bunlar (Benî Ümeyye) Allah’a ibadet edecekleri yerde şeytana ibadet ettiler. Fesadı yayıp ilahî sınırları aştılar. Fey’i (Peygamber ailesine mahsus olan ganimeti) kendilerine ayırdılar. Allah’ın haramını helal, helalını da haram ettiler (emir ve nehiylerini değiştirdiler). Ben Müslüman toplumu hidayet etmeye ve onlara önderlik yapmaya ceddimin dinini değiştiren fasitlerden daha layığım.”

“Biat ettiğinize, beni düşman karşısında yalnız bırakmayacağınıza ve yardımınızı benden esirgemeyeceğinize dair, bana birçok davet mektuplarınız ve elçileriniz geldi. Bu biate sadık olduğunuz takdirde, saadet ve insanî değerlere ulaşmış olursunuz. Zira ben, Ali’nin ve Peygamber’in (s.a.a) kızı Fatıma’nın oğluyum. Vücudum siz Müslümanlarla, ailem de sizin ailenizle beraberdir (Çocuklarınız ve aileniz, benim çocuklarım ve ailem mesabesindedir.). Benimle Müslümanların arasında hiçbir ayrılık yoktur. Eğer bunu yapmaz da bana karşı ahdinizi bozar ve kendi biatiniz üzerinde durmazsanız, zaten yeni bir şey yapmış sayılmazsınız. Çünkü babama, kardeşime ve amcam oğlu Müslim’e de aynı muameleyi yaptınız. Sizin sözlerinize güvenen kimse aldanmış olur. Siz, nasibinizi elde etmekte hata eden ve payınızı da boş yere elden çıkaran kimselersiniz. Kim ahdini bozar da sözünün üzerinde durmazsa, yaptığı iş kendi zararına tamam olur. Allah Teâlâ, beni sizden müstağni kılar inşaallah. Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuh.”([2])

[1] – Hatib Harezmî şöyle diyor: İmam (a.s) Kerbela’ya vardıktan sonra bunu, konuşma yapma amacıyla değil, Kûfe’nin önde gelen kişilerine ve kabile reislerine bir mesaj olarak göndermiştir. Bizim görüşümüze göre İmam’ın (a.s) meselenin önemi gereğince her iki şekilde de yani hem mektup, hem de hitabe olarak bu sözleri buyurabilir.

[2] – Taberî, c.7, s.300. el-Kâmil, İbn Esir, c.3, s.280. Harezmî, c.1, s.234. Ensabu’l-Eşraf, Belazurî, c.3, s.171.

EBU HİREM’E CEVABI

يَـا ابـا هِـرَمٍ! اَّ ن بنِـي امََّ يـةَ شَـتمُوا عِرْضِـي فصَبَـرْتُ وَ اخَـذُوا مَالـي فصَبَـرْتُ وَ طَلَبُـوا دَمِـي فهَرَبـتُ وَ ايْـمُ الـلٕهِ ليقْتلُونـي فيلْبسُـهُمُ الـلٕهُ ذُلا شَـامِلًا وَ سَـيْفًا قاطِعًـا وَ يسَـلِّطُ عَلَيِْهِـمْ مَـنْ يذِلُّ هُـمْ حَتٕـي يكُونـوا اذََّ ل مِـنْ قـوْمِ سَـبأٍ اذْ مَلِكَتْهُـمُ امْـرَأْةٌ فحَكَمَـتْ فِـي امْوَالهِـمْ وَدِمَائهِـمْ.

“Rüheyme” konağında, Ebu Hirem([1]) ismindeki Kûfeli bir kişi, Hüseyin b. Ali’nin (a.s) huzuruna varıp şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın torunu! Seni ceddinin hareminden çıkaran sebep nedir?”(2)

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:

“Ey Eba Hirem! Ümeyye Oğulları, çirkin sözlerle benim şahsiyetime dokundular, buna karşı sabre im. Malımı, servetimi yağmaladılar, yine sabre im. Fakat kanımı dökmek istediklerinde kendi şehrimi terk etmek zorunda kaldım. Allah’a andolsun ki bunlar (Ümeyye Oğulları) beni katledeceklerdir. Allah Teâlâ da onları büyük bir zillet ve keskin bir kılıca duçar edecek, kendilerini hor, hakir eden bir kimseyi onlara musallat kılacaktır. O zaman da, bir kadının kendi arzuları doğrultusunda halkının mal ve canına hükme iği Sebe kavminden daha çok hor ve zelil bir duruma düşeceklerdir.”([2])

[1] – Bazı kaynaklarda, mesela Maktel-i Harezmî’den elimizde olan nüshada Ebu Hirem yerine yanlışlıkla “Ebu Hirre” nakledilmiştir. -2  .يَابنَ رَسُوِلِ الـلٕهِ! مَا اّلذِي أخْرَجَكَ عَنْ حَرَمِ جَدِّكَ

[2] – Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 226. el-Lühuf, s. 62. Musîru’l-Ahzan, İbn Nüma, s. 46.

TİRİMMAH B. ADİ’YE VE DOSTLARINA CEVABI

امَا وَالـلٕهِ اني لَاَرْجُو انْ يكُونَ خَيْرًا مَا ارَادَ الـلٕهُ بنا قتلْنا امْ ظَفَرْنا… ﴿ فمنْهُمْ مَـنْ قضٰـي نحْبَـهُ وَ مِنْهُـمْ مَـنْ ينْتظِـرُ وَ مَـا بَّ دلـوا تبْدِيـلًا.﴾ اللٕـهَُّ م اجْعَـلْ لنَـا وَ لهُـمُ الجََّ نـةَ وَاجْمَـعْ بيْننَـا وَ بيْنهُـمْ فِـي مُسْـتقَرٍّ مِـنْ رَحْمَتِـكَ وَ رَغَائـبِ مَذْخُـورِ ثَوَابـكَ… اَّ ن بيْننَـا وَ بيْـنَ القَـوْمِ عَهْـدًا وَ مِيْثاقًـا وَ لسْـنا نقْـدِرُ عَلَـي الْاِنصِـرَافِ حَتٕـي تَتصََّ ـرفَ بنَـا وَ بِهِـمُ الْاُمُـور فِـي عَاقبَـةٍ.

Taberî([1]) şöyle diyor: Amr b. Halid, Sa’d, Mecma ve Nafi’ b. Hilal ismindeki dört kişi, Tirimmah b. Adi’yle birlikte Kûfe’ye doğru hareket edip, “Uzeybü’l-Hicanat” konağında İmam (a.s) ile karşılaştılar. İmam (a.s) ile konuşurken şöyle dediler: “Ey Resulullah’ın torunu! Tirimmah yol esnasında develer için kaval çalacağı yerde şu şiirleri okuyarak develeri sürüyordu:

Güzel devem ne olur zahmetimden incime.

Yorulma sen, usanma çilelere gam yeme.

Şafak henüz doğmadan, karanlığı boğmadan, Hareket et, yürü git, yerinde hiç durmadan.

Eşsiz binicilere götür beni kendinle.

En iyi yolculara götür beni kendinle.

Öyle bir servere ki hürdür, göğsü geniştir.

Allah getirmiş onu, işi en iyi iştir.

Ya Rab, o pak vücudu belalardan koru sen.

Asla bırakma sönsün bu ilahî nuru sen([2])

Tirimmah’ın İmam’la (a.s) görüşmeye olan arzusunu dile getiren şiirler, İmam’ın (a.s) huzurunda okununca, İmam (a.s) onlara cevaben şöyle buyurdu:

“Allah’a andolsun ki ben, Allah Teâlâ’nın bizim hakkımızda -ister öldürülerek, ister galip gelerek- iradesinin hayır olmasını ümit ediyorum…”

O zaman İmam (a.s) bu misafirlerden, Kûfe halkının akide ve düşünce tarzlarını sordu. Onlar cevaben, “Ey Resulullah’ın torunu! Kûfe kabilelerinin büyüklerine gelince, İbn Ziyad’dan çok ağır ve değerli rüşvetler almışlardır. Diğer fertlere gelince de, onların kalpleri seninle, kılıçlarıysa senin aleyhinedir.” dediler. Yine İmam’ın (a.s) elçisi olan Kays b. Musahhar es-Saydavi’nin öldürülme haberini İmam’a (a.s) bildirdiler. İmam (a.s), bu üzücü haberi duyar duymaz şu ayeti okudu:

“Müminlerden öyle erler vardır ki, Allah’a verdikleri sözde sadık kaldılar. Kimi adağını ödedi (şehit oldu), kimi de (şehit olmayı) bekliyor. Onlar asla verdikleri sözü değiştirmediler.”([3])

Daha sonra şöyle dua etti:

“Allah’ım! Cenneti bize ve onlara nasip et. Bizleri ve onları kendi rahmetinde, zahire edilmiş sevaplarının en beğenilenine ulaştır.”

Bu sırada Tirimmah söze başlayıp şöyle dedi:

“Ey Resulullah’ın torunu! Ben Kûfe’den ayrıldığımda şehrin kenarında toplanmış bir grup insan gördüm. Toplanmalarının sebebini sorduğumda, ‘Bunlar Hüseyin b. Ali’ye (a.s) karşı savaş hazırlığı yapıyorlar.’ dediler. Ey Resulullah’ın torunu! Allah için bu yolculuktan vazgeç. Çünkü ben, Kûfe halkından bir kişinin bile senin yardımına koşacağına emin değilim. Eğer sadece benim gördüğüm insanlar sana karşı savaşsalar, bu bile senin yenilgiye uğramana kâfidir. Ama (bildiğimiz gibi) her gün ve her saat geçtikçe onların sayıları ve savaş güçleri oldukça artmaktadır.”

Tirimmah, İmam’a (a.s) şöyle bir tekli e bulundu: “Ey Resulullah’ın torunu! Ben, sizinle birlikte ve sizin hizmetinizde olarak bizim, “Tay” kabilesinin meskeni ve yüce dağları olan “Ahba” bölgesine doğru hareket etmeyi düşünüyorum.

Çünkü bu bölge, düşmanın taarruzundan öyle uzak ve öyle büyük bir öneme sahiptir ki, tarih boyunca bizim kabilemiz “Gassan” sultanları, siyah ve beyaz derili tüm düşmanlar karşısında mukavemet etmiş ve özel bir coğrafyaya haiz olduğu için de, hiç bir düşman bu bölgeyi ele geçirememiştir. Coğrafi açıdan stratejik bir konuma sahip olmasının yanı sıra eğer on gün bu bölgede kalsanız “Tay” kabilesinin süvari ve süvari olmayan bütün fertleri, sizin yardımınıza koşacaktır. Ben de, size kendi kabilemden yirmi bin erin sizin yardımınıza geleceğine ve sizin hedef ve programınız uğrunda ön sa a yer alıp düşmana karşı savaşacaklarına dair söz veriyorum.” İmam (a.s), Tirimmah’ın teklifine karşı şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ sana ve kabile fertlerine iyi mükâfat versin.”

İmam (a.s) daha sonra şöyle devam etti:

“Bizimle Kûfe halkının arasında var olan antlaşma sebebiyle geri dönmemiz mümkün değildir, bakalım işin sonu nereye varacak.”

Tirimmah, İmam’ın (a.s) kesin kararını görünce İmam’ın huzurundan ayrılıp elde e iği azığı çocuklarına götürüp en yakın bir zamanda İmam’ın (a.s) yardımına koşmak için İmam’dan (a.s) izin istedi. İmam (a.s) da ona izin verdi.

Tirimmah, acele bir şekilde ailesi ile görüşüp dönüşte Kerbela’ya ulaşmadan önce İmam (a.s) ve dostlarının şehit olduklarının haberini aldı.

[1] – Taberî, c. 7. s. 304.

[2] 1- Ensabu’l-Eşraf, c. 3, s. 172.يا ناقتي! لَا تذْعَرِي مِنْ زَجْرِي      وَ شَمِّرِي قبْلَ طُلُوعِ الفَجْرِبـخَـيْـرِ رُكْـ بانٍ وَ خَـيْـرِ سَـفَـرٍ    حَتٕي تحَلٕي بكَرِيمِ الخَبرِالمَاجِدِ الـحُرِّ رَحِيبِ ال َّ صدْرِ   أتٰي بهِ الـلٕهُ لـخَيْرِ أمْرٍ

Şiirlerin metni hakkında çeşitli görüşler vardır. Maktel-i Harezmî,Musîru’l-Ahzan, Kâmilu’z-Ziyarat ve Nefesu’l-Mehmum kitaplarına bakılsın.
[3] – Ahzab, 23.

UBEYDULLAH B. HÜRR EL-CUFÎ’YE SÖZLERİ

يَابنَ الحُرِّ اَّ ن اهْلَ مِصْرِكُمْ كَتبوا ال َّ ي انَّ هُمْ مُجْتمِعُونَ عَلٰي نصْرَتي وَ سَأَلوني القُدُومَ عَلَيِْهِمْ وَ ليْسَ الْاَمْرُ عَلٰي مَا زَعَمُوا وَ اَّ ن عَلَيْكَ ذُنوبا كَثيرَةً فهَلْ لكَ مِنْ توْبةٍ تمْحُو بهَا ذُنوبكَ؟… تنْصُرُوا ابنَ بنْتِ نبيكَ وَ تقَاتلُ مَعَهُ.

…اَّ مـا اذَا رَغِبْـتَ بنفْسِـكَ عََّ نـا فَـلَا حَاجَـةَ لنَـا فِـي فرَسِـكَ وَلَا فيـكَ وَ مَـا كُنْـتُ مَُّ تخِـذَ المُضِلِّـينَ عَضُـدًا وَ انـي انصَحُـكَ كَمَـا نصَحْتنِـي انِ اسْـتطَعْتَ انْ َلَا تسْـمَعَ صُرَاخَنَـا وَلَا تشْـهَدَ وَقْعَتنَـا فافْعَـلْ فوَالـلٕهِ لَا يسْـمَعُ وَاعِيتنَـا احَـدٌ وَلَا ينْصُرَُنـا الّا اكََّ بـهُ الـلٕهُ فِـي نـارِ جَهََّ نـم.

Benî Mekatil konağında, “Übeydullah b. Hürr el-Cufi”nin([1]) de bu konağa yerleştiğini İmam’a (a.s) bildirdiler. İmam (a.s) önce Haccac b. Mesruk’u Übeydullah’ın yanına gönderdi, Übeydullah da, Haccac’ın yanına gelip ona şöyle dedi: “Ey Hürr’ün oğlu! eğer kabul edecek olursan sana çok değerli bir hediye getirdim. Şimdi İmam (a.s) buraya gelmiş, büyük bir sevaba ve saadete ulaşman için kendisine yardımda bulunmanı istiyor. Eğer onun emri altında düşmanlarla savaşırsan hadsiz-hesapsız bir sevaba erişir, öldürülsen de şehadet makamına ulaşmış olursun.

Ubeydullah b. Hür cevaben şöyle dedi: “Allah’a andolsun ki, ben Kûfe şehrinden çıktığımda o şehir halkının çoğunluğunun ona ve Şialarına karşı savaşa hazırlandıklarını bizzat müşahede ettim. Onun bu savaşta öldürüleceğine yakinim vardır; benim ona yardım edecek gücüm yok; bu yüzden benim onu, onun da beni görmesini istemiyorum.” Haccac, İmam’ın (a.s) yanına dönerek Hür oğlu Ubeydullah’ın verdiği cevabı kendisine ulaştırdı. Daha sonra İmam (a.s) ashabından birkaç kişiyle birlikte Ubeydullah’ın yanına gitti. Ubeydullah İmam’ı (a.s) karşılayarak, “Hoş geldiniz.” dedi.

Ubeydullah’ın kendisi bu görüşmeyi şu şekilde anlatıyor: “İmam’la (a.s) karşılaştığımda, ömrümde ondan daha güzel ve daha göz alıcı bir şahıs görmediğimi, ama aynı zamanda onun kadar da hiç kimseye üzülmediğimi gördüm. Hazret harekete iğinde birkaç çocuğun da onun etrafını sardığını gördüm ki bu manzarayı asla unutamıyorum.”

İbn Hür şöyle diyor: “İmam’ın (a.s) çehresine baktığımda sakalının çok siyah olduğunu gördüm, Hazrete doğal rengi mi yoksa boyamış mısınız? diye sordum, İmam (a.s) şöyle cevap verdi:

“Ey Hürr’ün oğlu! İhtiyarlık çabuk ulaştı.”

Ben İmam’ın (a.s) bu sözünden boya sürdüğünü anladım.” Her halükârda, Ubeydullah ve İmam (a.s) arasında geçen iltifat ve karşılıklı sözlerden sonra, İmam (a.s) ona hitaben şöyle buyurdu:

“Ey Hürr’ün oğlu! Sizin (Kûfe) şehrinizin halkı bana yardım edeceklerine dair toplanıp ahde iklerini yazdılar ve onların şehrine hareket etmem için bana ricada bulundular. Ama gerçek, onların zannettikleri gibi değildir; senin işlediğin çok günah var, acaba tövbe ederek bu günahları temizlemek istemiyor musun?”

Ubeydullah: “Nasıl tövbe edeyim?” dedi. İmam (a.s) şöyle buyurdular:

“Peygamber’inin torununa yardım et ve onun düşmanlarına karşı savaş.”

Ubeydullah cevaben şöyle dedi: “Allah’a andolsun ki, ben senin emrine uyanın ebedi saadete nail olacağına inanıyorum, ama benim yardımımın sana bir faydası olacağını sanmıyorum. Çünkü Kûfe’de sizi desteklemeye ve size yardım etmeye karar almış bir kimse görmedim. Allah rızası için bu işte beni mazur gör, zira ben ölümden şiddetle kaçıyorum. Ama ben “Mulhike” ismindeki ünlü atımı huzurunuza takdim ediyorum; öyle bir at ki, şimdiye kadar onunla takip ettiğim her düşmana ulaştığım gibi, beni takip eden düşmanın da elinden kurtulmuşumdur.”

İmam (a.s) Ubeydullah’a şöyle cevap verdi:

“Bizim yolumuzda canını esirgedikten sonra, artık bizim ne sana ihtiyacımız var, ne de atına.”

İmam (a.s) daha sonra şu cümleyi ekleyerek şöyle buyurdu:

“Sen bana nasihat ettiğin gibi ben de sana nasihat ediyorum; o da şu ki, bizim yardım dileme seslerimizi duymaman ve savaşımızı görmemen için uzaklaşabildiğin kadar kendini bizlerden uzaklaştır. Zira Allah’a andolsun ki kim bizim yardım dileme sesimizi duyar da yardımımıza koşmazsa, Allah Teâlâ onu cehennem ateşine atacaktır.”([2])

Ubeydullah, İmam’ın (a.s) bu sözlerinden öğüt alıp da, Hazretin ordusuna katılmadı. Ama ömrünün sonuna kadar bu durumdan pişmanlık duyup ve böyle bir saadeti elinden kaçırdığı için de üzülüyordu. Onun duyduğu üzüntüyü, kendisine hitaben söylediği şiirlerden az da olsa anlayabiliriz. O, kendine hitaben şöyle diyor:

Yazıklar olsun sana, diri olduğun müddetçe. Öyle bir üzüntü ve hasret ki hayatım boyunca, Göğsüm ve boğazım arasında dolaşıp durur.

Hüseyin (a.s) benim gibi birisinden,

Zulüm ve tefrika ehline karşı yardım istediği zaman,

Hüseyin (a.s) benden, sapıklık ve nifak ehline karşı

Yardımına koşmamı dilediği zaman,

Eğer ben sözünü dinleyip canım ve vücudumla

Onun yardımına koşsaydım,

Kıyamet günü çok büyük bir şeref ve yüceliğe nail olurdum.


[1] – Ubeydullah b. Hür, Osman’ın taraftarlarından idi. Osman öldürüldükten sonra Muaviye’nin yanında yer alıp Sıffin savaşında Muaviye’nin ordusunda İmam Ali’ye karşı savaştı. Tarihte Ubeydullah’ın yol kesiciliği ve çapulculuğundan çok sözler nakledilmiştir. Tarih-i Taberî, c. 7. s. 168 ve Cemheretu İbn Hazm, s. 385’e bakılsın.

[2] – Ensabu’l-Eşraf, Belazurî, c. 3, s. 174. Taberî, c. 7. s. 306. el-Kâmil, İbn Esir, c. 3, s. 282. Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 226-227. Ahbaru’t-Tival, Dineverî, s. 246. el-Emali, Şeyh Saduk, Meclis: 30.

AMR B. KAYS VE AMCASI OĞLUNA CEVABI

انطَلِقَـا فـلَا تسْـمَعَا لـي وَاعِيـةً وَلَا ترَيـا لـي سَـوَادًا فاِنَّ ـهُ مَـنْ سَـمِعَ وَاعِيتنـا اوْ رَأي سَوَادَنا فلَمْ يجِبْنا اوْ يغِثْنا كَانَ حَقا عَلَي الـلٕهِ عََّ ز وَ جَ َّ ل انْ يكَِّ بهُ عَلٰي مِنْخَرَيْـهِ فـي الَّ نـارِ.

Yine “Benî Makatil” konağında Amr b. Kays el-Muşrifî, amcası oğluyla birlikte Hz. Hüseyin’in (a.s) huzuruna vardıkların da, İmam (a.s) onlara şöyle sormuştu:

“Bana yardım etmek için mi geldiniz?”

Onlar ise, “Hayır, çünkü bir tara an bizim çoluk çocuğumuz çoktur, diğer tara an da halkın ticaret malı bizim yanımızdadır, kaderinizin nereye ulaşacağını bilmiyoruz ve halkın malının bizim elimizde zayi olması da doğru değildir.” dediler.

Burada İmam (a.s) onlara hitaben şöyle buyurdu:

“Feryadımızı duymamanız, karaltımızı görmemeniz için bu bölgeden uzaklaşın. Çünkü kim feryadımızı duyar veya karaltımızı görür de, bize olumlu cevap vermezse veya feryadımıza yetişip yardım etmezse, Allah Teâlâ’nın kendisini yüzüstü cehenneme atmasını hak etmiştir.”([1])

[1] – Sayın Gaffari’nin dipnotuyla Tahran’da basılmış olan İkabu’l-A’mal,

s. 409. Rical-i Keşşî, s. 74.

KERBELA YAKINLARINDA

﴿ انَّ ا لـلٕهِ وَ انَّ ا اليْهِ رَاجِعُونَ﴾ وَالحَمْدُ لـلٕهِ رَبِّ العَالمين… اني خَفِقْتُ برَأْسِي فعَ َّ ـن بـي فَـارِسٌ وَ هُـوَ يقُـولُ: القَـوْمُ يسِـيرُونَ وَ المَنايَـا تسِـيرُ اليِْهِـم فعَلِمْـتُ انَّ هَـا انفُسُـنا نعِيـتْ اليْنـا… جَـزَاكَ الـلٕهُ مِـنْ وَلـدٍ خَيْـرَ مَـا جَـزي وَلـدًا عَـنْ وَالـدِهِ.

İmam (a.s) “Kasr-ı Benî Makatil” konağında sabaha yakın bir vakitte, gençlere tulumları suyla doldurmalarını emretti ve bir sonraki menzile doğru hareket edildi. Kafilenin hareketi esnasında İmam’ın (a.s) istirca (inna lillah ve inna ileyhi raciun ve’l-hamdu lillahi rabbi’l-âlemin) kelimesini tekrarladığı defalarca duyuldu. İmam’ın (a.s) yiğit oğlu Ali Ekber, Hazret’ten bu istirca kelimesinin sebebini sorduğunda İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:

“Ben hafif bir uykuya daldım, bir süvari zahir olup şöyle diyordu: ‘Bu topluluk geceleyin yürüyor, ölüm de onları takip ediyor.’ Böylece o topluluğun bizlerin olduğunu ve ölümün de bize haber verilmiş olduğunu öğrendim.”

Hz. Ali Ekber:

“Allah kötü bir olay karşımıza çıkarmasın, biz hak değil miyiz?” dediğinde İmam (a.s) şöyle buyurdu:

“Evet, Allah’a andolsun ki biz hak yoldayız.”

Hz. Ali Ekber:

“Öyleyse hak yolunda, ölmekten hiçbir korkumuz yoktur.” dedi.(1)

İmam (a.s), bunu duyunca dua edip şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ bir evlada, babasından taraf vereceği en iyi mükâfatla mükâfatlandırsın seni.”(2)

1- اذًا لَا نبالي انْ نمُوتَ مُحِقِّين.

2- Ensabu’l-Eşraf, Belazurî, c. 3, s. 185. Taberî, c. 7, s. 306. el-Kâmil, İbn Esir, c. 3, s. 282. Maktel, Harezmî, c. 1, s. 226. Tabakat, İbn Sa’d. Ama merhum Seyyid İbn Tavus, “el-Lühuf” kitabında bu olayın “Sa’lebiyye” menzilinde olduğunu söylüyor.

İMAM HÜSEYİN (A.S)’IN KERBELA’YA VARDIĞINDA YAPTIĞI KONUŞMALAR

KERBELA’YA VARDIĞINDA

مَا كُنْتُ لِاََبدَأهُمْ بالقِتالِ.

…اللٕـهَُّ م اعُـوذُ بـكَ مِـنَ الكَـرْبِ وَالبَـلَاءِ هَاهُنَـا مَحَ ُّ ـط رِحَالنَـا وَ هَاهُنَـا وَالـلٕهِ مَحَ ُّ ل قبورِنا وَ هَاهُنا وَالـلٕهِ مَحْشَرُنا وَ مَنْشَرُنا وَ بهٰذَا وَعَدَني جَدِّي رَسُولُ الـلٕهِ صََّ لـي الـلٕهُ عَلَيْـهِ وَ آلـهِ وَلَا خِـلَافَ لوَعْـدِهِ.

İmam Hüseyin’in (a.s) kafilesi, Hürr’ün ordusuyla birlikte hareketlerine devam edip, “Neyneva”ya ulaştılar. Burada rahvan ata binmiş silahlı bir süvariyle karşılaştılar; o adam İbn Ziyad’ın elçisiydi, kendisinden taraf Hürr’e mektup götürüyordu. Mektubun metni şöyleydi:

“Bu mektubumu okur okumaz Hüseyin b. Ali’yi baskı altına al ve onu, otsuz-susuz ve kalesiz bir yere sevk et.”(1)

Hür, mektubun metnini İmam’a (a.s) okuyup Hazreti kendi memuriyetinden haberdar etti.

İmam (a.s) şöyle buyurdu:

جَعْجِعْ بالحُسَيْنِ حِينَ تقْرَأُ كِتَابي وََلَا تنْزِلهُ اَّ لا بالعَرَاءِ عَلٰي غَيْرِ مَاءٍ وَ غَيْرِ حِصْنٍ.  1-

“Öyleyse bırak biz Neyneva, Ğaziriyyat veya Şufeyye çölüne inelim.”

Hür: “Ben sizin bu teklifinizi kabul edemem. Zira ben artık karar almakta özgür değilim; çünkü bu mektubu ulaştıranın kendisi İbn Ziyad’ın casusudur ve benim en küçük hareketimi bile gözaltında bulundurmaktadır.”

Bu arada, “Züheyr b. Kayn” İmam’a (a.s) şöyle bir teklif sundu: “Bizim bu az grupla savaşmamız, bunların arkasında olan kişilerle savaşmaktan daha kolaydır; Allah’a andolsun ki az bir müdde en sonra çok sayıda ordular onların yardımına koşacaktır; artık o zaman da bizim onların karşısında mukavemet etmeye kudretimiz olmayacaktır.”

İmam (a.s) Züheyr’in teklifine cevaben dedi ki:

“Savaşı ben başlatmayacağım.”([1])

Daha sonra İmam (a.s) Hürr’e hitaben şöyle dedi:

“İkametimize daha münasip bir yer bulmamız için biraz daha hareket edelim.”

Hür, Hazret’in bu sözüne muvafakat ederek hareketlerine devam edip Kerbela çölüne ulaştılar. Burada Hür ve dostları, “Burası Fırat’a yakın ve münasip bir yerdir.” diye Hazret’in bundan daha fazla ilerlemesine mani oldular.

Hüseyin b. Ali (a.s) o bölgeye inmeye karar verdiğinde o yerin ismini sordu, buraya “Taf” diyorlar diye cevap verdiklerinde İmam (a.s) şöyle sordu:

“Buranın başka bir ismi de var mı?”

“Buraya Kerbela da diyorlar.”

İmam, (a.s)”Kerbela” ismini duyar duymaz, şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Kerb ve beladan sana sığınıyorum. İşte burası bizim ineceğimiz (son) yerdir. Allah’a andolsun ki, kabirlerimizin yeri de burasıdır. Allah’a andolsun ki, kıyamet gününde de buradan haşr olacağız. Bu, ceddim Rasulullah’ın vadesidir; O’nun vadesinde hiçbir hilaf yoktur.”([2])


[1] – Taberî, c. 7, s. 308. el-Kâmil, c. 3, s. 282. Harezmî, c. 1. s. 234.

[2] – Nuru’s-Sakaleyn, c. 4, s. 221. Biharu’l-Envar, c. 10 s. 188.

KERBELA’YA VARDIKTAN SONRAKİ HUTBESİ

اَّ مـا بعْـدُ فقَـدْ نـزَلَ بنَـا مِـنَ اْ َلاَمْـرِ مَـا قَـدْ تَـرَوْنَ وَ اَّ ن ُّ الدنيَـا قَـدْ تغََّ يـرَتْ وَ تنَّ كـرَتْ وَ ادْبـرَ مَعْرُوفهَـا وَ لـمْ يبْـقَ مِنْهَـا اَّ لا صُبابـةٌ كَصُبابـةِ اْلْاِنـاءِ و خَسِـيسِ عَيْـشٍ كَالمَرْعـي الوَبيـلِ اَلَا تَـرَوْنَ الـي الحَـقِّ َلَا يعْمَـلُ بـهِ وَ الـي الباطِـلِ َلَا يتناهـي عَنْـهُ ليرْغَـبُ المُؤْمِـنُ فـي لقَـاءِ الـلٕهِ فاِنـي لَا ارَي المَـوْتَ اَّ لا سَـعَادَةً وَ الحَيَـاةَ مَـعَ َّ الظالمِـينَ اَّ لا برَمًـا، اَّ لنـاسُ عَبيـدُ ُّ الدنيَـا وَالدِّيْـنُ لعِـقٌ عَلٰـي اْلسِـنتِِهِمْ يحُوطُونـهُ مَـا دََّ رتْ مَعَايشُـهُمْ فَـاِذَا مُحِّصُـوا بالبَـلَاءِ قَ َّ ـل َّ الديَّ انـونَ.

İmam Hüseyin (a.s) Muharremu’l-Haram ayının ikisinde, hicretin 61. yılında Kerbela’ya vardı, az bir vakfeden sonra dostları, çocukları ve ailesi arasında yer alıp şu hutbeyi okudular.

“Allah’a hamd, Peygamber’e salât ve selamdan sonra. İşte başımıza gelen olayı görmektesiniz. Gerçekten dünyanın durumu değişmiş, kötülükleri aşikâr olmuş, iyilik ve faziletleri ortadan kalkmıştır. İnsanî faziletlerden, ancak kabın içerisinde kalan su damlacıkları kadar pek az bir şey kalmıştır. Halk, zillet ve utanç dolu bir hayat sürdürmektedir.

Hak üzere amel edilmediğini ve batıldan kaçınılmadığını görmüyor musunuz? Böyle bir durumda mümin, Allah’a kavuşmayı (şehit olmayı) arzularsa haklıdır. Ben, böyle bir ortamda ölümü saadet biliyorum, zalimlerle yaşamayı ise alçaklık. İnsanlar dünya kuludur, din ise dillerinde dolaşır, dinin sayesinde geçimleri iyi olduğu müddetçe onu savunurlar, zorluklarla imtihan edildiklerinde ise dindarlar azalır.”([1])

[1] – Tuhafu’l-Ukul, s. 174; Taberî, c. 7, s. 300. Musîru’l-Ahzan, s. 22; İbn Asakir, 214. Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 5. el-Lühuf, 69. Taberî ve İbn Numa’nın naklettiğine göre İmam (a.s) bu hutbeyi Zî Husem menzilinde buyurmuştur. Mezkûr kaynakların bazısında “Ennas…” cümlesi hutbenin evvelinde zikredilmiştir. Ama biz Tuhafu’l-Ukul kitabının metnine istinat ettik.

İBN ZİYAD’IN MEKTUBUNA CEVABI

َلَا افْلَـحَ قَـوْمٌ اشْـترُوا مَرْضَـاتِ المَخْلُـوقِ بسَـخَطِ الخَالـقِ… مَـا لـهُ عِنْـدِيجَـوَابٌ لِاَنَّ ـهُ حََّ قـتْ عَلَيْـهِ كَِلمَـةُ العَـذَابِ.

“Hür b. Yezid” bir mektup yazarak, Hüseyin b. Ali’nin (a.s) gelişini İbn Ziyad’a bildirdi; İbn Ziyad da İmam’a (a.s) şöyle bir mektup yazdı:

“Ben sizin Kerbela bölgesine vardığınızdan haberdar oldum. Emîrü’l-Müminin Yezid b. Muaviye, seni öldürmedikçe veya benim emrime ve Yezid b. Muaviye’nin hükümetine boyun eğdiğini görmedikçe başımı yastığa koyup da rahat etmememi ve karnımı doyurmamamı emretmiştir. Vesselam.”

İmam (a.s), İbn Ziyad’ın mektubunu okuduğunda, mektubu yere atıp şöyle buyurdu:

“Halkın rızasını, Allah’ın gazabına tercih eden bir kavim kurtuluşa ermez.”

Elçi, mektubun cevabını istediğinde İmam (a.s) şu cümleyi buyurdu:

“İbn Ziyad’ın mektubuna vereceğim bir cevap yoktur.

Çünkü Allah’ın azabı onun hakkında sabit olmuştur.”([1])

Yani o, Allah’a karşı mücadeleyi ve O’na karşı savaşı tercih etmiştir.

Elçi, İbn Ziyad’ın yanına dönüp mektup hususunda, İmam’ın (a.s) tepkisini ona bildirince, İbn Ziyad çok öfkelendi.

[1] – Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 239. Bihar, c. 10, s. 189.

ÖMER B. SA’D’LA KONUŞMASI

يابْـنَ سَـعْدٍ وَيْحَـكَ اتقَاتلُنِـي؟ امَـا تَّ تقِـي الـلٕهَ الَّ ـذِي اليْـهِ مَعَـادُكَ فاَنـا بْـنُ مَـنْعَلِمْـتَ الَا تكُـونُ مَعِـي وَ تَـدَعُ هٰـؤُلَاءِ فاِنَّ ـهُ اقْـرَبُ الـي الـلٕهِ تعَالٰـي… مَـا لـكَ ذَبَّ حَـكَ الـلٕهُ عَلٰـي فرَاشِـكَ عَاجِـلًا وَلَا غَفَـرَ لـكَ يَـوْمَ حَشْـرِكَ فوَالـلٕهِ انـي

ََلَاَرْجُـو انْ َلَا تَـأْكُلَ مِـنْ بـرِّ العِـرَاقِ اَّ لا يسِـيرًا .

Hatib Harezmî’nin nakline göre, Hüseyin b. Ali (a.s),”Amr b. Kurza Ensarî” ismindeki dostlarından biri vasıtasıyla, Ömer b. Sa’d’a kendisiyle görüşmesi için bir mesaj gönderdi. Ömer b. Sa’d da Hazret’in bu teklifini kabul etti. İmam Hüseyin (a.s) gece vakti,([1]) dostlarından yirmi kişiyle birlikte iki ordunun arasında dikilen çadıra doğru hareket etti; kardeşi Ebu’l-Fazl ve oğlu Ali Ekber’den başka dostlarından hiçbir kimsenin çadıra girmemesini emretti. Ömer b. Sa’d da, sayıları yirmiyi bulan dostlarına aynı şekilde emretti ve sadece oğlu Hafs ve özel kölesiyle birlikte çadıra girdiler.

İmam (a.s), bu mecliste Ömer b. Sa’d’a hitaben şöyle buyurdu:

“Ey İbn Sa’d! Benimle savaşmak mı istiyorsun? Hâlbuki benim, kimin oğlu olduğumu biliyorsun. Huzuruna varacağın Allah’tan korkmuyor musun? Bunları (Benî Ümeyye’yi) bırakıp benimle olmak istemiyor musun? Bu amel Allah’ın rızasına daha yakındır.”

Ömer b. Sa’d: “Bu durumda, Kûfe’deki evimi yıkmalarından korkuyorum.” İmam (a.s) :

“Kendi paramdan sana ev yaptırırım.”

Ömer b. Sa’d: “Bağ ve hurmalıklarımı yağmalamalarından korkuyorum.” İmam (a.s) :

“Ben Hicaz’da, Kûfe’deki olan bağlarından daha güzel bağ ve hurmalıkları sana veririm.”

Ömer b. Sa’d: “Çoluk çocuğum Kûfe’dedir, onları öldürmelerinden korkuyorum.”

İmam (a.s) onun boş yere bahane aradığını görünce, tövbe edip dönmesinden ümidini kesti ve şu cümleyi söyleyerek ayağa kalktı:

“Neden şeytana itaatte bu kadar diretiyorsun, Allah seni yatağında öldürsün; kıyamet günü de günahlarından geçmesin; sana ne olmuş (bu kadar mazeret getirip söz kabul etmiyorsun?) Allah’a andolsun ki Irak buğdayından, çok az bir miktarı hariç sana hiçbir şeyin nasip olmayacağını ümit ediyorum (yani Allah yakın bir zamanda canını alsın).”([2]) Ömer b. Sa’d da alay ederek: “Irak arpası bana yeter.” dedi.([3])

[1] – Karinelerden, bu görüşmenin, Muharrem’in 8. veya 9. gecesinde gerçekleştiği anlaşılıyor.

[2] – Maktel-i Harezmi, c. 1, s. 245.

[3] – Maktel-i Harezmî, c.1, s. 245.

TASUA GÜNÜ İKİNDİ VAKTİ BUYURDUĞU SÖZLER

اِّنـي رَأَيْـتُ رَسُـولَ الـلٕهِ صََّ لـي الـلٕهُ عَلَيْـهِ وَ آلـهِ فِـي المَنَـامِ فقَـالَ لـي: انَّ ـكَ صَائـرٌ اليْنَـا عَـنْ قرِيـبٍ… ارْكَـبْ بنفْسِـي انْـتَ يَـا اخِـي حَتٕـي تلْقَاهُـمْ فتقُـولَ لهُـمْ مَـا لكُـمْ وَ مَـا بـدَا لكُـمْ وَ تسْـأَلهُمْ عََّ مـا جَـاءَ بِهِـمْ… ارْجِـعْ اليِْهِـمْ فَـاِنْ اسْـتطَعْتَ انْ تؤَخِّرَهُـمْ الٰـي غُـدْوَةٍ وَ تدْفعَهُـمْ عََّ نـا العَشَِّ ـيةَ نصَلِّـي لرَبنَـا َّ الليْلَـةَ وَ ندْعُـوهُ وَ نسْـتغْفِرَهُ فَهُـوَ يعْلَـمُ انـي احِ ُّ ـب َّ الصلٰـوةَُ وَ تِـلَاوَةَ كِتابـهِ وَ كَثْـرَةَ

ُّ الدعَـاءِ وَ الاِسْـتغْفَارِ.

Taberî’nin naklettiğine göre, dokuz muharrem perşembe gününün ikindi vaktinde Ömer b. Sa’d’ın saldırı emriyle ordu harekete geçti; İmam (a.s), o saatte çadırın dışında kılıcına dayanıp hafif bir uykuya dalmıştı.

Zeyneb-i Kübra (ona selam olsun) Ömer b. Sa’d’ın ordusunun sesini duyup onların hareket ve kaynaşmalarını görünce, İmam’ın (a.s) yanına gelip: “Kardeşim! Düşman çadırlara yaklaşmak üzeredir.” dedi.

İmam (a.s) başını kaldırıp şöyle buyurdu:

“Şimdi ceddim Resulullah’ı (s.a.a) rüyamda gördüm ki bana şöyle buyurdu: ‘Torunum, yakın bir zamanda benim yanıma geleceksin.”

Daha sonra hazret, kardeşi Ebu’l-Fazl’a şöyle buyurdu:

“Kardeşim, canım sana feda olsun, atına bin de bunlarla görüş ve onların (bu hareketten) hedeflerinin ne olduğunu sor, öğren.”

İmam’ın (a.s) direktifleri doğrultusunda Ebu’l-Fazl, içlerinde Züheyr b. Kayn ve Habib b. Mezahir’in de bulunduğu yirmi kişiyle birlikte düşmana doğru hareket edip, onların karşısında yer aldı ve onların bu hareketten hedeflerinin ne olduğunu sordu.

Ömer b. Sa’d’ın ordusu Hz. Ebu’l-Fazl’a cevaben: “Emîr’den (İbn Ziyad) yeni bir hüküm gelmiştir; ya biat edersiniz veya hemen şimdi sizinle savaşa başlarız.” dediler.

Hz. Ebu’l-Fazl, İmam Hüseyin’in (a.s) huzuruna gelip onların sözünü Hazret’e iletti.

İmam (a.s), Hz. Ebu’l-Fazl’a şöyle buyurdu:

“Onların yanına dön ve savaşı yarına erteletmeye (bu gece mühlet almaya) çalış ve onları bu akşam bizden defet (savaştan vazgeçir) ; ta ki bu gece Rabbimize namaz kılalım, O’na dua edelim ve O’ndan mağfiret dileyelim. Çünkü ben namazı, Kur’ân okumayı ve fazla dua edip mağfiret dilemeyi çok seviyorum.”([1])

Hz. Ebu’l-Fazl, Ömer b. Sa’d’ın yanına varıp bir gece mühlet istedi. Ömer b. Sa’d, bu teklifi kabul etmekte tereddüt içerisinde olduğu için konuyu ordunun komutanlarına açıp, onların görüşünü aldı.

“Amr b. Haccac” isminde olan komutanlardan biri şöyle dedi: “Subhanellah, eğer bunlar Türk veya Deylim’den bile olsalardı senden böyle bir mühlet istedikleri takdirde onlara olumlu cevap vermen gerekirdi (kaldı ki bunlar Peygamber’in (s.a.a) torunlarıdır).”

Komutanlardan, Kays b. Eş’âş ismindeki bir şahıs da şöyle dedi: “Benim nazarıma göre de Hüseyin’in bu isteğine olumlu cevap vermek gerekir. Zira onun isteği, cepheden geri çekilmek veya yeni bir karar almak için değildir; Allah’a andolsun ki bunlar yarın senden daha önce savaşa başlayacaklar.”

Ömer b. Sa’d: “Eğer mesele böyleyse niçin bu geceyi onlara mühlet olarak verelim?” dedi.

Velhasıl çok konuştuktan sonra Ömer b. Sa’d, Hz. Ebu’l-Fazl’a şöyle cevap verdi: “Biz bu geceyi size mühlet veriyoruz, eğer teslim olup Emîr’in (İbn Ziyad’ın) hükmüne boyun eğerseniz, sizi onun yanına götürürüz; aksi takdirde biz sizi kendi halinize bırakmayacağız. Sizin kaderinizi tayin eden savaş olacaktır.”

Böylece İmam’ın (a.s) teklifine muvafakat edilip, Aşura gecesi Hazret’e mühlet verilmiş oldu.

[1] – Ensabu’l-Eşraf, c. 3, s.185. Taberî, c. 7, s. 319-320. el-Kâmil, c. 3, s. 285, el-İrşad, s. 240.

AŞURA GECESİNDEKİ SÖZLERİ

اثْنِـي عَلَـي الـلٕهِ احْسَـنَ َّ الثنَـاءِ وَ احْمَـدُهُ عَلَـي َّ الس َّ ـراءِ وَ َّ الض َّ ـراءِ. اللٕـهَُّ م انـي احْمَـدُكَ عَلٰـي انْ اكْرَمْتنَـا ب ُّ النبُ َّ ـوةِ وَعََّ لمْتنَـا القُـرْآنَ وَ فَّ قهْتنَـا فِـي الدِّيـنِ وَ جَعَلْـتَ لنَـا اسْـمَاعًا وَ ابصَـارًا وَ افْئِـدَةً وَلـمْ تجْعَلْنَـا مِـنَ المُشْـرِكِينَ. اَّ مـا بعْـدُ: فاِنـي َلَا اعْلَـمُ اصْحَابـا اوْلٰـي وََلَا خَيْـرًا مِـنْ اصْحَابـي وََلَا اهْـلَ بيْـتٍ اب َّ ـر وََلَا اوْصَـلَ مِـنْ اهْـلِ بيْـتيِ فجَزَاكُـمُ الـلٕهُ عَنِّـي جَمِيعًـا خَيْـرًا. وَ قَـدْ اخْبرَنـي جَـدِّي رَسُـولُ الـلٕهِ صََّ لـي الـلٕهُ عَلَيْـهِ وَ آلـهِ باَنـي سَاَُسَـاقُ الـي العِـرَاقِ فانْـزِلُ ارْضًـا يقَـالُ لهَـا عَمُـورَا وَ كَرْبـلَاءِ وَ فيهَـا اسْتشْـهَدُ وَ قَـدْ قَـرُبَ المَوْعِـدُ.

الَا وَ انـي اظُ ُّ ـن يوْمَنـا مِـنْ هٰـؤُلَاءِ الاَعْـدَاءِ غَـدًا وَ انـي قـدْ اذِنـتُ لكُـمْ فانطَلِقُـوا جَمِيْعًـا فِـي حِـلٍّ ليْـسَ عَلَيْكُـمْ مِنِّـي ذِمَـامٌ وَ هٰـذَا َّ الليْـلُ قَـدْ غَشِـيكُمْ فاتَّ خِـذُوهُ جَمَـلًا وَليأْخُـذْ كُ ُّ ل رَجُـلٍ مِنْكُـمْ بيـدِ رَجُـلٍ مِـنْ اهْـلِ بيْتـي فجَزَاكُـمُ الـلٕهُ جَمِيعًـا خَيْـرًا وَ تفََّ رقُـوا فِـي سَـوَادِكُمْ وَ مَدَائنكُـمْ فَـاَِّ ن القَـوْمَ انَّ مَـا يطْلُبوننِـي وَ لـوْ اصَابونـي لذَهَلُـوا عَـنْ طَلَـبِ غَيْـرِي .

…حَسْبكُمْ مِنَ اْلقَتْلِ بمُسْلِمٍ اذْهَبوا قدْ اذِنتُ لكُمْ.

…انـي غَـدًا اقْتَـلُ وَ كُُّ لكُـمْ تقْتلُـونَ مَعِـي وَلَا يبْقٰـي مِنْكُـمْ احَـدٌ حَتٕيالقَاسِـمِ وَ عَبْدِالـلٕهِ َّ الرضِيـعِ.

Hüseyin b. Ali (a.s), Tasua’nın ikindi vakitlerine yakın, düşmandan mühlet aldıktan (veya akşam namazından) sonra Benî Haşim ve dostlarının arasında yer alıp şu hutbeyi okudular:

“Allah’a en güzel şekilde sena ediyor, refah ve zorluklarda verdiği nimetlere karşı da şükrediyorum. Allah’ım, peygamberliği bizim ailemizde karar kılmakla bize ikramda bulunduğun için sana hamdolsun. Kur’ân’ı bize öğrettin, dinde bizi fakih kıldın, bize (hakkı duyan) kulak, (hakkı gören) göz ve (hakkı tasdik eden) bir kalp verdin ve bizi müşriklerden kılmadın.”

“(Allah’a hamdüsenadan sonra) Ben, kendi ashabımdan daha hayırlı ve daha iyi bir ashap ve ehlibeytimden de daha sadık ve daha vefalı bir ehlibeyt tanımıyorum.

Daha sonra sözlerinin devamında şöyle buyurdu:

“Ceddim Resulullah (s.a.a) Irak’a çağırılacağımı, Amura veya Kerbela denilen yerde şehit olacağımı bana haber vermiştir; işte bu vadedilen sözün (şehadetin) zamanı yaklaşmıştır. Bana göre yarın düşmanla karşılaşacağımız gündür. Artık ben size izin veriyorum, siz serbestsiniz, biatimi sizden kaldırdım; bu gecenin karanlığından yararlanarak her biriniz ehlibeytimden birisinin elini tutup kendi köy ve şehirlerinize dağılın, kendinizi ölümden kurtarın, çünkü bu insanlar sadece beni takip ediyorlar, beni ele geçirirlerse artık diğerleriyle işleri olmaz, onlardan vazgeçerler. ([1])

Allah hepinizi en güzel şekilde mükâfatlandırsın.”

[1] – Tarih-i Taberî, c. 7, s. 321-322. el-Kâmil, İbn Esir, c. 3. s. 285. el-İrşad, Şeyh Müfid, s. 231. el-Lühuf, Seyyid İbn Tavus, s. 79. Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 246 ve et-Tabakat, İbn Sa’d. “Resulullah bana haber vermiştir…” cümlesi, Taberî nüshasında zikredilmemiştir.

İMAM’IN DİLİNDEN BİR BAŞKA HAMASET

وَالـلٕهِ لقَدْ بلَوْتهُمْ فمَا وَجَدْتُ فيهِمْ اَّ لا اَْلْاَشْوَسَ اَْلْاَقْعَسَ يسْتاَْنسُونَ بالمَنَّ يةِ دُوني اسْتيْناسَ الطِّفْلِ الي مَحَالبِ امِّهِ.

Merhum Mukarrem şöyle naklediyor: İmam (a.s), Aşura gecesi karanlık çöktüğü bir zamanda çadırlardan uzaklaştı. İmam’ın (a.s) yaranlarından olan Nafi b. Hilal, İmam’a (a.s) yaklaşıp çadırlardan uzaklaşmasının sebebini sordu ve ekledi: “Ey Resulullah’ın (s.a.a) torunu! Sizin, bu azgın adamın ordusuna doğru hareket etmeniz beni çok üzdü ve korkuttu.” İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:

“Çadırların etrafındaki çukur ve tepeleri araştırmak için geldim ki, düşman saklanacak bir yer bulup hücum etmek veya hamlenizi geri püskürtmek için oradan istifade etmesin.”

Bu sırada İmam (a.s), Nafi’nin elinden tutup şöyle buyurdu:

“Allah’a andolsun ki, bu gece o vaat edilen gecedir ki, kaçınmak olmaz.”(1)

1- هِيَ وَالـلٕهِ وَعْدٌ َلَا خُلْفَ فِيهِ.

Daha sonra İmam (a.s) ay ışığında, uzaktan görünen sıra dağları Nafi’ye göstererek şöyle buyurdu:

“Gecenin bu karanlığında, bu dağlara sığınıp, kendini ölümden kurtarmak istemiyor musun?”

Nafi’ b. Hilal kendisini Hazretin ayaklarına atıp şöyle dedi: “Annem ölümü öpsün ki, ben bu kılıcı bin dirheme, atımı da bin dirheme aldım. Senin muhabbetinle bana ihsanda bulunan Allah’a andolsun ki, bu kılıç kestikçe ve bu at da koştukça senden ayrılmayacağım.”

Mukarrem Nafi b. Hilal’dan([1]) şöyle naklediyor: İmam (a.s), etrafındaki çölü şöyle bir gözden geçirdikten sonra çadırlara doğru dönüp, Zeyneb-i Kübra’nın (a.s) çadırına girdi; ben de çadırların dışarısında nöbet bekliyordum, Zeyneb-i Kübra: “Kardeşim! Yaranlarını denedin mi? Onların niyet ve sebatlarını öğrendin mi? Sakın zorluk anında senden el çekerek, düşmanlar arasında seni yalnız bırakmasınlar.” diyordu.

İmam (a.s) Hz. Zeyneb’e cevaben şöyle buyurdu:

“Evet, Allah’a andolsun ki ben onları denedim; onları yiğit ve dayanıklı gördüm. Onların, benim yanımda öldürülmeye olan istekleri, bir bebeğin annesinin memesine olan iştiyakından daha çoktur.”([2])

Nafi’ diyor ki: “Ben Hz. Zeyneb’in sorusunu ve İmam Hüseyin’in (a.s) cevabını duyunca, birden ağlamam tuttu. Habib b. Mezahir’in yanına gidip İmam (a.s) ve kız kardeşinden duyduğum sözleri ona söyledim. Habib b. Mezahir: ‘Allah’a andolsun ki, eğer İmam’ın (a.s) emrini beklemeseydim bu gece düşmana saldırırdım.’ dedi. Ben de: ‘Habib! Şimdi İmam (a.s) kız kardeşinin çadırındadır; Ehlibeyt’ten olan hanım ve çocuklar da orada olabilir; bir grup dostlarınla birlikte onların çadırına gidip biatinizi yenileyin ve böylece hanımların tereddüt etmelerini engelleyin ve sakinleştirin onları.”

Habib yüksek bir sesle, çadırın içerisinde olan İmam’ın (a.s) yaranlarını çağırdı, derken onlar da çadırlardan dışarı çıktılar. Habib ilk önce Beni Haşim’den olan erkeklere: “Sizden çadırlarınıza dönmenizi rica ediyorum, kendi ibadet ve istirahatinizle meşgul olun.” dedi. Daha sonra Nafi’nin sözünü diğer ashaba nakletti. Onların hepsi cevaben şöyle dediler: “Bize ihsanda bulunan ve böyle bir iftiharı bize nasip eden Allah’a andolsun ki, eğer biz İmam’ın (a.s) emrini beklemeseydik, şimdi kılıçlarımızla düşmana saldırırdık. Habib gönlün rahat, gözün aydın olsun.”

Habib, onlara dua etmenin yanı sıra: “Gelin, hep birlikte hanımların çadırının yanına gidelim ve onlara güven verip gönüllerini rahat ettirelim.” diye teklifte bulundu.

Çadırların yanına geldiklerinde Habib, Benî Haşim hanımlarına hitaben şöyle dedi: “Ey Peygamber’in (s.a.a) kızları! Ve Resulullah’ın (s.a.a) Ehlibeyt’i! Bunlar, sizin fedakâr gençlerinizdir ve bunlar da onların bilenmiş kılıçlarıdır; hepsi, bu keskin kılıçları düşmanlarınızın boynuna indirmedikçe kınlarına koymayacaklarına ve kölelerinizin elinde olan bu uzun ve sivri mızrakları sadece düşmanlarınızın göğsüne saplayacaklarına dair ant içmişlerdir.”

Bu sırada, hanımlardan birisi şöyle cevap verdi:

“Ey temiz kişiler! Resulullah’ın (s.a.a) kızlarını ve Emîrü’l-Müminin Ali’nin (a.s) Ehlibeyt’ini himaye edin.”(1)

Bu hanımın sözlerini, çadırın dışında duyanlar, yüksek sesle ağlayıp her biri kendi çadırına doğru geri döndüler.

Bizzat İmam Hüseyin’in (a.s) kendi dilinden duyduğunuz dostlarıyla ilgili hamasetler ve Aşura gecesinde, Nafi b. Hilal ve Hazret’in diğer dostlarının konuşmaları işte bunlardan ibaretti.


[1] – Nafi’ b. Hilal, Hz. Hüseyin’in (a.s) yaranlarındandır. Aşura günü aldığı pek çok yaranın etkisiyle ölülerin arasına düştü. Daha sonra esir alınıp Kûfe’ye götürüldü. Aşura’yla ilgili sözlerden bir bölüm ondan nakledilmiştir.

[2] – Bu bölüm ve bununla ilgili olan sözler, Maktel-i Mukarrem, s. 262’den nakledilmiştir.

AŞURA GECESİNDE SÖYLEDİĞİ ŞİİRİ, KIZ KARDEŞLERİNE VE EŞLERİNE VASİYETİ

يَـا دَهْـرُ افٍّ لـكَ مِـنْ خَلِيـلِ      كَـمْ لـكَ باْلْاِشْـرَاقِ وَاَْلْاَصِيـلِ مِنْ صَاحِبٍ اوْ طَالبٍ قتِيلِ      وَال َّ ـدهْرُ لَا يَـقْـنَـعُ بال ـبدِيلِوَ انَّ ـمَـا الْاَمْـرُ الـي الـجَـلِيـلِ      وَ كُ ـل حَـيٍّ سَـاِل ـكٌ سَبِـي ـلِ

…يا اخْتاهُ تعَزّي بعَزَاءِ الـلٕهِ وَاعْلَمي اَّ ن اهْلَ الْاَرْضِ يمُوتونَ وَ اهْلَ َّ السمَاءِ لَا يبْقُـونَ وَ اَّ ن كُ َّ ل شَـيْءٍ هَالـكٌ اَّ لا وَجْـهَ الـلٕهِ الَّ ـذِي خَلَـقَ الْاَرْضَ بقُدْرَتـهِ وَ يبْعَـثُ الخَلْـقَ فيعُـودُونَ وَ هُـوَ فـرْدٌ وَحْـدَهُ، ابـي خَيْـرٌ مِنّـي وَ امِّـي خَيْـرٌ مِنِّـي وَ اخِـي خَيْـرٌ مِنـي وَ لـي وَ لهُـمْ وَ لـكُلِّ مُسْـلِمٍ برَسُـولِ الـلٕهِ اسْـوَةٌ…

يـا اخْتَـاهُ يـا اَّ م كُلْثُـومَ يـا فاطِمَـةُ يـا رَبـابُ انظُـرْنَ اذَا قتلْـتُ فَـلَا تشْـقُقْنَ عَلَ َّ ـي جَيْبًـا وَلَا تخْمُشْـنَ وَجْهًـا وَلَا تقُلْـنَ هَجْـرًا.

İmam Seccad’dan (a.s) şöyle nakledilmiştir:

“Aşura gecesi babam, dostlarından birkaç kişiyle birlikte çadırda oturmuşlardı. Ebuzer’in kölesi “Cevn” ise İmam’ın (a.s) kılıcını düzeltiyordu; İmam (a.s) bu şiiri terennüm etmeye başladı:

“Yazıklar olsun dostluğuna ey felek! Sabah ve ikindi sularında ne kadar da, Dost ve taliplerine ölüm indiriyorsun?

Zaten felek hiçbir şeyle kanaat etmez.

İşler sadece Allah’a havale edilir.

Ve her canlı bu yolun yolcusudur.”

İmam Seccad (a.s) daha sonra şöyle diyor:

“Ben İmam’ın (a.s) bu şiirinden şehadet haberini ilan ettiğini anladım, bunun için gözlerim yaşla doldu ama kendimi tuttum. Fakat yatağımın kenarında oturan ve bu şiirleri duyan halam Zeynep, İmam’ın (a.s) ashabı dağılır dağılmaz, Hazretin çadırına gelip şöyle dedi: ‘Yazıklar olsun bana! Keşke ölseydim de böyle bir günü görmeseydim. Ey ölenlerimin yadigârı! Ey kalanlarımın sığınağı! Bu olay adeta bütün büyüklerimizin (babam Ali (a.s), annem Zehra ve kardeşim Hasan’ın) musibetlerini canlandırdı.”

İmam (a.s), Zeyneb-i Kübra’yı teselli etti ve ona sabretmeyi tavsiye ederek şöyle buyurdu:

“Ey bacım! Allah’ın takdirine sabret. Bil ki, yeryüzünün ehli ölecektir, göklerin ehli de baki kalmayacaktır. Yeryüzünü kendi kudretiyle yaratan ve insanları diriltecek olan Yüce Allah’ın zatından başka bütün varlıklar yok olucudur. Ve O (Allah) tektir. Babam, annem ve kardeşim Hasan benden daha iyiydiler, buna rağmen hepsi ahirete göç ettiler. Resulullah’ta (s.a.a), benim için ve her Müslüman için güzel bir örnek vardır; Resulullah da (s.a.a) beka dünyasına göç etti.”

Hazret daha sonra şöyle buyurdu:

“Ey bacım Ümmü Külsüm! Ey Fatime, ey Rûbab! Ben öldüğümde (sakın) yakanızı parçalamayın, yüzünüzü tırmalamayın ve size yakışmayacak bir söz söylemeyin.”([1])

[1] – Ensabu’l-Eşraf, c. 3, s. 185. Taberî, c. 7, s. 324, el-Kâmil, c. 3, s. 285. elİrşad, s.232. Maktel-i Harezmî, c.1, s. 327. Tarih-i Yakubî, c. 2, s.244. Ahbaru’z-Zeynebiyyat.

AŞURA GECESİ KUR’ÂN OKUMASI

﴿وَلَا يحْسَـب َّ ن الَّ ذِيـنَ كَفَـرُوا انَّ مَـا نمْلِـي لهُـمْ خَيْـرٌ لِاَنفُسِـِهِمْ انَّ مَـا نمْلِـي لهُـمْ ليَـزْدَادُوا اثْمًـا وَ لهُـمْ عَـذَابٌ مُِهِـينٌ مَـا كَانَ الـلٕهُ ليَـذَرَ المُؤْمِنِـينَ عَلٰـي مَـا انتُـمْ عَلَيْـهِ حَتٕـي يمِيـزَ الخَبيـثَ مِـنَ َّ الطيِّـب﴾.

Aşura gecesi, İmam Hüseyin’in (a.s) çadırlarında bir kaynaşma ve fevkalade bir sevinç göze çarpıyordu. Birisi, silahını düzeltip savaşa hazırlanıyordu, diğeri Allah’a ibadet ve münacat etmekle ve başka birisi de Kur’ân okumakla meşguldü.

Zahhak b. Abdullah el-Meşrikî’den şöyle nakledilmiştir: “Aşura gecesi, her birkaç dakikada bir, Ömer b. Sa’d’ın ordusundan bir grup süvari, İmam Hüseyin’in (a.s) çadırlarının arkasını gözetlemek için gelip çadırdakilerin durumlarını kontrol ediyorlardı. Onlardan biri, İmam’ın (a.s), şu ayeti okurken sesini duyup tanıdı:

“O küfre sapanlar, kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendileri için hayırlı sanmasınlar, biz onlara, ancak günahları daha da artsın diye süre vermekteyiz. Onlar için aşağılatıcı bir azap vardır.

Allah, kötüyü temizden ayırt edinceye kadar müminleri, şu bulunduğunuz hâlde bırakmayacak.”([1])

O adam bu ayeti duyar duymaz şöyle dedi: “Allah’a andolsun ki, bu iyi kişiler bizleriz ve Allah, bizleri sizlerden ayırdı.”

(İmam Hüseyin’in (a.s) ashabından olan) “Büreyr” ileriye çıkıp o adama şöyle cevap verdi: “Ey fasık adam! Allah seni temiz kişilerin safına mı geçirmiştir? Bize taraf gel ve işlediğin bu büyük günahtan tövbe et. Çünkü Allah’a andolsun ki temiz kişiler bizleriz.”

Ömer b. Sa’d’ın adamı alayla, “Evet, biz de buna şahitlerdeniz.” diyerek, İbn Sa’d’ın ordusunun karargâhına geri döndü.([2])


[1] – Âl-i İmran/178-179.

[2] – Tarih-i Taberî, c. 7, s. 324-325. el-İrşad, s. 233.

AŞURA GECESİNDE GÖRDÜĞÜ RÜYA

اِّنـي رَأيْـتُ فِـي مَنامِـي كَاََّ ن كِلَابـا قَـدْ شَ َّ ـدتْ عَلَ َّ ـي تنْهَشُـني وَ فيهَـا كَلْـبٌ ابقَـعٌ رَأيتهُ اشََّ دهَا وَ اظُ ُّ ن اَّ ن الَّ ذِي يتوَلي قتْلِي رَجُلٌ ابرَصٌ مِنْ هٰؤُلَاءِ القَوْمِ.  وَ اني رَأيتُ رَسُولَ الـلٕهِ بعْدَ ذٰلكَ وَ مَعَهُ جَمَاعَةٌ مِنْ اصْحَابهِ وَ هُوَ يقُولُ انتَ شَـِهِيدُ هٰـذِهِ ا َّ ُْلْاُمـةِ وَ قَـدِ اسْتبْشَـرَ بـكَ اهْـلُ َّ السـمَاوَاتِ وَ اهْـلُ َّ الصفِيـحِ اَْلْاَعْلٰـي وَلْيكُنْ افْطَارُكَ عِنْدِي َّ الليْلَةَ عَجِّلْ وَلَا تؤَخِّرْ فَهٰذَا مَلَكٌ قَدْ نزَلَ مِنَ َّ السمَاءِ ليأْخُـذَ دَمَـكَ فِـي قَـارُورَةٍ خَضْـرَاءٍ فَهٰـذَا مَـا رَأيْـتُ وَ قَـدْ انـفَ الْاَمْـرُ وَ اقْتَـرَبَ َّ الرحِيـلُ مِـنْ هٰـذِهِ ُّ الدنيـا َلَا شَ َّ ـك فيـهِ.

“Nefesu’l-Mehmum” kitabının yazarı, Merhum Şeyh Saduk’tan şöyle naklediyor: “Aşura gecesinin son saatlerinde, İmam (a.s) hafif bir uykuya daldı; uyandığında dost ve ashabına hitaben şöyle buyurdu:

“Uykumda, birkaç köpeğin bana şiddetle saldırıp beni ısırdığını gördüm, onların en korkunç olanı ise, alaca renkli olanı idi. Bu uyku, bu kavmin içerisinden beni öldürecek olan kişinin cüzam hastalığına yakalanmış olduğunu göstermektedir.”

İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdu:

“Bu uykudan sonra, Resulullah’ı (s.a.a) bir grup ashabıyla birlikte gördüm. Bana şöyle buyurdu: ‘Sen, bu ümmetin şehidisin, göklerin ve en yüksek semanın ehli, senin gelmeni birbirlerine müjdeliyorlar. İftarın bu gece bizim yanımızda olacaktır; acele et, gecikme. Bir melek, kanını yeşil bir şişeye toplamak için gökten inmiştir. İşte gördüğüm uyku budur, şehadet zamanı gelip çatmış, artık bu dünyadan göç etme zamanı iyice yaklaşmıştır; bunda bir şüphe de yoktur.”([1])

[1] – Maktel-i Harezmî, c. 1. s. 252. Nefesu’l-Mehmum, s. 125.

SABIR VE NAMAZLA YARDIM DİLEYİN

…اَّ ن الـلٕهَ تعَاٰلٰي اذِنَ في قتْلِكُمْ وَ قتْلِي في هٰذَا اليوْمِ فعَلَيْكُمْ ب َّ الصبْرِ وَ القِتالِ.

…صَبْـرًا يـا بنِـي الكِـرَامِ فمَـا المَـوْتُ اَّ لا قنْطَـرَةٌ تعْبـرُ بكُـمْ عَـنِ البـؤْسِ وَ َّ الضَّ ـراءِ الـي الجِنَـانِ الوَاسِـعَةِ وَالنعَـمِ َّ الدائِمَـةِ فاَُّ يكُـمْ يكْـرَهُ انْ ينْتقِـلَ مِـنْ سِـجْنٍ الٰـي قَصْـرٍ وَ مَـا هُـوَ لْاَعْدَائكُـمْ اَّ لا كَمَـنْ ينْتقِـلُ مِـنْ قصْـرٍ الٰـي سِـجْنٍ وَ عَـذَابٍ اَّ ن ابي حََّ دَّ ثني عَنْ رَسُولِ الـلٕهِ اَّ ن ُّ الدنيا سِجْنُ المُؤْمِنِ وَ جََّ نةُ الكَافرِ وَ المَوْتُ جِسْرُ هٰؤَُلَاءِ الٰي جِنانهِمْ وَ جِسْرُ هٰؤَُلَاءِ الٰي جَحِيمِهِمْ مَا كُذِبتُ وََلَا كَذِبتُ.

İbn Kavleveyh([1]) ve Mesudî’nin naklettiğine göre İmam Hüseyin (a.s) sabah namazını kıldıktan sonra, yüzünü namaz kılanlara çevirip Allah’a hamdüsena ettikten sonra şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ, bugün, benim ve sizin ölümünüze müsaade etmiştir, öyleyse direnin, düşmana karşı savaşın.”([2])

Merhum Şeyh Saduk([3]) “Meani’l-Ahbar” adlı eserinde, İmam’ın (a.s), bu günde yaranlarına şu içerikte bir konuşma yaptığını nakleder:

“Ey Asilzadeler! Sabırlı olun, ölüm, sizi sıkıntı ve mihnetten geçirip, geniş cennet ve daimi nimetlere ulaştıran köprüden başka bir şey değildir. Hanginiz zindandan saraya gitmeyi sevmez? Hâlbuki aynı ölüm, düşmanlarınız için saraydan zindan ve azaba intikal etmeye benzer. Babam, Resulullah’tan (s.a.a) naklen şöyle buyurdu: ‘Dünya mümine zindan, kâfire ise cennettir. Ölüm, müminleri cennetlerine, kâfirleri ise cehennemlerine ulaştıran bir köprüdür. Ne yalan duymuşum ve ne de yalan konuştum.”([4])

İmam (a.s) bu sözlerden sonra, meşhur kavle göre 72 kişiden oluşan([5]) ordusunun saflarını düzene koydu. Ordunun sağ kolunu Züheyr b. Kayn’a, sol kolunu Habib b. Mezahir’e, sancağı ise kardeşi Hz. Abbas’a verdi; kendisi ve ehlibeytinden olan kişiler de ordunun merkezinde yer aldılar.


[1] – İsbatu’l-Vasiyyet, s. 139.

[2] – Kâmilu’z-Ziyarat, s. 37.

[3] – Meâni’l-Ahbar, s. 289.

[4] – Belâğatu’l-Hüseyin, s.190.

[5] – İmam Hüseyin’in (a.s) ordusunun fertlerinin sayısı hakkında tarihçiler ihtilaf etmiştir. Hazret’in ordusundaki piyade ve süvarilerin sayısını 150’ye kadar da yazan vardır.

AŞURA SABAHINDAKİ DUASI

الـلٕهَُّ م انـتَ ثقَتِـي فِـي كُلِّ كَـرْبٍ وَ رَجَائـي فِـي كُلِّ شِ َّ ـدةٍ وَ انـتَ لـي فِـي كُلِّ امْـرٍ نـزَلَ بـي ثقَـةٌ وَ عُ َّ ـدةٌ كَـمْ مِـنْ هَـمٍّ يضْعَـفُ فيـهِ الفُـؤَادُ وَ تقِ ُّ ـل فيـهِ الحِيلَـةُ وَيخْـذُلُ فيـهِ َّ الصدِيـقُ وَ يشْـمَتُ فيـهِ العَـدُُّ و انزَلتـهُ بـكَ وَ شَـكَوْتهُ اليْـكَ رَغْبـةً مِنِّـي اليْـكَ عََّ مـنْ سِـوَاكَ فكَشَـفْتهُ وَ فَّ رجْتَـهُ فاَنْـتَ وَلـ ُّ ي كلِّ نعْمَـةٍ وَ مُنْتهـي كلِّ رَغْبَـةٍ.

Geçen bölümde de belirttiğimiz gibi İmam (a.s), sabah namazını kıldıktan sonra ordusunun saflarını düzeltti ve ordu komutanlarının her birisinin vazifesini tayin etti.

Öte yandan Ömer b. Sa’d da ordusunun saflarını düzeltmekle meşguldü. İmam’ın (a.s) gözü düşmanın kalabalık ordusuna takılıp karşısında sel gibi insanları gördüğünde, ellerini göğe doğru kaldırarak şu duayı okudu:

“Allah’ım! Her gam ve kederde sığınağım, her sıkıntı ve zorlukta ümidim ve her musibe e güvendiğim sensin. Kalpleri zayıflatan, kurtuluş yollarını kapatan, dostları kaçıran ve düşmanları sevindiren nice gam ve musibetler vardır; başkalarından ümidimi kesip sana yönelerek onları sana şikâyet e im. Sen de onları giderdin. Öyleyse, her nimetin sahibi ve her dileğin nihayeti sensin.”

AŞURA GÜNÜNDE İLK KONUŞMASI

ايُّ هَـا َّ النـاسُ اسْـمَعُوا قوْلـي وَلَا تعْجِلُـوا حَتٕـي اعِظَكُـمْ بمَـا هُـوَ حَ ٌّ ـق لكُـمْ عَلَ َّ ـي وَ حَتٕـي اعْتـذِرَ اليْكُـمْ مِـنْ مَقْدَمِـي عَلَيْكُـمْ فـاِنْ قبلْتـمْ عُـذْرِي وَ صَدَّقْتـمْ قوْلـي وَ اعْطَيْتمُونـي َّ النصَـفَ مِـنْ انفُسِـكُمْ كُنْتُـمْ بذٰلـكَ اسْـعَدَ وَ لـمْ يكُـنْ لكُـمْ عَلَ َّ ـي سَـبيلٌ وَ انْ لـمْ تقْبلُـوا مِنِّـي العُـذْرَ وَ لـمْ تعْطُـوا َّ النصَـفَ مِـنْ انفُسِـكُمْ فاجْمَعُـوا امْرَكُمْ وَشُرَكَاءَكُمْ ثَّ م لَا يكُنْ امْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غََُّ مةً ثَّ م اقْضُوا ال َّ ي وَلَا تنْظِرُونَ اَّ ن وَليـيَ الـلٕهُ الَّ ـذِي نَّ ـزلَ الكِتـابَ وَ هُـوَ يتوَلـي َّ الصالحِـينَ.

İmam Hüseyin (a.s), ordusunun saflarını düzene soktuktan sonra, atına binip çadırlardan biraz uzaklaştı ve yüksek bir sesle Ömer b. Sa’d’ın ordusundaki kimselere hitaben şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Beni dinleyin; sizlere karşı üzerime düşen öğüt ve nasihatimi dinlemedikçe ve bu bölgeye gelmemin sebebini öğrenmedikçe, savaş hususunda acele etmeyin. Ama eğer delilimi kabul edip, sözümü tasdik eder de, bana karşı insaflı davranırsanız, saadet yolunu bulursunuz, artık benimle de savaşmaya hiç bir sebep kalmaz. Eğer delilimi kabul etmezseniz, daha sonra yaptığınız işin gam ve üzüntünüze sebep olmaması için de, ortaklarınızı bir araya toplayıp, düşünüp taşının ve hakkımda aldığınız kararı uygulayın. Bana göz açtırmayın. Şüphesiz benim yardımcım, Kur’ân’ı indiren Allah’tır; salih kulların yardımcısı da O’dur.”([1])

[1] – Bu konuşma az bir ihtilafla aşağıdaki adreslerde nakledilmiştir: Taberî, c. 7, s. 328-329. el-Kâmil, İbn Esir, c. 3, s. 287. el-İrşad, Şeyh Müfid, s. 234. Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 253. Tabakat-ı İbn Sa’d.

HÜCCETİ TAMAMLAMAK

Hüseyin b. Ali (a.s), düşmanın savaşa tam bir hazırlık içinde olduğunu, suyun karargâh ve çocuklara ulaşmasının önlendiğini, en küçük bir işaretle saldırıya geçmek için düşmanın dakika saydığını gördüğü hâlde, Kerbela çölüne indiğinde de söylediği gibi, savaşı ilk başlatan olmak istemiyor ve mümkün olduğu kadar onlara nasihat etmeye çalışıyordu. Zira İmam (a.s), onların hak ve fazilet yolunu batıldan ayırt etmelerini istiyor ve diğer taraftan da onların arasında, cehalet ve bilgisizlikleri yüzünden İmam’ın (a.s) kanını dökecek ve böylece de hakikatten habersiz bir şekilde, ebedi helaket ve bedbahtlık uçurumuna yuvarlanabilecek kimselerin olmasını istemiyordu.

Sibt b. Cevzî, “Tezkiretu’l-Havas” kitabında şöyle diyor: “Hüseyin b. Ali (a.s), Kûfe halkının kendisini öldürmeye ısrar ettiklerini görünce, bir Kur’ân alıp açarak başının üzerine koydu ve düşmanın ordusu karşısında onlara şöyle hitap etti:

“(Ey insanlar) benimle sizin aranızda Allah’ın kitabı ve ceddim Resulullah (s.a.a) hakem olsun. Ey insanlar! Ne suçtan dolayı kanımın dökülmesini helal biliyorsunuz. Acaba ben Peygamber’inizin (s.a.a) kızının oğlu değil miyim? Acaba ceddim Resulullah’ın (s.a.a) benim ve kardeşimin hakkındaki: ‘Bunlar cennet gençlerinin efendileridir.’ şeklindeki sözünü duymamış mısınız? Eğer, sözümü tasdik etmiyorsanız, Cabir Zeyd b. Erkan ve Ebu Said el-Hudrî’den sorunuz. Acaba, Cafer-i Tayyar amcam değil midir?”

Kûfe halkının arasından Şimr’den başka hiç kimse cevap vermedi; o da “Şimdi cehenneme gireceksin.” dedi. İmam (a.s), cevaben şöyle buyurdu:

“Allah-u Ekber! Ceddim haber vermiş ki, ‘Ben uykuda bir köpeğin, Ehlibeyt’imin kanını yaladığını gördüm.’ Sanıyorum sen o köpeksin!”([1])

İşte insan sever ve ilahî bir önderin, kendi acımasız düşmanı karşısındaki olan şecaat ve muhabbeti ve Fatımatü’z-Zehra’nın oğlu, İmam Hüseyin’in (a.s) tavrı budur. Kritik şart ve durumlar altında bile hiç bir kimsenin: “Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de, küçülmeden ve aşağılanmadan önce senin ayetlerine tabi olsaydık.”([2]) dememesi için, Allah’ın tayin ettiği yoldan vazgeçmemektedir.

İmam Hüseyin (a.s), Aşura gününde fırsat olmamasına rağmen defalarca konuşmalar yapıp irşatta bulunmuştur.


[1] – Tezkiretu’l-Havas, s. 262.

[2] – Tâhâ, 134.

SÖZLERİNE ARA VERMEDİ

Tarih kitaplarının naklettiğine göre, İmam’ın (a.s) sözü bu bölümün sonuna geldiğinde, Hazret’i dinleyen bazı kadın ve kızların, ağlama sesleri yükseldi. İmam (a.s) konuşmasına ara verip, kardeşi Abbas ve oğlu Ali Ekber’i onları susturmakla
görevlendirerek şöyle dedi:

“Onlar ileride daha çok ağlayacaklar.” Kadın ve çocuklar sustuklarında, İmam (a.s) tekrar sözlerine devam edip Allah’a hamdüsena ettikten sonra şöyle bir hutbe okudu:

عِبـادَ الـلٕهِ اتَّ قُـوا الـلٕهَ وَ كُونـوا مِـنَ الُّ دنيـا عَلٰـي حَـذَرٍ فـاَِّ ن الُّ دنيـا لـوْ بقِيـتْ لِاَحَـدٍ اوْ بقِـيَ عَلَيْهَـا احَـدٌ لكَانـتِ الْاَنبيـاءُ احَـ َّ ق بالبقَـاءِ وَ اوْلٰـي بالرِّضَـاءِ وَ ارْضـي بالْقَضَـاءِ غَيْـرَ اَّ ن الـلٕهَ خَلَـقَ الُّ دنيـا للْفَنـاءِ فجَدِيدُهَـا بـالٍ وَ نعِيمُهَـا مُضْمَحِـ ٌّ ل وَ سُـرُورُهَا مُكْفَهِـُّ ر وَ المَنْـزِلُ تلْعَـةٌ وَ الـَّ دارُ قلْعَـةٌ فتـزََّ ودُوا فـاَِّ ن خَيْـرَ الـزّادِ الَّ تقْـوي وَ اتَّ قُـوا الـلٕهَ لعََّ لكُـمْ تفْلِحُـونَ

اُّ يهَـا الَّ نـاسُ اَّ ن الـلٕهَ تعَالٰـي خَلَـقَ الُّ دنيـا فجَعَلَهَـا دَارَ فنـاءٍ وَ زَوَالٍ مُتصَرِّفـةً باَهْلِهَـا حَـالًا بعْـدَ حَـالٍ فالمَغْـرُورُ مَـنْ غََّ رتْـهُ وَ ال َّ شـقِ ُّ ي مَـنْ فتنتْـهُ فـلَا تغَُّ رنَّ كُـمْ هٰـذِهِ الُّ دنيـا فاِنَّ هَـا تقْطَـعُ رَجَـاءَ مَـنْ رَكَـنَ اليْهَـا وَ تخِيـبُ طَمَـعَ مَـنْ طَمَـعَ فيْهَـا وَ ارَاكُـمْ قـدْ اجْتمَعْتـمْ عَلٰـي امْـرٍ قـدْ اسْـخَطْتمُ الـلٕهَ فيـهِ عَلَيْكُـمْ وَ اعْـرَضَ بوَجْهِـهِ الكَـرِيمِ عَنْكُـمْ وَ احَـ َّ ل بكُـمْ نقْمَتـهُ فنعْـمَ الـَّ ربُ رَبُّ نـا وَ بئْـسَ العَبيـدُ انتـمْ اقْرَرْتـمْ بالَّ طاعَـةِ وآمَنْتـمْ بالَّ رسُـولِ مُحََّ مـدٍ صََّ لـي الـلٕهُ عَلَيْـهِ وَ آلـهِ ثـَّ م انَّ كُـمْ زَحَفْتـمْ الٰـي ذُرِّيتـهِ وَ عِتْرَتـهِ ترِيـدُونَ قتْلَهُـمْ لقَـدِ اسْـتحْوَذَ عَلَيْكُـمُ ال َّ شـيْطَانُ فاَنسَـاكُمْ ذِكْـرَ الـلٕهِ العَظِيـمِ فتبـا لكُـمْ وَ لمَـا ترِيـدُونَ انَّ ـا لـلٕهِ وَ انَّ ـا اليْـهِ رَاجِعُـونَ هٰـؤُلَاءِ قـوْمٌ كَفَـرُوا بعْـدَ ايمَانهِـمْ فبعْـدًا للْقَـوْمِ الَّ ظالمِـينَ.

“Ey Allah’ın kulları! Allah’tan korkun, dünyaya karşı ihtiyatlı davranın; eğer bütün dünya bir kişiye kalacak veya bir kişi orada daimi kalacak olsaydı, peygamberler baki kalmaya daha layık, rızaları celbedilmeye daha evla ve böyle bir hükme daha uygun olurlardı. Fakat Allah Teâlâ dünyayı fani olmak için yaratmıştır; yenileri eskir, nimetleri zail olur, sevinci ise kararır (gam ve üzüntüye dönüşür). Dünya, engebeli bir menzil ve geçici bir evdir. Öyleyse ahiretiniz için azık toplayın; en güzel azık ise sakınmaktır; Allah’tan sakının, ta ki kurtuluşa eresiniz.”

“Ey insanlar! Allah Teâlâ dünyayı, ehlini hâlden hale sokan, fena ve zeval yurdu kıldı. Aldanan kimse, dünyaya aldanan, bedbaht da ona bağlanan kimsedir. O hâlde sakın bu dünya sizi aldatmasın. Dünya kendisine itimat edenin ümidini kestiği gibi tamah edenin de umudunu boşa çıkarır. Sizin, bir iş üzere toplandığınızı görüyorum; bu işle Allah’ı gazaplandırdınız, derken Allah da rahmetini sizden çevirdi ve size azabını gerekli kıldı. Rabbimiz ne güzel bir Rab’dir, siz ise, ne kötü kullarsınız. Allah’ın emrine uymaya ikrar ettiniz ve elçisi olan Hz. Muhammed’e (s.a.a) de iman getirdiniz. Ama daha sonra torunlarını ve Ehlibeyt’ini öldürmek için saldırıya geçtiniz. Şeytan sizi sarıp kuşatmıştır; böylelikle de, size Yüce Allah’ın zikrini unutturmuştur. Allah sizi ve dileğinizi helak etsin. Biz, Allah’tanız ve şüphesiz ona dönücüleriz.”

İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdu:

“Bunlar, inandıktan sonra kâfir olan kimselerdir. Bu zalim kavim, Allah’ın rahmetinden uzak olsun.”([1])

[1] – Maktel-i Harezmî, c.1 s. 253. İmam’ın konuşmasının ilk bölümünü İbn Asakir, kitabının 215. sayfasında nakletmiştir.

اُّ يهَـا الَّ نـاسُ انسِـبوني مَـنْ انـا ثـَّ م ارْجِعُـوا الٰـي انفُسِـكُمْ وَ عَاتبوهَـا وَانظُـرُوا

هَـلْ يحِـ ُّ ل لكُـمْ قتْلِـي وَانتهَـاكُ حُرْمَتـي؟ السْـتُ ابـنَ بنْـتِ نبيكُـمْ وَابـنَ وَصِيـهِ وَابـنَ عَمِّـهِ وَ اَّ ولَ المُؤْمِنـينَ بالـلٕهِ وَ المُصَـدِّقِ لرَسُـولهِ بمَـا جَـاءَ مِـنْ عِنْـدِ رَبـهِ؟ اوَليْـسَ حَمْـزَةُ سَـيدُ ال ُّ شـهَدَاءِ عَـَّ م ابـي؟ اوَليْـسَ جَعْفَـرُ الَّ طَّ يـارُ عَمِّـي؟ اوَلـمْ يَبْلِغْكُـمْ قَـوْلُ رَسُـولِ الـلٕهِ لـي وَ لِاَخِـي هٰـذَانِ سَـيدا شَـبابِ اهْـلِ الجََّ نـةِ؟ فـاِنْ صََّ دقْتمُونـي بمَـا اقـولُ وَ هُـوَ الحَـ ُّ ق وَالـلٕهِ مَـا تعََّ مـدْتُ الكَـذِبَ مُنْـذُ عَلِمْـتُ اَّ ن الـلٕهَ يمْقُـتُ عَلَيْـهِ اهْلَـهُ وَ يضِـرِّ بـهِ مَـنِ اخْتلَقَـهُ وَ انْ كََّ ذبتمُونـي فـاَِّ ن فيْكُـمْ مَـنْ انْ سَـأَلتمُوهُ عَـنْ ذٰلـكَ اخْبرَكُـمْ سَـلُوا جَابـرَ بـنَ عَبْدِالـلٕهِ الْاَنصَـارِي وَ ابـا سَـعِيدِالخِدْرِي وَ سَـهْلَ بـنَ سَـعْدِ ال َّ سـاعِدِي وَ زَيـدَ بـنَ ارْقَـمَ وَ انـسَ بـنَ مَالـكٍ يخْبرُوكُـمْ انَّ هُـمْ سَـمِعُوا هٰـذِهِ المَقَالـةَ مِـنْ رَسُـولِ الـلٕهِ لـي وَ لِاَخِـي امَـا فـي هٰـذَا حَاجِـزٌ لكُـمْ عَـنْ سَـفْكِ دَمِـي.

“Ey insanlar! Soyumu söyleyin, ben kimim? Sonra kendinize gelin, nefsinizi kınayın. Bakın görün beni öldürmeniz, hürmetimi gözetmemeniz sizin için caiz midir? Ben, Peygamber’inizin kızının oğlu değil miyim? Ben, Peygamber’inizin vasisi ve amcası oğlunun, oğlu değil miyim? Ben, herkesten önce Allah’a iman eden ve Peygamber’in (s.a.a) risaletini tasdik eden kimsenin oğlu değil miyim? Seyyidu’ş-Şüheda olan Hamza, babamın amcası değil midir? Cafer-i Tayyar amcam değil midir? Peygamber’in (s.a.a), benim ve kardeşim hakkındaki: ‘Bu ikisi, cennet ehli gençlerinin efendileridir.’ sözünü duymamış mısınız?”

“Eğer sözümü tasdik ederseniz, bu söylediğim sözler birer gerçektir. Allah’a andolsun ki, Allah Teâlâ’nın yalancıya gazap ettiğini ve uydurduğu sözün zararını kendisine çevirdiğini bildiğim günden beri yalan söylemeyi kastetmemişimdir. Eğer beni tekzip ederseniz, hâlihazırda Müslümanların arasında Peygamber’in (s.a.a) ashabından olan kimseler mevcuttur; bunu onlardan soracak olursanız size söylerler. Cabir b. Abdullah el-Ensarî, Ebu Said el-Hudrî, Sehl b. Sa’di es-Saidî, Zeyd b. Erkam ve Enes b. Malik’ten sorun, öğrenin; şüphesiz onların hepsi, Resulullah’ın (s.a.a), benim ve kardeşim (Hasan) hakkında buyurduğu sözü duymuşlardır. Bu sözler, sizi kanımı dökmekten alıkoymuyor mu?”

Bu arada Kûfe ordusunun komutanlarından biri olan Şimr b. Zilcevşen, İmam’ın (a.s) bu sözlerinin orduya etki edip onları savaştan vazgeçireceğinden korktuğu için Hazretin sözünü keserek yüksek bir sesle şöyle dedi:

“O (İmam Hüseyin), Allah’a kalbiyle değil de, diliyle ibadet ediyor (o dalale edir), ne söylediğini bilmiyor.”Habib b. Mezahir de Hazretin ordusu adına ona şöyle cevap verdi:

“Hayır, Allah’a diliyle ibadet eden ve tam bir dalalet içerisinde olan sensin. Evet… Onun sözlerini anlayamazsın tabi. Çünkü Allah senin kalbini mühürlemiştir.”( وَانتَ تعْبدُ الـلٕهَ عَلٰي سَبْعِينَ) İmam (a.s), daha sonra sözlerine şöyle devam etti:

فـاِنْ كُنْتـمْ فـي شَـكٍّ مِـنْ هٰـذَا القَـوْلِ افتشُـُّ كونَ انـي ابـنُ بنْـتِ نبيكُـمْ فوَالـلٕهِ مَـا بيْـنَ المَشْـرِقِ وَالمَغْـرِبِ ابـنُ بنْـتِ نبـيٍّ غَيْـرِي فيكُـمْ وَلَا فـي غَيْرِكُـمْ وَيْحَكُـمْ اتطْلُبـونيِ بقَتيـلٍ قتلْتـهُ اوْ مَـالٍ اسْـتهْلَكْتهُ اوْ بقِصَـاصِ جَرَاحَـةٍ.

…يا شَـبثَ بنَ رَبعِي وَ يا حََّ جارَ بنَ ابجَرْ وَ يا قيْسَ بنَ الْاَشْـعَثْ وَ يا يزِيدَ بْـنَ الحَـارِثْ الـمْ تكْتبـوا الـ َّ ي انْ قـدْ اينعَـتِ الثمَـارُ وَاخْضَـَّ ر الجَنـابُ وَ انَّ مَـا تقـدِمُ عَلـي جُنـدٍ لـكَ مُجنـَّ دةٍ؟

…لَا وَالـلٕهِ اعْطِيهِـمْ بيـدِي اعْطَـاءَ الَّ ذليـلِ وَلَا افـُّ ر مِنْهُـمْ فـرَارَ العَبيـدِ يـا عِبـادَ الـلٕهِ اني عُذْتُ برَبي وَ رَبكُمْ انْ ترْجُمُونِ اعُوذُ برَبي وَ رَبكُمْ مِنْ كُلِّ مُتكَبرٍ لَا يؤْمِـنُ بيـوْمِ الحِسَـابِ.

“Ben ve kardeşim hakkında, Peygamber’in (s.a.a) buyurduğu bu sözde şüpheniz var ise benim, Peygamber’inizin kızının oğlu olduğumda da mı şüphe ediyorsunuz? Allah’a andolsun ki, doğu ve batı arasında (bütün dünyada), sizin ve sizin dışınızdakiler arasında Resulullah’ın benden başka bir torunu yoktur. Yazıklar olsun size! Acaba öldürdüğüm bir kimse veya zayi ettiğim bir mal veyahut (size vurduğum) bir yara karşılığında mı beni cezalandırmak istiyorsunuz?”

İmam Hüseyin’in (a.s) sözü bu noktaya varınca, Kûfe ordusu tam bir sükût içerisinde idi ve onlardan, hiçbir tepki ve cevap müşahede edilmiyordu; derken İmam (a.s), kendisini davet eden ve Ömer b. Sa’d ordusu içerisinde olan, Kûfe’nin ünlü kişilerinden birkaç tanesine hitaben şöyle buyurdu:

“Ey Şebes b. Rib’î! Ey Haccar b. Ebcer, ey Kays b. Eş’âs ve ey Yezid b. Haris! ‘Meyvelerimiz yetişmiş, çevremiz (bağ ve bahçelerimiz) yeşermiş ve senin için teçhiz edilmiş bir orduya doğru geliyorsun.” diye bana mektup yazmadınız mı?”([1])

Bu kişilerin, İmam’ın (a.s) sözleri karşısında, “Biz böyle bir mektup yazmadık.” diye inkâr etmekten başka bir cevapları yoktu.

Burada Kays b. Eş’âs, yüksek bir sesle şöyle dedi: “Ey Hüseyin! Niçin amcan oğlu Yezid’e biat etmiyorsun? Biat e iğin takdirde sana karşı, gönlünün istediği şekilde davranılacak ve sana en ufak bir zarar dahi gelmeyecektir.”

İmam Hüseyin (a.s) ona cevaben şöyle buyurdu:

“Hayır, Allah’a andolsun ki, ben onlara zillet elini vermeyeceğim ve köleler gibi de onların önünden kaçmayacağım.”

Daha sonra İmam Hüseyin (a.s), Hz. Musa’nın, Firavunların inatları karşısındaki sözünü nakleden ayeti okudu.

“(Ey Allah’ın kulları!) Şüphe yok ki ben, sözümü yabana atmanızdan (beni taşlayıp öldürmenizden) Rabbime ve Rabbinize sığınırım. Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her mütekebbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınıyorum.”([2])

[1] – Ensabu’l-Eşraf, c. 3, s. 188.

[2] 149- Mü’min, 27.

AŞURA GÜNÜNDEKİ İKİNCİ KONUŞMASI

…وَيلَكُمْ مَا عَلَيْكُمْ انْ تنْصِتوا ال َّ ي فتسْمَعُوا قوْلي وَ انَّ مَا ادْعُوكُمْ الٰي سَبيلِ

َّ الرشَـادِ فمَـنْ اطَاعَنـي كَانَ مِـنَ المُرْشَـدِينَ  وَ مَـنْ عَصَانـي كَانَ مِـنَ المُهْلَكِـينَ وَ كُُّ لكُـمْ عَـاصٍ لِاَمْـرِي غَيْـرُ مُسْـتمِعٍ لقَوْلـي قـدْ انخَزَلـتْ عَطَِّ ياتكُـمْ مِـنَ الحَـرَامِ وَ مُلِئَـتْ بطُونكُـمْ مِـنَ الحَـرَامِ فطَبَـعَ الـلٕهُ عَلٰـي قلُوبكُـمْ وَيلَكُـمْ اَلَا تنْصِتُـونَ الَا تسْـمَعُونَ؟

…تَ ـبا لكُـمْ ايَّ تُهَـا الجَمَاعَـةُ وَ ترَحًـا افحِـينَ اسْـتصْبرَ خْتمُونـا وَلِهِـينَ مُتحَيرِيـنَ فاَصْرَخْناكُـمْ مُؤَدِّيـنَ مُسْـتعِدِّينَ سَـلَلْتمْ عَلَيْنَـا سَـيْفًا فِـي رِقابنَـا وَ حَشَشْـتُمْ عَلَيْنا نارَ الفِتنِ الَّ تي جَنَاهَا عَدُُّ وكُمْ وَ عَدُُّ ونا فاَصْبحْتمْ البا عَلٰي اوْليائكُمْ وَ يدًا عَلَيِْهِمْ لِاَعْدَائكُمْ بغَيْرِ عَدْلٍ افْشَوهُ فيْكُمْ وَلَا امَلٍَ – اصْبحَ لكُمْ فِيِهِمْ اَّ لا الحَـرَامَ – مِـنَ ُّ الدنيَـا انالوكُـمْ وَ خَسِـيسَ عَيْـشٍ طَمِعْتُـمْ فيـهِ مِـنْ (غَيْرِ)حَـدَثٍ كَانَ مَِّ نـا وَلَا رَأْيٍ تَفِيـلٍ لنَـا مَهْـلًا لكُـمُ الوَيْـلَاتُ اذْ كَرِهْتمُونـا وَ ترَكْتُمُونـا .

فتجََّ هزْتُـمْ وَ َّ السـيْفُ لـمْ يشْـهَرْ وَالجَـأْشُ طَامِـنٌ وَال َّ ـرأْيُ لـمْ يسْـتصْحَفْ وََلكِـنْ اسْـرَعْتمْ عَلَيْنَـا كَطَيْـرَةِ َّ الدبـاءِ وَ تدَاعَيْتُـمْ اليْنَـا كَتدَاعِـيَ الفِـرَاشِ فقُبْحًـا لكُـمْ فاِنَّ مَـا انتُـمْ مِـنْ طَوَاغِيـتِ ا َّ ُْلْاُمـةِ وَ شِـذَاذِ اَْلاَحْـزَابِ وَ نبَـذَةِ الكِتَـابِ وَ نفَثَـةِ ال َّ شـيْطَانِ وَ عُصْبـةِ الْآثـامِ وَ مُحَرِّفـي الكِتـابِ وَ مُطْفِـيءِ ال ُّ سـننِ وَ قتلَـةِ اوْلَادِ الْاَنبيـاءِ وَ مُبـيري عِتْـرَةِ الْاَوْصِيـاءِ و مُلْحِقِـي العِهَـارِ بالَّ نسَـبِ وَ مُـؤْذِي المُؤْمِنـينَ وَ صُـرَاخِ ائَّ مـةِ المُسْـتهْزِئينَ الَّ ذِيـنَ جَعَلُـوا القُـرْآنَ عِضـينَ.

Harezmî diyor ki: “İmam Hüseyin’in (a.s) Aşura günü Kerbela sahrasındaki ikinci konuşması şöyleydi: Her iki ordu da tam olarak hazırlandıktan, Ömer b. Sa’d’ın bayrakları yükseldikten, davul ve borazan sesleri duyulduktan ve Hüseyin b. Ali’nin çadırları düşman ordusu tarafından bir yüzük kaşı gibi araya alındıktan sonra, İmam Hüseyin (a.s) ordusundan dışarı çıkıp düşmanın safları karşısında yer aldı ve onların susmalarını ve kendi sözlerini dinlemelerini istedi. Ama onlar gürültü patırtı ediyor, bağırıp çağırıyorlardı; derken İmam Hüseyin (a.s) onları şu sözlerle susmaya davet etti:

“Yazıklar olsun size, niçin susup da sözlerimi dinlemiyorsunuz? Hâlbuki ben sizi doğru yola çağırıyorum. Kim bana uyarsa, doğru yolu bulanlardan, bana isyan eden de helak olanlardan olur. Hepiniz emrime muhalefet ediyor ve sözümü de dinlemiyorsunuz. Evet, aldığınız haram hediyeler ve karnınızı dolduran haram lokmalardan dolayı Allah Teâlâ kalplerinizi mühürlemiştir. Yazıklar olsun size, susmak ve dinlemek nedir bilmez misiniz?”

İmam Hüseyin’in (a.s) sözü buraya varınca, Ömer b. Sa’d’ın ordusu, “Niçin susup da Hazretin sözlerini dinlemiyoruz.” diye birbirlerini kınamaya başladılar. Sükût düşmanın ordusuna hâkim olduğunda İmam (a.s) sözlerinin devamında şöyle buyurdu:

“Ey cemaat! Allah sizi helak etsin, kalbinizi kederle doldursun. Şaşkınlık içerisinde olduğunuz bir hâlde, iştiyakla bizi yardımınıza çağırdınız, olumlu cevap verip süratle imdadınıza koştuk; (ama siz) aleyhimize kılıç çektiniz; ortak düşmanımızın çıkardığı fitne ateşini, bizim aleyhimize alevlendirdiniz.”

“Dostlarınızın aleyhine toplanıp, aranızda hiç bir adaleti yaymayan (yararınıza bir adım bile atmayan) ve kendilerinden dünya malından size ulaştıracakları haram bir lokmadan ve göz diktiğiniz alçak bir yaşayıştan başka hiçbir şey ummadığınız düşmanlarınıza destek oldunuz. Birazcık yavaş olun (düşünün). Yazıklar olsun size; bizden taraf hiçbir hata olmaksızın ve hiçbir yanlış görüş görülmeksizin horlanıp bizi terk ettiniz. Kılıçlar kınında, kalpler huzur içerisinde ve reyler sağlam olduğunda, çekirge gibi süratle bize yöneldiniz ve sinekler gibi başımıza üşüştünüz. Yüzünüz kara olsun; şüphesiz sizler ümmetin tağutu, Kur’ân’ı terk eden fasit hiziplerin en son pislikleri, şeytanın balgamı kimselersiniz. Siz kitabı tahrif eden, sünneti söndüren, Peygamber’in evlatlarını öldüren, vasilerin neslini kesen, zina zadeleri nesebe ilhak eden, müminleri inciten ve Kur’ân’ı parçalayan alaycı önderlerin imdadına koşan kimselersiniz.”([1])

…وَ انتـمُ ابـنَ حَـرْبٍ وَ اشْـياعَهُ تعْتمِـدُونَ وَ ايَّ انـا تخْذُلـونَ اجَـلْ وَالـلٕهِ الخَـذْلُ فيكُـمْ مَعْـرُوفٌ و شَـجَتْ عَلَيْـهِ عُرُوقكُـمْ وَ توَارَثتْـهُ اصُوَلكُـمْ وَ فرُوعُكُـمْ وَ نبتـتْ عَلَيْـهِ قلُوبكُـمْ وَ غَشِـيتْ بـهِ صُدُورُكُـمْ فكُنْتـمْ اخْبـثَ شَـجَرَةٍ شَـجي للَّ ناظِـرِ وَ اكْلَـةًٍ للْغَاصِـبِ الَا لعْنـةُ الـلٕهِ عَلَـي الَّ ناكِثـينَ الَّ ذِيـنَ ينْقُضُـونَ الْاَيمَـانَ بعْدَ توْكِيدِهَا وَ قَدْ جَعَلْتمُ الـلٕهَ عَلَيْكُمْ كَفِيلًا فانتمْ وَالـلٕهِ هُمْ الَا اَّ ن الَّ دعِ َّ ي بنَ الَّ دعِـيِّ قـدْ رَكَـزَ بيْـنَ اثْنتيْـنِ بيْـنَ السِّـَّ لةِ وَالذِّلـَّ ةِ وَ هَيْهَـاتَ مَِّ نـا الذِّلـَّ ةُ يأْبـي الـلٕهُ لنـا ذٰلـكَ وَ رَسُـولهُ وَالمُؤْمِنـونَ وَ حُجُـورٌ طَابـتْ وَ طَهُـرَتْ وَ انـوفٌ حَمَِّ يـةٌ وَ نفُوسٌ ابَّ يةٌ مِنْ انْ تؤْثرَ طَاعَةَ اللِّئامِ عَلٰي مَصَارِعِ الكِرَامِ الَا اني قدْ اعْذَرْتُ وَ انـذَرْتُ الَا انـي زَاحِـفٌ بهٰـذِهِ الْاُسْـرَةِ عَلٰـي قَّ لـةِ العَـدَدِ وَ خُِـذْلَانِ الَّ ناصِـرِ.

فَـاِنْ نهْـزِمْ فَهََّ زامُـونَ قِدَْمًـا       وَ انْ نهْـزَمْ فغَيْـرُ مُهََّ زمِينـا وَ مَا انْ طُِّ بنا جُِبْنٌ وَلكِنْ            مَـنايانا وَ دَوْلـةُ آخَرِينا فقُلْ لل َّ شامِتينَ بنا افيقُوا                   سَيلْقَي ال َّ شامِتونَ كَمَا لقِينااذَا مَا المَوْتُ رَفَعَ عَنْ اناسٍ             بكَـلْكَلِهِ اناخَ بآخَرِينا

امَـا وَالـلٕهِ لَا تلْبثـونَ بعدَهَـا اَّ لا كَرِيثمَـا يرْكَـبُ الفَـرَسُ حَتٕـي تـدُورَ بكُـمْ دَوْرَ الَّ رحي وَ تقْلَِقَ بكُمْ قلَقَ المِحْوَرِ عَهْدٌ عَهِدَهُ ال َّ ي ابي عَنْ جَدِّي رَسُولِ الٕـلهِ ﴿…فاجْمِعُـوا امْرَكُـمْ وَ شُـرَكَائكُمْ ثـَّ م لَا يكُـنْ امْرُكُـمْ عَلَيْكُـمْ غَُّ مـةً ثـَّ م اقْضُـوا اَل َّ ي وَلَا تنْظِرُونَ.﴾ ﴿اني توََّ كلْتُ عَلَي الـلٕهِ رَبي وَ رَبكُمْ مَا مِنْ دَابَّ ةٍ اَّ لا هُوَ آخِـذٌ بناصِيتهَـا اَّ ن رَبـي عَلٰـي صِـرَاطٍ مُسْـتقِيمٍ.﴾

…اللٕـهَُّ م احْبـسْ عَنْهُـمْ قطْـرَ ال َّ سـمَاءِ وَابعَـثْ عَلَيْهِـمْ سِـنينَ كَسِـنيّ يوسُـفَ وَ سَـلِّطْ عَلَيْهِـمْ غُـلَامَ ثقِيـفٍ يسْـقِيهِمْ كَأْسًـا مُصََّ بـرَةً فـلَا يـدَعُ فيهِـمْ احَـدًا قتْلَـةً بقَتْلَـةٍ وَ ضَرْبـةً بضَرْبـةٍ ينْتقِـمُ لـي وَ لِاَوْليائـي وَ لِاَهْـلِ بيْتـي وَ اشْـياعِي مِنْهُـمْ فاِنَّ هُـمْ كََّ ذبونـا وَ خَذَلونـا وَ انـتَ رَبُّ نـا عَلَيْـكَ توََّ كلْنـا وَ اليْـكَ المَصِـيرُ.

“Sizler şimdi, İbn Harb’a (Muaviye oğlu Yezid’e) ve onlara uyanlara güvenip bize yardımda bulunmuyorsunuz. Evet, Allah’a andolsun ki yardım etmemek ve hilekârlık sizin en bariz sıfatlarınızdandır; damar ve kökleriniz onun üzerine boy salmış, dal ve gövdeniz onu miras edinmiş, gönülleriniz bu kınanmış adet üzere rüşt etmiş, kalpleriniz bu sıfatlarla dolmuştur. Siz bağ bekçisinin boğazında kalan veya hırsız bir kimsenin tatlı bir lokması olan habis bir meyve gibisiniz. Allah’ın laneti, antlaşma kesinleştikten sonra Allah’ı kefil kılmakla birlikte onu bozanların üzerine olsun. Allah’a andolsun ki sizler işte o kimselersiniz.

Bilin ki, zina zade oğlu zina zade (Ubeydullah b. Ziyad) bizi iki şey: Kılıç ve zillet arasında bırakmıştır; zillet ise bizden uzaktır. Zira alçak kimselerin itaatini, kerim kişilerin katligâhına tercih etmeyi, ne Allah, ne Peygamber’i ve ne de müminler kabul ederler ve ne de pak ve tahir olan anneler ve izzet-i nefsi olan kimseler bunu reva görürler. Bilin ki, ben, hücceti tamamladım ve size karşı olan görevimi yerine getirdim. Ben, aile efradımın azalmasına ve yardımcıların da yardım etmemesine rağmen hedefime doğru yürümekte devam edeceğim.”

Bu sırada İmam (a.s), şu şiiri okudu:

“Eğer düşmana galip gelirsek, zaten önceden de galiptik. Ama eğer (zahirde) yenilirsek, yine gerçekte yenilmiş biz değiliz.

Biz korkaklık nedir bilmeyiz fakat başımıza birtakım olaylar gelmiş, devlet başkalarının eline geçmiştir.

Bizi alaya almak isteyenlere de ki, kendinize gelin. (Çünkü) bizim uğradığımız şeye onlar da uğrayacaktır.

Ölüm, devesini birisinin kapısından kaldırdığında şüphesiz diğerlerinin kapısına yatıracaktır.”

Daha sonra İmam (a.s) sözünün devamında şöyle buyurdu:

“Bilin, Allah’a andolsun ki, bu savaştan sonra siz ancak süvarinin bineğe bindiği bir süre miktarınca eğlenip durursunuz (arzularınıza ulaşırsınız), nitekim olaylar, bir değirmenin döndüğü gibi sizi döndürür ve bir değirmen taşının milinin sarsıntısı gibi sizi sarsıp mustarip eder. İşte bu, babam Ali’nin, ceddim Resulullah’tan naklettiği bir vasiyettir.”

Daha sonra İmam (a.s), ellerini göğe kaldırıp Ömer b. Sa’d’ın ordusuna şöyle beddua etti:

“Allah’ım, onlara (bir damla olsun) yağmur yağdırma. Onlara, Yusuf’un yılları gibi (zor ve kurak) yıllar yaşat; onlara, Sakifli genci (Muhtarı) musallat kıl ki acı (zillet) kabıyla onları doyursun (onlara kan kustursun) ve onlardan hiçbirisini cezasız bırakmasın; katledenlerini katletsin, vuranlarını ise vursun. Böylece onlardan Ehlibeyt’imin ve Şialarımın intikamını alsın. Zira onlar bizi tekzip ettiler, (düşmanlar karşısında) bize yardımda bulunmadılar. Ey Allah’ım! Sen bizim rabbimizsin, sana tevekkül ederiz. Şüphesiz ki dönüşümüz sanadır.”([2])


[1] – Bu hutbenin bir bölümü Tuhafu’l-Ukul kitabında “İmam Hüseyin’in (a.s) Kûfe Halkına Mektubu” unvanıyla nakledilmiştir.

[2] – Bu hutbe az bir ihtilafla, Tuhafu’l-Ukul, s. 171’de Maktel-i Harezmî,

c. 2, s. 7-8’de el-Lühuf, Maktel-i Avalim ve Tezkiretu’l-Havas kitaplarında nakledilmiştir. Ama biz Maktel-i Harezmî’nin metnini esas alıp onu naklettik.

İMAM’IN (A.S) BEDDUASI

…اللٕـهَُّ م انَّ ـا اهْـلُ بيْـتِ نبيِّـكَ وَ ذُرِّيَّ تُـهُ وَ قرَابتُـهُ فاقْصِـمْ مَـنْ ظَلَمَنَـا وَ غَصَـبَ حََّ قنَـا انَّ ـكَ سَـمِيعٌ قرِيـبٌ.

…اللٕـهَُّ م ارِني فيهِ هٰذَا اليوْمَ ذُ لا عَاجِلًا.

…اللٕـهَُّ م حُزْهُ الي َّ النار….اللٕـهَُّ م اقْتلْهُ عَطَشًا وَلَا تغْفِرْ لهُ ابدًا.

Tarihçilerin nakline göre, Aşura günü İmam’ın (a.s) konuşma ve tavsiyelerinden sonra, üç kişi şahsen Hazretle karşılaşıp inatlaşarak hakikati inkâr etmede aşırıya gidince, İmam (a.s) onlara beddua etti. Hazretin bedduası onların hakkında hemen müstecap oldu. Bunlardan ikisi aynı saatte, üçüncüsü ise, Aşura’dan çok az bir zaman geçmeksizin, kendi kötü amellerinin cezasına ulaştılar.

1- 
Harezmî’nin nakline göre, İmam (a.s) konuşmalarından bir sonuç alamadığını ve halkın ona karşı saldırıya geçtiğini görünce, yüzünü göğe doğru kaldırıp şöyle niyazda bulundu:

“Allah’ım! Biz Peygamber’in (s.a.a) Ehlibeyt’i, onun torunları ve yakınlarıyız. Allah’ım bize zulmeden ve hakkımızı gasp eden kimseleri zelil et. Şüphesiz sen kullarının duasını duyan ve onlara en yakın olansın.”

Ordunun önünde bulunan Muhammed b. Eş’âs, İmam’ın (a.s) bedduasını duyunca ileri çıkıp: “Seninle Muhammed arasında ne gibi bir yakınlık var ki?” dedi.

İmam (a.s), bu açık inkâr ve inadı onda görünce şöyle beddua etti:“Allah’ım! Onun bugün, acil bir şekilde zillete uğramasını bana göster.”

İmam’ın (a.s), şefkatli, râuf ve aynı zamanda yanık yüreğinden çıkan bu beddua, Muhammed b. Eş’âs hakkında müstecap oldu; o çok geçmeksizin defihacet için ordudan ayrılıp biraz uzaklaştıktan sonra bir köşeye oturuverdi; tam o sırada siyah bir akrep onu soktu ve böylece avret yerleri açık bir hâlde helak oldu.([1])

2- Belazurî, İbn Esir ve diğer tarihçilerin nakle iğine göre, İbn Sa’d’ın ordusu, Hz. Hüseyin’in (a.s) çadırlarına yaklaştığında, Abdullah b. Havza et-Temimî isminde bir kişi, ileri çıkıp yüksek bir sesle, İmam’ın (a.s) ashabına hitaben: “Hüseyin sizin aranızda mı?” diye sordu; hiç kimse ona cevap vermedi. Sözünü birkaç defa tekrarladığında, Hazretin ashabından biri, “İşte bu Hüseyin’dir, ne istiyorsun?” diye cevap verdi.

Abdullah b. Havza, İmam’a (a.s) hitaben şöyle dedi: “Seni cehennemle müjdeliyorum.”

İmam (a.s) da, ona cevaben şöyle buyurdu:

كَذِبتَ بلْ اقْدِمُ عَلٰي رَبٍّ غَفُورٍ كَرِيمٍ مُطَاعٍ شَفِيعٍ فمَنْ انتَ؟

“Yalan söylüyorsun, çünkü ben bağışlayan, kerim, itaat edilen ve şefaat kabul eden Allah’a doğru gidiyorum; sen kimsin?”

Abdullah: “Ben Havza’nın oğluyum.” dedi. Bu sırada İmam (a.s) ellerini göğe doğru açıp ona ismine uygun bir lafızla şöyle beddua e i:

“Allâhumme huzhu ile’n-nar.” “Allah’ım onu cehenneme doğru çek.”

İbn Havza, İmam’ın (a.s) bedduasına sinirlenip atına bir kırbaç vurdu, bunun üzerine at hızla koşmaya başlayınca o atının üstünden yere düştü ve ayağı eyerin üzengisine takıldı; at ürküp onu sağa, sola vurmaya başladı. Daha sonra İbn Havza’nın parçalanmış yarı canlı bedenini, içerisinde ateş yakılmış bir çukura attı; böylece, İbn Havza cehennem ateşinden önce, dünya ateş ve azabına duçar oldu.

İmam (a.s), bu durumu görünce, duası müstecap olduğu için şükür secdesine kapandı.([2])

İbn Esir bu olayı naklettikten sonra, Mesruk b. Vail el-Harezmî’den de şöyle nakleder: “Ben ganimet ele geçirmek için Kûfe ordusunun ön safında yer almıştım ama İbn Havza’nın başına gelen olayı (belâyı) kendi gözümle gördüğümde, bu hanedanın Allah katında özel bir saygınlığa sahip olduğunu anladım. Kendi kendime, onlara karşı savaşarak cehenneme gitmemem gerekir, deyip bir kenara çekildim.

3- Belazurî ise, şöyle naklediyor: “Aşura günü, Abdullah b. Hasin-i Azudi, yüksek bir sesle şöyle dedi. ‘Ey Hüseyin! Allah’a ant olsun ki, susuzluktan ölseniz de gök gibi mavi ve şeffaf olan bu Fırat’ın suyundan bir damlasını bile içmenize izin vermeyeceğiz.

İmam (a.s), onun bu sözüne karşılık şöyle beddua etti:

“Allah’ım, onu susuzluk ateşiyle öldür ve ebedi olarak affetme.”

Belazurî daha sonra şöyle diyor: “İbn Hasin, İmam’ın (a.s) beddua ettiği şekilde susuzluktan öldü; çünkü Aşura gününden sonra sürekli içebildiği kadar su içiyordu; fakat bir türlü susuzluğunu gideremiyordu ve sonunda bu yüzden helakete uğradı.([3])


[1] – Maktel-i Harezmî, c. 1, s. 249.

[2] – Ensabu’l-Eşraf, c. 3, s. 191. el-Kâmil, c. 4, s. 27. Maktel-i Harezmî, c. 1,

s. 294. Tarih-i İbn Asakir, s. 256.

[3] – Ensabu’l-Eşraf, c. 3, s. 181.

ÖMER B. SA’D’A SÖZÜ

ايْ عُمَـرْ اتزْعَـمُ انَّ ـكَ تَقْتلُنـي وَ يوَليـكَ َّ الدعِ ُّ ـي بـلَادَ الَّ ـريِّ وَ جُرْجَـانَ وَالـلٕهِ لَا تتهََّ نـاءُ بذٰلـكَ عَهْـدٌ مَعْهُـودٌ فاصْنَـعْ مَـا انـتَ صَانـعٌ فاِنَّ ـكَ َلَا تفْـرَحُ بعْـدِي بدُنيَـا وََلَا آخِـرَةٍ وَ كَاَنـي برَأْسِـكَ عَلٰـي قصَبـةٍ يترَامَـاهُ الصِّبْيـانُ بالكُوفـةِ وَ يَّ تخِذُونـهُ غَرَضًـا بيْنهُـمْ.

İmam (a.s), Aşura günü ikinci konuşmasından sonra Ömer b. Sa’d’ı istedi. O, Hazretle karşı karşıya gelmeyi ve onunla görüşmeyi istememesine rağmen, İmam’ın (a.s) yanına geldi. Hazret son olarak ona hücceti tamamladı, onun savaş hakkında aldığı kararın tehlikeli sonuçlarını kendisine hatırlatıp şöyle buyurdu:

“Ey Ömer! Beni öldürmekle zina zadenin (Yezid’in) seni mükâfatlandıracağını, seni, Rey ve Gurgan’a vali tayin edeceğini mi sanıyorsun? Allah’a ant olsun ki böyle bir makama sahip olamayacaksın; çünkü bu kesin bir vaattir. Artık elinden geleni yap, şüphesiz ki benden sonra dünyada ve ahirette mutlu olmayacaksın (her iki dünyada Allah’ın ve kulların gazabına uğrayacaksın.).

Ben, başının Kûfe’de mızrağa takıldığını ve çocukların, onu aralarında hedef alıp taşladıklarını adeta görüyorum.”([1])

Ömer b. Sa’d, İmam’ın (a.s) sözlerini duyar duymaz hiçbir cevap vermeksizin Hazretten yüz çevirip kızgın ve asık bir suratla kendi ordusuna doğru geri döndü.

[1] – Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 8. Maktel-i Avalim, s. 86.

HERSEME’YE HİTABEN SÖZLERİ

فتَـوََّ ل هَرَبـا حَتٕـي َلَا تَـرٰي مَقْتلَنَـا فوَالـذِي نفْـسُ حُسَـيْنٍ بيَـدِهِ َلَا يَـرَي اليَـوْمَ أحَـدٌ ثُ َّ ـم َلَا يعِيننَـا إَِّ لا دَخَـلَ َّ النـارَ.

İbn Ebi’l-Hadid, Nasr b. Müzahim’den Herseme’ye dayanarak şöyle naklediyor:

Sıffin savaşında Ali’yle birlikteydim. Geriye dönüşte Kerbela’dan geçiyorduk. Orada konakladık ve Hazretle namaz kıldık. Emîrü’l-Müminin, namazdan sonra bir avuç Kerbela toprağından aldı, kokladı ve “Sen ne kadar güzel bir topraksın, ey Kerbela toprağı! Çünkü buradan hesapsız cennete girecek bir grup insan haşrolacaktır.” dedi.

Herseme diyor ki: Kufe’deki evime döndüğümde, Ali’nin (a.s) has Şiîlerinden olan eşim Sumeyr’in kızı Cerdâ’ya savaş yolculuğundaki anılarımı, Kerbela’da Ali b. Ebu Talip’ten gördüğüm ve duyduğun her şeyi anla ım. Daha sonra eşime: “Ey Cerdâ! Sen ki Ali’yi bu kadar çok seviyorsun, söyle bakalım, o bu sözleri nasıl ve nereden söylüyor? Acaba gayb ilmi mi var?” Eşim bana, “Beni kızdırma, bu saçma sözleri bırak ve bunu kesin olarak bil ki Ali (a.s), haktan başka bir şey söylemez.” dedi.

Herseme diyor ki: Bu olayın üzerinden yıllar geçtikten sonra Kerbela vakıası vuku buldu; ben de Abdullah b. Ziyad’ın ordusundaydım. Kerbela topraklarına vardığımızda, ben oranın Ali’yle birlikte konakladığımız çöl olduğunu anladım ve onun bu topraklardan haşrolacak insanlar hakkındaki sözünü hatırladım. Bu yüzden İbn Ziyad’ın ordusuyla buraya gelmekten pişman oldum. Atıma binip Hüseyn’in yanına gittim, burada babasından duyduklarımı anla ım. Hüseyin b. Ali, “Şimdi bizim yanımızda mısın, yoksa düşmanın mı?” buyurdu. Ben, “Ey Resulullah’ın oğlu! Ne sizin yanınızdayım ne de düşmanınızın; çünkü eşimi ve çocuklarımı Kufe’de bırakıp geldim ve İbn Ziyad’ın onlara zarar vermesinden korkuyorum.” dedim. Hüseyin (a.s), “Ey Herseme! Bizim savaşımıza şahit olmamak için buradan uzaklaş; çünkü Hüseyin’in canını elinde bulunduran Allah’a andolsun ki bizim savaşımızı gördüğü hâlde bize yardımını esirgeyen herkesin yeri ateştir.” buyurdu.

Herseme diyor ki: Bu cümleyi duyar duymaz, savaşa ve Hazret’in öldürülmesine şahit olmamak için hızla çadırlardan uzaklaşıp Kufe’ye doğru yola koyuldum.

AMR B. HACCAC’A CEVABI

وَيْحَـكَ يـا عَمْـرُو اعَلَ َّ ـي تحَـرِّضُ َّ النـاس؟ انحْـنُ مَرَقْنـا مِـنَ الدِّيـنِ وَ انـتَ تقِيـمُ عَلَيْـهِ؟ سَـتعْلَمُونَ اذَا فارَقـتْ ارْوَاحُنـا اجْسَـادَنا مَـنْ اوْلٰـي بصَلْـيِ َّ النـارِ.

Emri altında dört bin kişi bulunan Kûfeli komutanlardan,”Amr b. Haccac” isminde bir şahıs, emrinde bulunan askerleri, İmam Hüseyin’e (a.s) karşı savaşmak için kışkırtarak şöyle diyordu: “(Ey insanlar!) Dinden çıkan ve Müslümanların cemaatinden ayrılan kimseye karşı savaşın.”

İmam (a.s), Amr b. Haccac’ın sözünü duyduğunda şöyle buyurdu:

“Ey Amr! Yazıklar olsun sana! Halkı, bunlar Allah’ın dininden çıkmıştır bahanesiyle bizim aleyhimize ve bize karşı savaşmaya mı kışkırtıyorsun? Acaba evinde vahy nazil olan, cihad ve istikametiyle İslam dinini sağlamlaştıran bizler dinden çıkmışız da, hakkı batıldan ayırt edemeyen sen mi Allah’ın dininde sabitsin? Pek yakında, ruhlarımız bedenimizden ayrıldığında kimin ateşe daha lâyık olduğunu hepiniz anlayacaksınız.”([1])


[1] – Taberî, c. 7, s. 342.

SAVAŞ BAŞLADIĞINDA ASHABINA SÖZLERİ

قومُـوا ايُّ هَـا الكِـرَامُ الـي المَـوْتِ الَّ ـذِي لَا بَّ ـد مِنْـهُ فـاَِّ ن هٰـذِهِ السِّـهَامَ رُسُـلُ القَـوْمِ اَليْكُـمْ فوَالـلٕهِ مَـا بيْنكُـمْ وَ بيْـنَ الجََّ نـةِ وَ َّ النـارِ اَّ لا المَـوْتُ يعْبُـرُ بهٰـؤَُلَاءِ الٰـي جِناِنِهِـمْ وَ بهٰـؤُلَاءِ الٰـي نيْرَاِنِهِـمْ.

İmam’ın (a.s), umumi konuşmasından ve Ömer b. Sa’d’la yaptığı görüşmesinden, onun da ordularına geri dönmesinden sonra, Ömer b. Sa’d tekrar ordusunun önüne çıkarak, İmam Hüseyin’in (a.s) çadırlarına doğru bir ok attı ve ordusuna şöyle hitap etti: “Emîr’in (İbn Ziyad) yanında, Hüseyin b. Ali’nin çadırlarına ilk oku benim a ığıma dair şehade e bulunun.”

Kûfe halkı, bu sahneyi görür görmez, Hazretin çadırlarını ok yağmuruna tu ular. Düşman tarafından atılan bu oklar, yağmur gibi Hazretin ve ashabının çadırlarına yağmaya başladı. Ashaptan bedenine ok isabet etmemiş çok az kimsenin kaldığı naklediliyor.

İşte bu esnada İmam (a.s), yaranlarına şöyle buyurdu:

“Ey yüce insanlar! Kendisinden kurtulması mümkün olmayan ölüme hazırlanın, şüphesiz ki bu oklar, onların sizlere gönderdikleri ölüm elçileridir. Allah’a andolsun ki siz ile cennet ve cehennem arasında ancak ölüm (köprüsü) vardır; bu köprü sizleri cennete, onları ise cehenneme götürür.”([1])

el-Lühuf kitabının naklettiğine göre, bu esnada İmam’ın (a.s) ashabı genel bir saldırıya geçtiler. Böylece hak ve batıl ordusu arasında şiddetli bir savaş gerçekleşti. Bu saldırı sona erip toz toprak çöktüğünde, İmam’ın (a.s) ashabından 50 kişinin şehit düştüğü görüldü.

İmam (a.s) ve ashabı hakkındaki bütün vasıfları içeren en güzel tabir, Hazretin buyurduğu, “Kiram” (yücelik ve kerim) tabiridir. Bu keramet ve yüceliği, bu yüce ve değerli insanların sadece hayatlarının en son anlarında ve kendi konuşmalarında değil, belki Resulullah’ın (s.a.a) aziz torunu İmam Hüseyin’in (a.s) dilinden duyduğumuz gibi, Cebrail ve Resulullah’ın (s.a.a) kendisinden de duymaktayız, şöyle ki: “Bir gün Resulullah (s.a.a), bir grup ashabıyla birlikte Medine sokaklarının birinden geçtiklerinde, oynamakta olan birkaç çocukla karşılaştı, Resulullah (s.a.a), çocuklardan birinin yanında durarak onu öpüp okşadı, sonra da kucağına alarak onu öpücük yağmuruna tuttu. Bu davranışı gören ashap bunun sebebini sorduklarında Hazret şöyle buyurdu:

“Ben, bir gün bu çocuğun Hüseyin’le oynadığını ve Hüseyin’in ayağının altındaki toprağı alıp yüzüne gözüne sürdüğünü gördüm; işte bu yüzden o Hüseyin’i sevdiği için ben de onu seviyorum.”

Resulullah daha sonra şöyle buyurdu:

“Cebrail, o çocuğun Aşura gününde torunum Hüseyin’in ashabından olacağını bana haber verdi.”([2])


[1] – el-Lühuf, s. 89; Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 9.

[2] – He ad-u Do Ten, Biharu’l-Envar’dan naklen, c. 5, s. 250.

ALLAH’IN GAZABINA SEBEP OLAN AMİLLER

اشْـتََّ د غَضَبُ الـلٕهِ عَلَي اليهُودِ اذْ جَعَلُوا لهُ وَلدًا وَاشْـتَّ د غَضَبهُ عَلَي َّ النصَاري اذْ جَعَلُوهُ ثالثَ ثلَاثةٍ وَاشْتَّ د غَضَبهُ عَلَي المَجُوسِ اذْ عَبدُوا َّ الشمْسَ وَالقَمَرَ دُونـهُ وَاشْـتَّ د غَضَبـهُ عَلٰـي قـوْمٍ اتَّ فَقَـتْ كَلِمَتهُـمْ عَلٰـي قتْـلِ ابـنِ بنْـتِ نبيِِّهِـمْ.

… امَا وَالـلٕهِ َلَا اجِيبهُمْ الٰي شَيْءٍ مَِّ ما يريدُونَ حَتٕي القَي الـلٕهَ وَ انا مُخَ َّ ضبٌ بدَمِي.  امَا مِنْ مُغِيثٍ يغِيثنا، امَا مِنْ ذَابٍّ يذُ ُّ ب عَنْ حَرَمِ رَسُـولِ الـلٕهِ.

İmam Hüseyin’in (a.s) ashabından bir grup şehit olduktan sonra, Hazret şöyle buyurdu:

“Yahudiler, Allah’a evlat isnat ettiklerinde, Allah’ın gazabı onların hakkında şiddetlendi, Hristiyanlar da teslise (baba, oğul ve ruh) inandıklarında, Allah’ın gazabı onların hakkında da şiddetli oldu, Mecusiler (ateşe tapanlar) de Allah’ı bırakıp güneşe ve aya taptıklarında yine Allah’ın gazabı onların hakkında şiddetli oldu. Başka bir kavim de kendi peygamberlerinin torununu öldürmeye karar alıp uzlaştıklarında, Allah’ın gazabı onların hakkında da şiddetli oldu.”

İmam Hüseyin (a.s), sözlerini şu cümleyle sona erdirdi:

“Allah’a andolsun, bilin ki ben kendi kanımla boyanıp, Allah’la mülakat edinceye kadar, onların isteklerinin hiçbirine olumlu cevap vermeyeceğim.”

İmam (a.s), daha sonra yüksek bir sesle şöyle buyurdu:

“Acaba feryadımıza yetişip bize yardımda bulunacak bir kimse yok mudur? Acaba Resulullah’ın (s.a.a) haremini (Ehlibeyt’ini) savunacak bir kişi yok mudur?”([1])

Hazretin sesi, çoluk çocuğunun kulağına ulaştığında onlar yüksek sesle, hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Bir nakle göre, Kûfe ordusundan Sa’d ve Ebu’l-Hutuf ismindeki iki kardeş, İmam’ın (a.s) imdat sesini duyar duymaz, inançlarını değiştirip İmam Hüseyin’e (a.s) karşı savaşmak yerine, onun ordusunun saflarına geçtiler ve böylece onlar da şehadete nail oldular.

[1] – Maktel-i Mukarrem, s. 239.

EBU SEMAME ES-SAİDÎ’YE SÖZÜ

…ذَكَـرْتَ َّ الصلٰـوةَُ جَعَلَـكَ الـلٕهُ مِـنَ المُصَلِّـينَ َّ الذاكِرِيـنَ نعَـمْ هٰـذَا اَّ ولُ وَقْتهَـا سَـلُوهُمْ انْ يكُُّ فـوا عََّ نـا حَتٕـي نصَلِّـي.

…تَقََّ دمْ فاِنَّ ا َلَاحِقُونَ بكَ عَنْ سَاعَةٍ.

İmam Hüseyin’in (a.s) yaranlarından biri olup, Ebû Semame es-Saidî künyesiyle meşhur olan Amr b. Ka’b, öğle vakti olduğunu anlayınca İmam’a (a.s) şöyle dedi: “Canım sana feda olsun; gerçi bu insanlar durmadan bize saldırıyorlar; ama Allah’a andolsun ki, bunlar beni öldürmedikleri müddetçe sana dokunamazlar; bu öğle namazını da senin imametinde cemaat ile kılarak Allah’ın huzuruna çıkmak istiyorum.”

İmam (a.s) ona cevap olarak şöyle buyurdu:

“Bize namazı hatırlattın, Allah seni namaz kılan ve zikir ehlinden kılsın; evet, şimdi öğle namazının ilk vaktidir; düşmandan isteyin, geçici olarak bizimle savaşmaktan el çeksinler de namaz kılalım.”

Kûfe ordusuna geçici olarak ateşkes teklif edildiğinde, batıl ordusunun ileri gelenlerinden biri olan Hasin şöyle dedi: “Şüphesiz ki, kılacağınız namaz da kabul olmaz.”([1])

İleride (Habib b. Mezahir’in şehadetiyle ilgili bölümde) okuyacağınız gibi Habib b. Mezahir ona güzel bir cevap verdi; daha sonra yine şiddetli bir savaş başladı ve Habib’in şehit düşmesine sebep oldu.

Sonunda, Hüseyin b. Ali (a.s), birkaç ashabıyla birlikte yağmur gibi çadırlara doğru yağan okların karşısında öğle namazını kıldı ve yaranlarından birkaç kişi namaz esnasında şehadete erişip gerçekten Allah için namaz kılanların safına katıldılar.

Ebu Semame, karar aldığı gibi öğle farizasını eda ettikten sonra, herkesten önce İmam’ın (a.s) yanına gelip şöyle dedi:

“Ya Eba Abdullah, canım sana feda olsun, ben şehit olan ashabına kavuşmaya karar aldım ve kendimi bir kenara çekip, ailen arasında yalnız kalıp öldürülmeni görmek istemiyorum.”(2) İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:

“Düşmana doğru ilerle, biz de yakında sana kavuşacağız.”

İmam (a.s), bu emri verir vermez, Ebu Semame düşman ordusuna saldırdı, onlarla savaştı, sonunda, amcası oğlu Kays b. Abdullah es-Saidî’nin eliyle şehadete erişti.(3)

[1] 1- Taberî, c.7, s.347. el-Kâmil, c.3, s.29 يا ابا عَبْدِالـلٕهِ جُعِلْتُِ فدَاكَ قدْ هَمَمْتُ انْ الحَقَ باَصْحَابكَ وَ كَرِهْتُ انْ اتخََّ لفَ فاَرَاكَ 2-وَحيدًا في اهْلكَ قتيلًا.3- el-Lühuf, s. 96.

ÖĞLE NAMAZINDAN SONRAKİ SÖZLERİ

يَـا كِـرَامُ! هٰـذِهِ الجََّ نـةُ قَـدْ فتحَـتْ ابوَابهَـا وَاتَّ صَلَـتْ انهَارُهَـا وَ اينعَـتْ ثمَارُهَـا وَ هٰـذَا رَسُـولُ الـلٕهِ صََّ لـي الـلٕهُ عَلَيْـهِ وَ آلـهِ وَ ُّ الشـهَدَاءُ الَّ ذِيـنَ قتلُـوا فِـي سَـبيلِ الـلٕهِ يتوََّ قعُـونَ قدُومَكُـمْ وَ يتباشَـرُونَ بكُـمْ فحَامُـوا عَـنْ دِيـنِ الـلٕهِ وَ دِيـنِ نبيـهِ وَ ذُبُّ ـوا عَـنْ حَـرَمِ َّ الرسُـولِ.

Merhum Mukarrem’in([1]) naklettiğine göre, İmam (a.s), öğle namazını kılıp, kanlar içinde yere düşen Said ve Kurza’nın sözlerine cevap verdikten sonra, şehadet ve fedakârlık için sabırsızlanan yaranlarına dönüp onlara hitaben şöyle buyurdu:

“Ey kerim insanlar! İşte cennetin kapıları (yüzünüze) açılmıştır; nehirleri cari olup meyveleri yetişmiştir. Resulullah (s.a.a) ve Allah yolunun şehitleri sizi bekliyorlar ve sizin gelişinizi birbirlerine müjdeliyorlar. Öyleyse Allah’ın ve Resulünün dinini himaye edin. Resulullah’ın (s.a.a) haremini (Ehlibeyt’ini) savunun.”

[1] – Maktelu’l-Hüseyn, s. 297.

HABİB B. MEZAHİR’İN ŞEHADETİNDE BUYURDUĞU SÖZ

عِنْدَ الـلٕهِ احْتسِبُ نفْسِي وَ حُمَاةَ اصْحَابي .

İmam (a.s), öğle namazını kılmak için geçici olarak ateşkes istediğinde, Hasin b. Numeyr isminde biri, yüksek bir sesle, “Bu ne namazıdır? Sizin namazınız kabul değildir!” dedi.

Habib b. Mezahir,([1]) bu sözü duyar duymaz çıkıp Hasin’e hitaben şöyle dedi:

“Resulullah’ın (s.a.a) torununun namazı kabul olmayacak da, senin mi namazın kabul olacak?! Ey eşek!”(1)

Hasin, bu sözü duyunca Habib’e saldırdı; dostlarından birkaçı da onun yardımına koştu. Öte yandan birkaç kişi de Habib’in yardımına koştu. Derken aralarında bir çatışma başladı. Habib yaşlı olmasına rağmen düşmandan bir grubu cehenneme vasıl e i. Ve nihayet kendisi de şehit düştü. Düşman, başını bedeninden ayırdı.

Yaşlı Habib’in öldürülmesi, Hz. Hüseyin’i (a.s) çok üzdü. Habib’in parçalanmış bedeninin yanına gelince, şöyle buyurdu “Kendi nefsimi ve ashabımın himaye ve fedakârlığını Allah katında addedeceğim (kendimin ve ashabımın mükâfatını Allah’tan isteyeceğim).”([2])

[1] – Habib b. Mezahir, Resulullah’ın ashabındandı. Emîrü’l-Müminin Ali’nin (a.s) hilafet döneminde Kûfe’ye gidip oraya yerleşmiş ve Hazretle beraber bütün savaşlara katılmıştır. Habib, Hazretin samimi ve has dostlarından olup, Hasret’ten çok sırlar öğrenen kimselerden biriydi.

Keşşî, Fuzayl b. Zubeyr’den şöyle nakleder: Meysem-i Temmar bir gün Kûfe’de Esed oğullarının toplandığı bir yerde Habib b. Mezahir’le karşılaşıp sohbet etmeye başladı: Habib’in sözü şuraya ulaştı ki, “Ben saçı dökülmüş karnı öne çıkmış ve mesleği Daru’r-Rızk’da kavun satmak olan ihtiyar bir kişinin, çok geçmeksizin Peygamber ailesinin muhabbeti yolunda darağacına asılacağını adeta görüyorum. (Habib’in maksadı Meysem-i Tammar’ın kendisiydi.)”

Meysem-i Temmar da, Habib’in cevabında şöyle dedi: “Ben de şu özellikte ki yüzü kırmızı ve saçları kıvırcık olan ve Peygamber’in torununa yardım etmek için hareket edip bu yolda şehit olacak ve başı Kûfe şehrinde dolaştırılacak olan bir kişiyi tanıyorum (Meysem’in maksadı da Habib b. Mezahir’di.).”

Habib ve Meysem konuştuktan sonra o yerden ayrıldılar. O yerde bulunan kimseler, Hz. Ali’nin bu iki talebesinin konuşmasını duyuyorlardı, onlar oradan ayrılıp gi ikten sonra şöyle dediler: “Biz ömrümüz boyunca bu ikisinden daha yalancısını görmedik.” Bu esnada aniden Raşid-i Hucri oraya varıp Habib’le Meysem’i onlardan sordu. Onlar cevaben, “Habib’le Meysem biraz önce buradaydılar.” dediler; bunun yanı sıra kendilerine acayip gelen Habib ve Meysem’in konuşmalarını da Raşid’e söylediler.

Raşid de cevaben şöyle dedi: “Allah Meysem’e rahmet etsin, Habib’in hakkındaki şu cümleyi söylemeyi unutmuştur: ‘Habib’in başını Kûfe’ye getiren kimseye, başkalarından 100 dirhem daha çok ödül verecekler.” Raşid bunu söyleyip oradan uzaklaştı. Orada bulunan birkaç kişi birbirinin yüzüne bakıp, “Bu üçüncüsü önceki iki kişiden daha yalancıdır.” dediler.

Fuzayl şöyle diyor: “Ama çok geçmeksizin Meysem’i, Amr b. Haris’in evinin kenarında darağacına çektiklerini ve yine çok geçmeden Habib’in kesik başını Kûfe’ye getirdiklerini kendi gözümüzle gördük.”

1- زَعَمْتَ انَّ هَا لَا تقْبلُ مِنْ آلِ الَّ رسُولِ وَ تقْبلُ مِنْكَ يا حِمَارُ؟
[2] – Taberî, c. 7, s. 349.

HÜR B. YEZİD ER-RİYAHİ([1]) İLE KONUŞMASI

…نعَمْ يتوبُ الـلٕهُ عَلَيْكَ وَ يغْفِرُ لكَ.

قتلَةٌ مِثْلُ قتلَةِ َّ النبيينَ وَ آلِ َّ النبيينَ… انتَ الحُُّ ر كَمَا سََّ متْكَ اُّ مكَ وَ انتَ الحُُّ ر في ُّ الدنيا وَ الْآخِرَةِ.

لـنِـعْـمَ الـحُ ُّ ـر حُُّ ر بـني رِيَـاح       صَبُـورٌ عِنْدَ مُشْتَ ـبَـكِ الرِّمَاحِوَ نعْـمَ الحُ ُّ ـر اذْ نـادي حُسَـيْنا     وَ جَـادَ بنفْسِـهِ عِنْـدَ الصِّيَـاحِفَ ـيا رَبـي اضِـفْـهُ فِـي جِـنَـانٍ       وَ زَوِّجْـهُ مَعَ الحُورِ المِلَاحِ.

[1] – Hür, şerefli Arap kabilelerindendi; aynı zamanda Kûfe’de kendi kabilesinin de reisiydi. İbn Ziyad, Hürr’ü bin savaşçıya kumandan ederek. Hüseyin b. Ali’nin (a.s) önünü kesip onu Kûfe’ye bırakmamaya memur kıldı. İbn Numa’nın naklettiğine göre, Hürr’ün tövbesi İmam’ın (a.s) huzurunda kabul olduktan sonra şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın torunu! İbn Ziyad, seninle savaşmak için hareket etmemi emretti ve Daru’l-İmare’den ayrıldıktan sonra şöyle bir ses kulağıma ulaştı: ‘Ey Hür, karar aldığın bu yolda müjde olsun sana.’ Bu sesi duyunca, arkaya dönüp baktım fakat kimseyi göremedim. Bu ana kadar bu ne müjdedir? Ben Peygamberin torununa karşı cephe almamış mıyım? diye daima düşünüyordum. Ama senin safında yer alacağım ve böyle bir saadete ulaşacağım kesinlikle aklımdan geçmiyordu.’

Hür, Ömer b. Sa’d’ın ordusundan ayrılarak, tövbe etmek için İmam’ın (a.s) huzuruna gelip şöyle dedi: “Bu insanların, işi, gerçekten seninle savaşmaya vardıracaklarını sanmıyordum; böyle olacağını bilseydim, kesinlikle onlarla beraber olmazdım. Şimdi size karşı yaptığım işlerden ve sizin hareket etmenize mani olduğum için huzurunuza gelmiş, tövbe etmek istiyorum. Ölünceye kadar sizi himaye etmeye ve önünüzde şehit olmaya kararlıyım. Acaba tövbem kabul olur mu?” İmam şöyle buyurdu:

“Evet, Allah tövbeni kabul eder, günahlarını da bağışlar.”([1])

Taberî([2]) ve İbn Kesir’in([3]) naklettiğine göre Hür, Habib şehit edildikten sonra öğle namazından önce Zuheyr’le birlikte düşmana saldırdı. Düşman, onların birini muhasara altına aldığı zaman diğeri muhasara halkasını parçalıyor, arkadaşını düşmanın elinden kurtarıyordu. Sonunda Hürr’ün atını yaralayarak yere düşürdüler. Bu defa Hür, piyade olarak savaşmaya başladı. Düşman askerlerinden kırktan fazlasını öldürdükten sonra, düşmanın piyade birliklerinden bir grubun kendisine saldırması sonucu, ayakta duramayarak yere düştü. Bu sırada İmam’ın (a.s) yaranlarından birkaç kişi de onlara saldırarak, can vermek üzere olan Hürr’ün bedenini, katligâh ortasından çadırlara doğru getirip, şehitlerin bulunduğu çadırın önüne bıraktılar.([4])

İmam (a.s), can vermekte olan Hürr’ün bedeninin yanına gelip kana boyanmış bedenini görünce, defalarca söylediği sözü bir kez daha tekrarladı:

“Bunların ölümü, peygamberler ve peygamberlerin evlatlarının ölümü gibidir.”

Daha sonra Hürr’ün başı ucunda oturup, onun baş ve yüzündeki kan ve toprakları temizleyerek şöyle buyurdu:

“Annenin adını koyduğu gibi gerçekten de hürsün sen; hem bu dünyada hem de ahire e.”

Sonra ağıt olarak şu beyitleri, Hürr’ün hakkında okudu:

Hürr-i Riyahî ne de iyidir.

Mızraklar çarpıştığında ne de sabırlıdır.

Hür ne de iyidir Hüseyin çağrıda bulunduğunda.

O zaman canıyla ne de fedakârlık edendir.

Ya Rabbim! Onu cenne e misafir kıl.

Ve onu güzel hurilerle evlendir.([5])


[1] – el-Kâmil, c. 3, s. 288.

[2] – Taberî, c. 7, s. 355.

[3] – el-Bidaye ve’n-Nihaye, c. 8, s. 183-184.

[4] – Bu çadır, savaş alanına doğru olan çadırların bulunduğu en son noktaydı. Şehitlerin bedenlerini, bu çadırın içerisine getirip bir araya bırakıyorlardı.

[5] – Bazı tarihçiler bu şiirlerin bizzat Hüseyin b. Ali’nin kendisinden olduğunu, bazıları da İmam Seccad’dan olduğunu, bazıları da İmam Hüseyin’in (a.s) yaranlarından birinin söylediğini söylüyorlar. Biharu’l-Envar, Allame Meclisî, c. 45, s. 14. el-Emali, Şeyh Saduk, Meclis: 30, Maktel-i Avalim, s. 85. el-Maktel, Harezmî, s. 11.

ZÜHEYR’E CEVABI

وَ انـا القَاهُـمْ عَلٰـي اثْـرِكَ… َلَا يبْعُدَنَّ ـكَ الـلٕهُ يـا زُهَيْـرُ وَ لعَـنَ قاتلِيـكَ لعْـنَ الَّ ذِيـنَ مُسِـخُوا قِرَدَةً وَ خَنازِيرَ.

Züheyr b. Kayn([1]) şiddetli bir saldırı ve savaştan sonra, çadırlara dönerek Hazretin huzuruna vardı ve elini İmam’ın (a.s) omzuna koyarak ikinci defa (savaş meydanına gitmek için) izin isteyip şu şiiri okudu:

“Ey hidayet üzere olan hidayetçi! Canım sana feda olsun.

İşte bugün ceddin Resulullah’la,

Hasan ve Aliyy-i Murtaza’yla

Silah kuşanmış Cafer-i Tayyar’la,

Diri olan şehit Esedullah Hamza’yla görüşeceğim.”([2]) İmam (a.s), Züheyr’e cevap olarak şöyle buyurdu:

“Ben de senin ardından onlarla görüşeceğim.”

Züheyr şehit olup, bedeni Kerbela toprağının üzerine düştüğünde İmam (a.s) onun başı ucuna gelip şu sözlerle kendisini takdir etti:

“Ey Züheyr! Allah seni kendi rahmetinden uzaklaştırmasın; mesh olarak maymun ve domuz şekline giren kimselere lanet ettiği gibi senin katillerine de lanet etsin.”([3])


[1] – Zuheyr b. Kayn, kabilesinin ileri gelenlerindendi. Kûfe’de oturuyordu; kendisi de Osman’ın taraftarlarındandı. Hicri 60’da hanımıyla birlikte Hac yolculuğu yaptı. Dönüşte Kerbela yolu üzerinde Hüseyin b. Ali’yle sadece bir defa karşılaşarak hidayet nuru kalbini aydınlattı. Hazretle görüştükleri aynı mecliste akidesini değiştirip İmam’ın (a.s) yaranlarından oldu.

[2] – Arapçası şöyledir:

فدَتكَ نفْسِي هَادِيا مَهْدِيا    الـيوْمَ ألـقٰي جَـ َّ دكَ الَّ نـبـياوَ حَسَـنا وَالـمُـرْتـضٰي عَلِـيا وَ ذَا الجَناحَيْنِ الفَتٰي الكَمَِّ يا

[3] – Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 20. Ebsaru’l-Ayn, s.  وَ أسَدَ الـلٕهَ ال َّ شهِيدَ الحََّ يا99.

ÖMER B. CÜNADE HAKKINDAKİ SÖZÜ

هٰذَا غُلَامٌ قتلَ ابوهُ في الحَمْلَةِ اُْلْاُولٰي وَ لعَ َّ ل اَّ مهُ تكْرَهُ ذٰلكَ.

Cünade-i Ensarî öldürüldükten sonra, babası ve annesiyle birlikte Kerbela’ya gelen on bir yaşındaki oğlu Ömer, İmam’ın (a.s) huzuruna gelip savaş meydanına gitmek için izin istedi. İmam (a.s) şöyle buyurdu:

“Bu, babası (ilk saldırıda düşman tarafından) öldürülen bir gençtir, annesi onun savaş meydanına gidip öldürülmesine razı olmayabilir.”

Bu fedakâr genç Hazretin sözünü duyar duymaz: “Hayır, Allah’a andolsun ki, canımı sana feda etmeyi ve kanımı senin yolunda dökmeyi annem emretmiştir.”(1) dedi.

İmam Hüseyin (a.s), mezkûr cevabı ondan duyduğunda, Ömer’in savaş meydanına gitmesine izin verdi.

Ömer, savaş meydanına çıkıp düşmanın karşısında şu hamasi şiirleri okumaya başladı:

“Emîrim olan Hüseyin ne de iyi Emîr’dir.

Beşiru’n-Nezir olan Peygamber’in kalbinin sevincidir.

Ali ve Fatıma’ysa onun baba ve annesidir.

Acaba, onun bir benzerini tanıyor musunuz?”(1)

Ömer, düşmanla şiddetle çarpıştıktan sonra şehit düştü, düşmansa onun başını bedeninden ayırıp çadırlara doğru fırla ı. Ömer’in annesi genç yaştaki oğlunun kesik başını alıp yüzünün toprak ve kanını temizledikten sonra yakınında olan düşmanlardan birinin başına atarak onu öldürdü; daha sonra çadırlara dönüp eline bir sopa aldı ve şu şiiri okuyarak düşmana saldırdı:

“Ben kadınların arasında zayıf birisiyim

Çökmüş, yıpranmış ve zayıf yaradılışlı bir kadınım

Size şiddetli bir darbe indireceğim

Şerefli Fatıma’nın evlatlarını savunmak yolunda.”(2)

İki kişiyi yaraladıktan sonra İmam’ın (a.s) emriyle çadırlara döndü.(3)


1-أمِيرِِي حُسَيْنٌِ وَ نعْمَِ الْأَمِيرُ     سُـرُورُ فـؤَادِ الـبـشِيرِِ الـَّ نـذِِيرِِ

عَـ لـ ٌّ ي وَ فـاطـمَـةُ وَالـ دَاهُ        فـهَـلْ تـعْـلَـمُونَ لـهُ منْ نـذير

2-اَنا عَِجُِوزٌ في النسَاءِ ضَِعِيفٍَةٌ    خَـاوِيـ ةٌ بـالـ يـ ةٌِ نـحِيـفَـ ةٌِ

3- Maktel-i Harezmî, c. 2. s. 22. Biharu’l-Envar, c. 45, s. 27. Menakıb, c. اضْـربـكُـمْ بـضَـرْبـة عَـنيـفَـة       دُونَ بـني فاِطـمَة ال َّ شريـفَـة

ALİ EKBER’İN ŞEHADETİNDE BUYURDUĞU SÖZ

اللٕـهَُّ م اشْـهَدْ عَلٰـي هٰـؤَُلَاءِ القَـوْمِ فقَـدْ بـرَزَ اليِْهِـمْ اشْـبهُ َّ النـاسِ برَسُـولكَ مُحََّ مـدٍ صََّ لي الـلٕهُ عَلَيْهِ وَ آلهِ خَلْقًا وَ خُلُقًا وَ مَنْطِقًا وَ كَُّ نا اذَا اشْتقْنا الٰي رُؤْيةِ نبيكَ نظَرْنـا اليْـهِ. اللٕـهَُّ م فامْنعْهُـمْ بـرَكَاتِ الْاَرْضِ وَ فرِّقْهُـمْ تفْرِيقًـا وَ مَزِّقْهُـمْ تمْزِيقًـا وَاجْعَلْهُـمْ طَرَائـقَ قـدَدًا وَلَا تـرْضِ الـوُلَاةَ عَنْهُـمْ ابـدًا فاِنَّ هُـمْ دَعَوْنـا لينْصُرُوَنـا ثَّ ـم عَدَوا عَلَيْنا ليقَاتلُونا اَّ ن الـلٕهَ اصْطَفٰي آدَمَ وَ نوحًا وَ آلَ ابرَاهِيمَ وَ آلَ عِمْرَانَ عَلَـي العَالمِـينَ ذُرِّيـةً بعْضُهَـا مِـنْ بعْـضٍ وَالـلٕهُ سَـمِيعٌ عَلِيـمٌ.

…مَـا لـكَ؟ قَطَـعَ الـلٕهُ رَحِمَـكَ كَمَـا قطَعْـتَ رَحِمِـي وَ لـمْ تحْفَـظْ قرَابتِـي مِـنْ رَسُـولِ الـلٕهِ وَ سََّ ـلطَ عَلَيْـكَ مَـنْ يذْبحُـكَ عَلٰـي فرَاشِـكَ.

…قتَـلَ الـلٕهُ قوْمًـا قتلُـوكَ يـا بنَ َّ ـي مَـا اجْرَاهُـمْ عَلَـي الـلٕهِ وَ عَلَـي انتهَـاكِ حُرْمَـةِ رَسُـولِ الـلٕهِ. عَلَـي ُّ الدنيَـا بعْـدَكَ العَفَـا.

İmam Hüseyin’in (a.s) ashabı şehadet şerbetini içtikten sonra,

Hazretin ailesinden savaş meydanına ilk adım atan, İslam ve Kur’ân yolunda kendisini ok, mızrak ve kılıçlara karşı siper edinen, İmam Hüseyin’in (a.s) yiğit oğlu Ali Ekber’di.

Kalem, Hz. Ali Ekber’in şahsiyetini tersim, diller de onun vasfını beyan etmekten aciz olduğu için onun ruhî ve manevi şahsiyetinden, simasının güzelliği ve siyerinden bir bölümünü kendi ve değerli babasının dilinden dinleyelim: İmam Hüseyin (a.s), kendi ve yaranlarının ölümünden haber verdiğinde Hz. Ali Ekber şöyle dedi:

“Babacığım, eğer ölümümüz hak yolunda ise artık bizim ölümden hiçbir korkumuz yoktur.”(1)

İmam Hüseyin (a.s), Ali Ekber’in ruhî kemallerini beyan ve simasını vasıflandırırken şöyle buyuruyor:

“Ali Ekber zahiri yaratılış, şekil, meleke, ahlak, huy, konuşma ve sohbet açısından insanların arasında Resulullah’a en çok benzeyendi. Ne zaman ailemizden bir kişi Resulullah’ın (s.a.a) simasını görüp, ziyaret etmeyi arzu etseydi, Ali Ekber’in yüzüne bakardı.”

Yani Ali Ekber sima ve siret açısından Resulullah’ın (s.a.a) bir mazharı sayılırdı.

Harezmî şöyle diyor: 18 yaşında olan Ali b. Hüseyin (a.s) Aşura günü Peygamber (s.a.a) ailesinin hepsinden daha önce şehadet meydanına ayakbastı. Babası ile vedalaşarak, çadırlardan hareket etmek istediğinde, İmam Hüseyin (a.s) onun güzel boyuna ve şekline şefkatle bakıp yüzünü göğe doğru tutarak şöyle dedi:

“Allah’ım, sen bu kavmin aleyhine şahit ol, şimdi bu insanlar arasında yaratılış, ahlak, huy ve konuşma açısından, senin Peygamber’ine en çok benzeyen bir genç onlara doğru hareket ediyor. Biz Peygamber’in (s.a.a) simasını görmeyi arzu ettiğimizde ona (Ali Ekber’e) bakıyorduk.

فاِذًا لَا نبالي بالمَوْتِ.  1-

Allah’ım, onları, yeryüzünün bereketlerinden mahrum kıl, onları tefrikaya duçar et ve onları ihtilaflı yollara düşür; yöneticilerini onlardan hiçbir zaman razı etme. Çünkü onlar bizi, yardım etmek vadesiyle davet edip, daha sonra da bize karşı savaşa girmişlerdir.”

İmam (a.s) daha sonra şu ayeti okudu:

“Gerçek şu ki, Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini âlemler üzerine seçti; onlar birbirlerinden (türeme tek) bir zürriyettir. Allah işiten ve bilendir.”([1])

Hz. Ali Ekber çadırlardan ayrılıp savaş meydanına gitmek istediğinde, İmam Hüseyin (a.s) Ömer b. Sa’d’a hitap ederek şöyle buyurdu:

“Ne olmuş sana? Benim neslimi kestiğin gibi Allah da senin neslini kessin.([2]) Benim Resulullah ile olan akrabalık ilişkimi gözetleyip hürmetimi korumadın. Allah, yatağında boğazlayacak bir kimseyi sana musallat kılsın.”

Ali Ekber, düşman ordusu karşısında yer aldığında şu şiirleri okuyordu:

“Benim! Ali oğlu Hüseyin oğlu Ali.

Beytullah’a (Kâbe’ye) andolsun ki biz Peygamber’e daha evlayız.

Vallahi bu zina zade oğlu bize hükmedemez

Mızrak bükülünceye dek sizinle savaşacağım.

Ve kılıç eğilinceye dek sizinle vuruşacağım.

Haşimî Alevi gencinin vuruştuğu gibi.”([3])

Hz. Ali Ekber daha sonra düşmana karşı savaşa girdi.

Harezmî şöyle diyor: “Susuzluk Ali Ekber’i şiddetle etkilemesine rağmen yine de düşman ordusuna çok ağır darbeler indirerek onlardan 120 kişiye aşkın insanı cehenneme vasıl etti ve çadırlara geri döndü.

Daha sonra tekrar düşmanın ordusuna saldırıp onlardan ağır bir yara alarak toprağın üzerine düştü ve o esnada yüksek bir sesle: ‘Babacığım; şimdi ceddim Resulullah’ın, cennet kadehiyle bana verdiği suyu doya doya içtim, artık bundan böyle hiçbir zaman susamayacağım…’ dedi.”

İmam Hüseyin (a.s), Ali Ekber’in başucuna gelip şöyle buyurdu:

“Ey yavrum! Allah, seni öldüren bu zalim kavmi öldürsün, Allah’ın ve Resulullah’ın hürmetini ortadan kaldırmaya ne kadar da cüretlenmişler. Artık senden sonra dünyaya yazıklar olsun.”([4])

[1] 195- Âl-i İmran/33.

[2] – İmam’ın (a.s) Ömer b. Sa’d hakkındaki bedduası küllidir. Hazret şöyle buyurdu: “Allah senin neslini kessin.” Nesep tanıma hakkında iki önemli kitap olan “Neseb-i Züheyrî” ve “Cemhere-i İbn Hazm”a müracaat ederek gördük ki Ömer b. Sa’d’ın neslinden, torunu “Ebu Bekir b. Hafs” dan dan başka (o da babası Hafs’dan sonra çok az bir müddet yaşamıştır.) kimse baki kalmamıştır; yani tarihte Ömer b. Sa’d’ın neslinden torunu Ebu Bekir’den başka kimse tanıtılmamıştır, evlatları olduğu takdirde kesinlikle nesep uzmanları bunu belirtirlerdi. Bu konu, İmam’ın (a.s) bedduasını nazara alarak daha fazla tahkik ve araştırmaya değer.

Ama İmam’ın (a.s) sözünün ikinci bölümü, harici bir karine ve İmam Hüseyin’in (a.s) evlatlarının çok olması ve imametin Hazretin neslinde baki kalmasıyla anlaşılıyor ki, Hazretin, “Neslimi kestin” sözünden maksat, İmam’ın (a.s) oğlu Ali Ekber’i öldürmekle onun soyundan gelecek olan neslinin kesildiğini vurguluyor.

[3] – Arapçası şöyledir:

انا عَلِ ُّ ي بـنُ الـحُسَيْـنِ بـنِ عَلِـ ٌّ ي     نحْنُ وَ بيْتُ الـلٕهِ اوْلي بالـنـﹷبيّ وَالـلٕهِ لَا يحْكُمُ فيْنا ابنُ الَّ دَعِي      اطْـعَـنكُمْ بالـ ُّ رمْحِ حَتٕي يـنْـثـنـياضْرِبُ بالسَّيْفِ حَتٕي يلْـتـوِي      ضَرْبَ غُـلَامٍ هَاشِـمِـيٍّ عَلَوِيٍّ.

[4] – Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 30. Musîru’l-Ahzan. el-Lühuf, s.100. Taberî,

c. 7, s. 358. el-Kâmil, c. 3, s. 293. el-İrşad, s. 238

İMAM HASAN’IN (A.S) OĞLU KASIM’IN ŞEHADETİNDE BUYURDUĞU SÖZ

بعْـدًا لقَـوْمٍ قتلُـوكَ وَ مَـنْ خَصْمُهُـمْ يَـوْمَ القِيامَـةِ فيـكَ جَ ُّ ـدكَ وَ ابـوكَ عََّ ـز وَالـلٕهِ عَلٰي عَمِّكَ انْ تدْعُوهُ فلَا يجِيبكَ اوْ يجِيبكَ  ثَّ م لَا ينْفَعُكَ صَوْتٌ وَالـلٕهِ كَثرَ وَاتـرُهُ وَ ق َّ ـل ناصِـرُهُ.

…اللٕـهَُّ م احْصِهِـمْ عَـدَدًا وََلَا تغَـادِرْ مِنْهُـمْ احَـدًا وََلَا تغْفِـرْ لهُـمْ ابـدًا صَبْـرًا يـا اهْـلَ بيْتـي لَا رَايتـمْ هَوَانـا بعْـدَ هٰـذَا اليـوْمِ ابـدًا.

Ehlibeyt gençlerinden bir grup şehadete eriştikten sonra, İmam Hasan’ın (a.s) henüz buluğa ermemiş oğlu Kasım, savaş için karar alıp şehadete doğru yürüdü. O, ay parçası nurlu yüzüyle, üzerinde Arap elbisesi, ayaklarında nalinleri ve elinde kılıcı olduğu hâlde düşmana doğru hareket etti.

Bir süre savaştıktan sonra, Amr b. Sa’d ismindeki bir şahıs Kasım’a saldırarak onu yere serdi. Kasım, amcası İmam Hüseyin’i (a.s) yardımına çağırdı. Durumu yakından takip eden İmam (a.s), hemen onun yanına geldi; gözleri Kasım’ın kanlı çehresi ve parçalanmış bedenine iliştiğinde şöyle buyurdu:

“Seni öldüren kavim Allah’ın rahmetinden uzak olsun. Kıyamet gününde senin hakkında onların hasmı, ceddin Resulullah ve baban Emîrü’l-Müminin’dir. Allah’a andolsun ki amcanı çağırdığında sana cevap verememesi veya cevap verip de artık bunun sana bir faydası olmaması ona çok çetindir. Allah’a andolsun ki bu ses (yardım dileme sesin) öyle bir (kimsenin) sesidir ki, kavminden zulümle öldürülenleri çok, yardımcılarıysa azdır.”([1])

Taberî şöyle diyor: “İmam (a.s), Kasım b. Hasan’ın (a.s) cenazesini şehitlerin bulunduğu çadıra götürüp, oğlu Ali Ekber’in yanına bıraktı ve Kûfe halkına şöyle beddua etti:

“Allah’ım! Onların hepsini teker teker bela ve azabına duçar eyle. Onlardan hiç kimseyi geride (sağ) bırakma ve onları ebedi olarak affetme…”

[1] – Taberî, c. 7, s. 359. el-Kâmil, İbn Esir, c. 3, s. 293. et-Tabakat, İbn Sa’d. el-İrşad, Şeyh Müfid, s. 239. A’lamu’l-Vera, Tabersî. Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 27.

HZ. EBU’L-FAZL’IN ŞEHADETİNDE BUYURDUĞU SÖZ

انتَ صَاحِبُ لوَائي.تَـعَ َّ ـديْ ـتُـمْ يَـا شَ َّ ـر قَـوْمٍ بـبَ ـغْـيِـكُـمْ     وَ خَاَلـفْـتُـمُوا فيـنا الَّ ـنـبِ َّ ـي مُحََّ مدًا

امَا كَانَ خَيْرُ الخَلْقِ اوْصَاكُمْ بنا     امَا كَانَ جَدِّي خِيرَةُ الـلٕهِ احْمَدًاامَا كَانتِ َّ الزهْرَاءُ امِّي وَ وَالدِي     عَـلِ ٌّ ـي اخَـا خَـيْـرِ الْاَنـامِ مُـسَ َّ ـددًالعِنْـتُـمْ وَ اخْزِيـتمْ بمَا قَـدْ جَنيْتمْ      سَـتُـصْلَـوْنَ نارًا حَ ُّ ـرهَا قـدْ توََّ قدًا

Hz. Ebu’l-Fazl (a.s), Aşura günü defalarca İmam Hüseyin’in (a.s) huzuruna müşerref olup, savaş alanına gitmek için izin istedi, ama Hz. Ebu’l-Fazl (a.s) şecaat ve şehamet mazharı olduğundan ve hak sancağı da elinde bulunduğundan, İmam (a.s), onun savaşa gitmesine müsaade etmiyor ve Hz. Ebu’lFazl’ı her defa aldığı karardan vazgeçirdiğinde şöyle buyuruyordu:

“Sen benim sancaktarımsın, senin şehadetin, cundullahın hezimeti, şeytan askerlerinin ise galibiyeti demektir.” ([1])

Hazretin, bütün ashabı şehadet şerbetini içtiklerinde, Hz. Ebu’l-Fazl, birkaç kere İmam Hüseyin’den (a.s) savaş meydanına gitmek için izin istedi. Nihayet İmam (a.s) onun isteğiyle muvafakat etti. Hz. Ebu’l-Fazl (a.s), düşmana karşı şiddetle savaştıktan sonra Fırat’a gidip suya ulaştığında veya düşman karşısında yer aldığında veya kolu düşman tarafından kesildiğinde, onun ne kadar yüce bir iman ve akideye sahip olduğunu ve hangi hedef uğrunda mücadele e iğini gösteren hamasi şiirler okuyordu.

Ebsaru’l-Ayn kitabının müellifi şöyle diyor: Abbas b. Ali (a.s), savaş meydanına gitmek için defalarca kardeşi İmam Hüseyin’e (a.s) müracaat etti. İmam’dan (a.s) olumsuz cevap aldığında şöyle dedi:

“Göğsüm daralmış, hayattan bıkmışım artık.”(1)

İmam Hüseyin (a.s), ona cevaben şöyle buyurdu:

“Mademki savaş meydanına gitmek istiyorsun, önce (Fırat’tan) biraz su getir.”(2)

İmam’ın (a.s) bu sözü üzerine, Hz. Abbas hareket edip, düşmanın safını yardı ve Fırat nehrine ulaştı, tulumu suyla doldurduktan sonra, kendisi de su içmek için avucunu suyla doldurarak susuzluktan kurumuş olan dudaklarına yaklaştırdı; fakat (çadırlardaki çocukları hatırlayarak) hemen onu Fırat’a döktü ve kendisine hitap ederek şöyle dedi:

“Ey can! Hüseyin’den sonra hakir olasın Ve ondan sonra (sakın) haya a kalmayasın.

Şimdi Hüseyin ölüm meydanına atılmıştır.

Sense akan ırmağın soğuk suyunu mu içiyorsun?

لقَدْ ضَاقَ صَدْرِي وَ سَئمْتُ الحَياةَ. 1-

2- Menakıb, c. 4, s. 108. Yenabiu’l-Mevedde, 340.

Allah’a andolsun ki, bu dinimin müsaade etmediği bir şeydir.(تـالـلٕهِ مَـا هٰـذَا فـعَالُ دِيـني.)

Tulumu suyla doldurup çadırlara doğru götürdüğünde, kendisini sel gibi düşmanın karşısında görerek şu hamasi şiiri okudu:

يا نفْسُ مِنْ بعْدِ الحُسَيْنِ هُوني     وَ بعْدَهُ لَا كُنْتِ انْ تكُونيهٰـذَا الـحُسَـيْـنُ وَارِدُ الـ مَـ نـونِ        وَ تـشْرَبـيْنَ بـارِدَ الـمَـعِـيـنِ

“Ölümden korkmam, ölüm sesi duyulduğunda

Kılıçlar arasında bedenim kaybolsa bile

Feda olsun canım, Mustafa’nın (s.a.a) pak torununa.

Çadırlara su tulumunu götüren Abbas benim

Savaş günü savaşmaktan da hiç korkum yok.”

Hz. Ebu’l-Fazl, büyük bir gayret ve ihtirasla suyu çadırlara doğru götürürken, düşman tarafından Yezid b. Rûkad ismindeki bir şahıs, hurma ağacının arkasına saklanarak namertçe saldırıp, Hz. Ebu’l-Fazl’ın (a.s) sağ kolunu bedeninden ayırdı. Haydar-ı Kerrar’ın oğlu Ebu’l-Fazl (a.s) sağ kolunun kesildiğini görünce yine kendi hedefini şu hamasi şiirde beyan etti:

“Vallahi, sağ kolumu kestinizse de

Ben yine dinimi savunacağım İmanında sadık olan önderimi,

لَا ارْهَـبُ الـمَوْتَ اِذِ المَوْتُ زَقا       حَتٕي اوَارِي في المَصَاليتِ لقينفْسِي لسِبْطِ المُصْطَفٰي الُّ طهْرِ وَقي       انـي انـا الـعَـَّ بـاسُ اغْـدُو بالـ َّ سـقَا

وَلَا اخَافُ ال َّ شَّ ر يوْمَ المُلْتقٰي.

Pak ve emin olan Peygamber’in torununu Himaye edeceğim.”(1)

Evet, o bir kolunun kesilmiş olmasına itina bile göstermeden yoluna devam etti. Ama “Hâkim b. Zufeyl” adındaki bir şahıs, “Zeyd b. Rukad’ın” yaptığı gibi kalleşçe Hz. Ebu’l-Fazl’a saldırıp, kılıcıyla onun sol kolunu kesti. Bu esnada Hz. Ebu’lFazl, düşman tarafından ok yağmuruna tutuldu; bu oklardan biri su tulumuna, biri de göğsüne isabet etti ve böylece onu hareketten alıkoydu. Bu sırada düşman askerlerinden biri çadır direğiyle ona yakından saldırarak Hazretin kafatasını yardı. Hazret yere düştüğü esnada şöyle dedi:

“Ve aleyke minni’s-selam ya Eba Abdillah=Benden sana selam olsun ya Eba Abdillah.”(2)

İmam (a.s), kardeşinin sesini duyunca, hemen onun yanına vardı ve ağıtında Kûfe halkına hitaben şu dört beyti inşat etti:

“Ey insanların en kötüsü! Siz zulüm ve sitemi son haddine vardırdınız.

Ve biz Ehlibeyt hakkında Peygamber’in emrine karşı çıktınız.

Mahlûkatın en hayırlısı olan Peygamber, bizi sizlere tavsiye etmemiş miydi?

Acaba ceddim, Allah’ın seçtiği Ahmed değil miydi?

Acaba Fatımatü’z-Zehra benim annem değil miydi?

İnsanların en iyisi olan Resulullah’ın kardeşi Ali, benim babam değil miydi?

Siz insanlar, işlediğiniz cinayetten ötürü lanet ve zilleti hak ettiniz.

Çok geçmeden de, şiddetli ateşi olan bir cehenneme atılacaksınız.”

Birkaç beyit, şiir ve kısa örnek de Ebu’l-Fazl’ın (a.s), hedef, akide ve imanını beyan etmekte ve velayet makamının manevi ve duygusal kudreti ve yüceliğini göstermektedir, Hz. Ebu’l-Fazl (a.s) susamış olmasına rağmen suyu içmeyip, yere dökmekte ve şöyle demektedir:

“Allah’a andolsun ki, benim dinim böyle bir işi kabul etmez.”

Savaşın kızıştığı esnada da, kılıç ve mızrak dalgaları karşısında şöyle feryat etmektedir:

“Canım Resulullah’ın evladına kurban olsun.”

Bedeninden ayrılmış koluna bakınca da şöyle buyurmaktadır:

“Kolumu bedenimden ayırsalar da, yine ben dinimi ve İmam’ımı savunacağım.”

Hz. Hüseyin b. Ali (a.s) da, oldukça aziz ve vefalı kardeşinin parçalanmış ve kana boyanmış bedeninin yanı başına oturup düşmana hitaben şöyle buyurdu:

“Vay halinize! İşlediğiniz bu büyük cinayetten dolayı Allah’ın rahmetinden uzak düştünüz ve oldukça elemli ve yakıcı bir ateşe atılacaksınız.

[1] – Avalim, s.94

2- Merhum Mukarrem, Maktel, s. 326’da şöyle nakleder: Şeyh Kazım Sebtî beyden duydum ki şöyle diyordu: “Bir gün güvenilir âlimlerden biri yanıma gelip şöyle dedi: ‘Ben Hz. Ebu’l-Fazl’dan size bir mesaj getirdim, zira Hazreti rüya âleminde gördüm ve sana karşı öfkeli olduğunu hissettim. Hazret bana şöyle dedi: ‘Şeyh Kazım Sebtî bizim musibeti niçin yâd etmiyor?’ Cevaben dedim ki, ‘Ey Seyyidim! Ben sizin musibetinizi ondan çok duymuşum.” Hazret, ‘Hayır, ona söyle benim şu musibetimi okusun.’ Buyurdu: ‘Bir şahıs atın zerinden yere düştüğünde elini bedenine siper eder. Ama göğsüne oklar saplanan ve kolları kesilen bir kimse atın üzerinden yere düştüğünde kendisini nasıl kollayabilir?”

HAREMDEKİ HANIMLARA VEDA

“Zor ve gamlı günler için hazırlanın ve bilin ki Allah-u Teâlâ, sizin himayeciniz ve koruyucunuzdur ve sizi yakın bir zamanda düşmanların şerrinden kurtaracaktır, akıbetinizi hayra dönüştürecektir, düşmanınızı çeşitli azaplara duçar kılacaktır. Bu zorluk ve musibetlere karşılık da size çeşitli nimet ve kerametler bağışlayacaktır. Öyleyse şikâyet etmeyin ve değerinizi düşürecek şeyleri ağzınıza almayın.”([1])

[1] – Maktel-i Mukarrem, s. 337.

İMAM SECCAD’LA (A.S) VEDALAŞMA

1- وَ عَـنْ زَيْـنِ العَابدِيـنَ ع قَـالَ ضََّ منِـي وَالـدِي ع الـي صَـدْرِهِ يَـوْمَ قتِـلَ وَ الدِّمَـاءُ تغْلِـي وَ هُـوَ يقُـولُ يَـا بنَ َّ ـي احْفَـظْ عَنِّـي دُعَـاءً عََّ لمَتْنيـهِ فاطِمَـةُ ع وَ عََّ لمَهَـا رَسُـولُ الـلٕهِ ص وَ عََّ لمَـهُ جَبْرَئيـلُ ع فِـي الحَاجَـةِ وَ المُِهِـمِّ وَ الغَـمِّ وَ َّ النازِلةِ اذَا نزَلتْ وَ الْاَمْرِ العَظِيمِ الفَادِحِ قالَ ادْعُ بحَقِّ يس وَ القُرْآنِ الحَكِيمِ وَ بحَـقِّ طٰـهٰ وَ القُـرْآنِ العَظِيـمِ يـا مَـنْ يقْـدِرُ عَلٰـي حَوَائـجِ َّ السـائلِينَ يـا مَـنْ يعْلَـمُ مَـا فـي َّ الضمِـيرِ يـا مُنَفِّـسَ عَـنِ المَكْرُوبـينَ يـا مُفَـرِّجَ عَـنِ المَغْمُومِـينَ يَـا رَاحِـمَ َّ الشـيْخِ الكَبِـيرِ يَـا رَازِقَ الطِّفْـلِ َّ الصغِـيرِ يَـا مَـنْ َلَا يحْتَـاجُ الـي َّ التفْسِـيرِ صَـلِّ عَلٰـي مُحََّ مـدٍ وَ آلِ مُحََّ مـدٍ وَ افْعَـلْ بـي كَـذَا وَ كَـذَا .

2-عَنْ ابي جَعْفَرٍ ع قالَ لَّ ما حَضَرَتْ عَلِ َّ ي بنَ الحُسَيْنِ(ع) الوَفاةُ ضََّ مني الـي صَـدْرِهِ ثُ َّ ـم قَـالَ يَـا بنَ َّ ـي اوصِيـكَ بمَـا اوْصَانـي بـهِ ابـي عَلَيْـهِ َّ السـلَامُ حِـينَ حَضَرَتـهُ الوَفـاةُ وَ بمَـا ذَكَـرَ اَّ ن ابـاهُ اوْصَـاهُ بـهِ فقَـالَ يـا بن َّ ـي ايَّ ـاكَ وَ ظُلْـمَ مَـنْ َلَا يجِـدُ عَلَيْـكَ ناصِـرًا اَّ لا الـلٕهَ.

İmam Seccad (a.s) şöyle diyor:

“Babam öldürüldüğü gün, kanlar (bütün bedeninden) oluk gibi aktığı bir anda beni bağrına bastı ve şöyle buyurdu: ‘Yavrum şu duayı benden ezberle; hacet, gam, keder, musibet ve büyük hadiselerde, Allah’ı bu duayla sesle. Onu annem Fatıma bana öğretmiştir, ona da Resulullah öğretmiştir, Resulullah’a da Cebrail öğretmiştir: ‘Allah’ım! Yasin ve Kur’ân-ı Kerim hakkına, Tâhâ ve Kur’ân-ı Azim hakkına sana niyaz ediyorum. Ey isteyenlerin hacetine kadir olan, ey gönüllerde olanları bilen, ey gamlıların gamını gideren, ey kederlileri kederden kurtaran, ey ihtiyarlara rahmeden, ey küçük çocuklara rızık veren, ey tefsir (ve beyana) ihtiyacı olmayan Allah! Muhammed’e ve Âl-i’ne (Ehlibeyti’ne) salât eyle ve benim de ihtiyaçlarımı karşıla.”([1])

İmam Muhammed Bâkır(a.s) :


“Babam İmam Seccad, vefat ettiğinde beni bağrına basıp şöyle buyurdu: ‘Yavrum, babam Hüseyin b. Ali şehadete erdiği vakit bana tavsiye ettiği şeyi ben de sana tavsiye ediyorum; babamın nasihatlerinden biri şuydu: ‘Yavrum, Allah’tan başka yardımcısı olmayan kimseye, zulüm yapmaktan sakın.”

ŞEHADET MEYDANINDAKİ KAHRAMANLIKLARI

المَوْتُ اوْلٰي مِنْ رُكُوبِ العَارِ          وَ العَارُ اوْلٰي مِنْ دُخُولِ َّ النارِانـا اْل ـحُسَـيْ ـنُ بْ ـنُ عَـلِ ـيٍّ  آَل ـيْـتُ انْ لَا انْ ـثَ ـنيا حْـمِ ـي عِـيَ ـا َلَا تِ ا ب ـي   امْضِـي عَلٰـي دِيـنِ َّ النبِـي.

*   *   *

انـا اْبْـنُ عَلِـيِّ الخَيْـرِ مِـنْ آلِ هَاشِـمٍ     كَفَانـي بهٰـذَا مَفْخَـرًا حِـينَ افْخَـرُوَ جَدِّي رَسُولُ الـلٕهِ، اكْرَمُ مَنْ مَضي       وَ نحْنُ سِرَاجُ الـلٕهِ في الْارْضِ نزْهَرُوَ فاطِمَةُ امِّي اْبنةُ ُّ الطهْرِ احْمَدَ        وَ عَمِّي يدْعي ذُوالجَناحَيْنِ جَعْفَرُوَ فينا كِتابُ الـلٕهِ انزِلَ صَادِعًا        وَ فينا الهُدي وَ الوَحْيُ بالخَيْرِ يذْكَرُوَ نحْـنُ امَـانُ الـلٕهِ فـي الخَلْـقِ كُلِّهِـمْ        نسِّـرُ بهٰـذَا فـي اَْلْاَنـامِ وَ نجْهَـرُوَن حْنُ وُلَاةُ الحَوْضِن سْقِي مُحَِّ بنا ب كَأْسٍ وَ ذَاكَ الحَوْضُل َّ لسقْيِ كَوْثرُفيسْـعَدُ فينَـا فِـي القِيَـامِ مُحُِّ بنَـا     وَ مُبْغِضُنَـا يَـوْمَ القِيمَـةِ يخْسَـرُكَفَـرَ القَـوْمُ وَ قِدْمًـا رَغِبُـوا     عَـنْ ثَـوَابِ الـلٕهِ رَبِّ َّ الثقَلَيْـنِقتلُـو ا قدْ مًـا عَلِيـا وَ ا بْنـهُ    حَسَـنَ الخَيْـرِ وَ جَـاءُوا للْحُسَـيْنخَيْـرَهُ الـلٕه مِـنَ الخَلْـقِ ابـي     بعْـدَ جَـدِّي وَ انـا ابْـنُ الخِيرَتَيْـنِ.

Hüseyin b. Ali (a.s),düşmanın ordusuna saldırdığında şu hamasi şiirleri okuyordu:

“Ölüm, ar’ı kabul etmekten evladır

Ar da ateşe girmekten evladır

Ben Hüseyin b. Ali

Düşman karşısında eğilmeyeceğime yemin etmişim.

Ben babamın ehl-u ayalini himaye ediyorum Peygamberin dini üzere ölüyorum.”([1])

Harezmî diyor ki:([2]) “Hüseyin b. Ali (a.s), ata binip kılıcı eline aldığı, hayattan ümidini kesip ölüme karar verdiği zaman şu şiirleri okuyarak düşman ordusuna saldırdı:

“Ben Haşimî evlatlarının en iyisi olan Ali’nin oğluyum.

İftihar zamanı, şeref olarak bu bana yeter.

Ceddim Resulullah, ölüp gidenlerin en değerlisidir.

Biz de yeryüzünde, Allah’ın nur saçan kandilleriyiz.

Annem Fatıma, Ahmed’in pak kızıdır.

Amcam Cafer ise Zülcenaheyn olarak adlandırılmıştır.

Açıklayıcı olarak nazil olan kitap bizdedir.

Hayırla anılan hidayet ve vahiy bizdedir.

Biz bütün insanların arasında Allah’ın emniyet vesilesiyiz.

Ve halk arasında bununla da iftihar edip açıkça söylüyoruz.

Dostlarımızı özel bir kadehle suya kandıran havuz sahipleri biziz.

Su vermeye mahsus olan (içenlerini susuzluğunu gideren) bu havuz da Kevser havuzudur.

Kıyamet günü, dostlarımız bizi sevmek vesilesiyle saadete kavuşur.

Düşmanlarımız ise o gün hüsrana uğrar.”

Daha sonra Harezmî diyor ki:([3]) “İmam (a.s) düşmana saldırdığında şu şiirleri de okuyordu:

“Bu insanlar, küfre yöneldiler, geçmişte de

İnsan ve cinlerin Rabbi olan Allah’ın sevabından yüz çevirdiler.

Geçmişte Ali’yi ve iyi siretli oğlu Hasan’ı öldürdüler.

Şimdi de Hüseyin’i öldürmeye kalkıştılar.

Allah’ın, kulları arasında seçtiği (en yüce) insan ceddim, ondan sonra da babamdır.

Ben de seçkin olan bu iki kişinin oğluyum.”


[1] – Maktel-i Avalim ve Musîru’l-Ahzan.

[2] – Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 33.

[3] – Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 33.

KERBELA KATLİGÂHINDAN EVRENSEL MESAJ

يَـا شِـيعَةَ آلِ ابـي سُـفْيانَ انْ لـمْ يكُـنْ لكُـمْ دِيْـنٌ وَ كُنْتُـمْ لَا تخَافُـونَ المَعَـادَ فكُونـوا احْـرَارًا فِـي دُنياكُـمْ وَ ارْجِعُـوا الٰـي احْسَـابكُمْ انْ كُنْتُـمْ عُرْبـا كَمَـا تزْعَمُـونَ…

انـا الَّ ـذِي اقاتلُكُـمْ وَ تقَاتلُونـي وَ النسَـاءُ ليْـسَ عَلَيْهِ َّ ـن جُنـاحٌ فامْنعـوا عُتاتكُـمْ عَـنِ َّ التعَُّ ـرضِ لحَرَمِـي مَـا دُمْـتُ حَيـا .

Harezmî diyor ki: “Hüseyin b. Ali (a.s), aralıksız olarak düşmana saldırıp şiddetle savaşıyor ve her saldırısında düşmandan bazılarını, yere seriyordu. Bu esnada aniden düşman Hazrete ruhî bir darbe vurup onu mağlup etmeye karar aldı ve bu maksatla Hazretle çadırların arasına girerek hamleyi çadırlara doğru yönel i.

Bu esnada İmam (a.s) yüksek bir sesle şöyle feryat etti:

“Ey Ebu Süfyan ailesine uyanlar! Eğer dininiz yok ve kıyamet gününden de korkmuyorsanız, hiç olmazsa dünyanızda hür kişiler olun. Eğer Arap olduğunuzu iddia ediyorsanız (nitekim de böyle düşünüyorsunuz) hasebinize dönün ve insanlık şerefinizi koruyun.”

Şimr cevaben: “Ya Hüseyin! Ne söylüyorsun?” dedi.

İmam (a.s) cevaben şöyle buyurdu:

“Ben sizinle, siz de benimle savaşıyorsunuz, bu kadınların ne suçu var?! Ben hayatta olduğum müddetçe zorbalarınızı ehlibeytime saldırmaktan alıkoyun.”([1])

Şimr: “Ey Fatıma’nın oğlu! Senin bu isteğini kabul ediyoruz.” dedi.

Şimr daha sonra ordusuna şöyle seslendi:

“Hüseyin’in haremine saldırmaktan sakının, saldırılarınızı onun kendisine yöneltin. Canıma andolsun ki o kerim bir rakiptir.”

[1] – Maktel-i Harezmî, c. 2, s. 33.

SON MÜNACATI

اللٕـهَُّ م مُتعَالـيَ المَـكَانِ عَظِيـمَ الجَبَـرُوتِ شَـدِيدَ المحَـالِ غَنِ ٌّ ـي عَـنِ الخَلَائِـقِ عَرِيـضُ الكِبْرِيَـاءِ قَـادِرٌ عَلٰـي مَـا تشَـاءُ قرِيـبُ َّ الرحْمَـةِ صَـادِقُ الوَعْـدِ سَـابغُ النِّعْمَـةِ حَسَـنُ البَـلَاءِ قرِيـبٌ اذَا دُعِيـتَ مُحِيـطٌ بمَـا خَلَقْـتَ قابـلُ َّ التوْبـةِ لمَـنْ تَـابَ اليْـكَ قَـادِرٌ عَلٰـي مَـا ارَدْتَ تُـدْرِكُ مَـا طَلَبْـتَ شَـكُورٌ اذَا شُـكِرْتَ ذَكُـورٌ اذَا ذُكِـرْتَ ادْعُـوكَ مُحْتاجًـا وَ ارْغَـبُ اليْـكَ فقِـيرًا وَ افْـزَعُ اليْـكَ خَائفًـا وَ ابكِـي مَكْرُوبا وَ اسْـتعِينُ بكَ ضَعِيفًا وَ اتوََّ كلُ عَلَيْكَ كَافيا. اللٕـهَُّ م احْكُمْ بيْننا وَ بيْنَ قوْمِنَـا فاِنَّ هُـمْ غَُّ رونـا وَ خَذَلونـا وَ غَـدَرُوا بنَـا وَ قتلُونـا وَ نحْـنُ عِتْـرَةُ نبيِّـكَ وَ وُلـدُ حَبيبـكَ مُحََّ مـدٍ صََّ لـي الـلٕهُ عَلَيْـهِ وَ آلـه الَّ ـذِي اصْطَفَيْتـهُ بالرِّسَـالةِ وَ ائتمَنْتـهُ الوَحْـيِ فاجْعَـلْ لنَـا مِـنْ امْرِنـا فرَجًـا وَ مَخْرَجًـا يَـا ارْحَـمَ َّ الراحِمِـينَ.

…صَبْـرًا عَلٰـي قضَائـكَ يـا رَبِّ َلَا الـهَ سِـوَاكَ يـا غِيَـاثَ المُسْـتغِيثينَ مَالـي رَ ٌّ ب سِـوَاكَ وَلَا مَعْبُـودٌ غَيْـرُكَ صَبْـرًا عَلٰـي حُكْمِـكَ يَـا غِيَـاثَ مَـنْ لَا غِيَـاثَ لـهُ يَـا دَائمًـا لَا نفَـادَ لـهُ يـا مُحْيـيَ المَوْتٰـي يـا قائمًـا عَلٰـي كُلِّ نفْـسٍ بمَـا كَسَـبتْ احْكُـمْ بيْنِـي وَ بيْنهُـمْ وَ انْـتَ خَيْـرُ الحَاكِمِـينَ.

“Misbahu’l-Müteheccid” ve “İkbal” kitaplarının nakle iğine göre Hüseyin b. Ali (a.s), hayatının en son anlarında gözlerini açıp göğe doğru baktı ve son olarak âlemlerin Rabbiyle şöyle münacatta bulundu:

“Ey makamı yüce, kudreti azim, azabı şiddetli, mahlûkattan müstağni, azameti büyük, dilediğine kadir, rahmeti (kullarına) yakın, vaadinde sadık, nimeti bol, imtihanı güzel, çağırana yakın, yarattığını kuşatan, tövbe edenin tövbesini kabul eden, irade ettiğine gücü yeten, istediğine ulaşan, şükredildiğinde (şükredene karşı) şekur olan (az emele karşılık çok mükâfat veren) ve anıldığında (anan kimseyi) unutmayan Allah, muhtaçken seni çağırır, fakirken sana yönelir, korkarken sana sığınır, kederliyken (senin karşında) ağlar, güçsüzken senden yardım diler ve seni yeterli bilerek sana tevekkül ederim. Allah’ım; bizimle kavmimiz arasında hükmet. Onlar bize hile yaptılar, bizi yalnız bıraktılar, bize ihanet ettiler. Peygamber’inin Ehlibeyti, risalete seçtiğin ve vahye emin bildiğin Habib’in Muhammed’in (s.a.a) evlatları olduğumuz hâlde bizi öldürdüler. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah! İşimizde bize bir kurtuluş ve çıkış yolu nasip eyle.”

Daha sonra İmam (a.s) münacatını şu cümlelerle sona erdirdi:

“Ey senden başka ilah olmayan Allah! Senin kaza ve kaderinin karşısında sabrediyorum. Ey imdat dileyenlerin imdadına yetişen! Benim senden başka bir Rabbim, bir mabudum yoktur. Senin hükmüne, takdirine sabrediyorum. Ey yardımcısı olmayanların yardımcısı, ey daimi olup sonu olmayan, ey ölüleri dirilten, ey herkese ameliyle karşılık veren Allah! Benimle bunların (Kûfe halkının) arasında sen hükmet; zira sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”
İmam (a.s) daha sonra yüzün toprağa koyarak şöyle dedi:بسْمِ الـلٕهِ وَ بالـلٕهِ وَ في سَبيلِ الـلٕهِ وَ عَلٰي مَِّ لةِ رَسُولِ الـلٕهِ.

“Allah’ın adıyla, Allah’ı anarak, Allah’ın yolunda ve Resulullah’ın dini üzere (dünyadan ayrılıyorum).”

……………………

imammehdiyarenleri.com