Hz. Ali (a.s), hilafet hakkı iken neden sabretti?

“Hz. Ali’nin (a.s.) imametini Peygamberin (s.a.v.) sözleri ile kanıtlamak mümkün mü?” diye soran birine verdiği cevap:“Hayret! Gadr-i Hum gününü unuttunuz mu? Resûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu duydum: Ali, aranızda Kendimden sonra bıraktığım en hayırlı kimsedir. Ali, Benden sonra imam ve halifedir. Daha sonra iki oğlum Hasan ve Hüseyin ve Hüseyin’in neslinden olan dokuz kişi en iyi imamlardır.

Onlara uyarsanız, onları hidayete eren ve hidayete erdirenler olarak bulursunuz; muhalefet ederseniz, kıyamet gününe dek daima aranızda ihtilaf vukû bulur.”

 

 

“O zaman Ali (a.s.) neden sustu ve kendi hakkını almadı?” dediğinde de buyurdular ki:

“Ey Eba Ömer! Resûlullah (s.a.v.) buyurmuşlardır ki: İmam Kâbe gibidir; halk O’na gelmelidir, O, halka değil.”

Sonra şöyle devam ettiler:

 

 

“And olsun ki, eğer hakkı ehline bıraksalardı ve Peygamberin Ehl-i Beyt’ine uysalardı, Allah konusunda (dinî meselelerde) iki kişi bile ihtilafa düşmezlerdi.

Hz. Ali’den İmam Hüseyin’in dokuzuncu evladı olan Hz. Mehdi’ye kadar olan imamlar birbirlerinin ardınca O’nu miras alırlardı.

 

 

Ama ne yazık ki (cahil halk), Allah’ın geriye attığını öne geçirdiler, Allah’ın öne geçirdiğini ise geriye attılar. Peygamberi (s.a.v.) kabre koyduktan sonra hevesleri doğrultusunda birini seçtiler ve kendi görüşleri ile amel ettiler.

Kahrolsunlar! Acaba Allah-u Teala’nın şu sözünü duymamışlar mıydı: ‘Rabbin dilediğini yaratır ve seçer, seçim onlara ait değildir’   Hayır onlar bunu duymuşlardır fakat onlar Allah-u Teala’nın buyurduğu şu duruma düşmüşlerdir: ‘Gerçek şu ki, gözler kör olmaz ancak sinelerdeki kalpler körelir’

Heyhat! Onlar dünyada uzun arzulara kapıldılar, öleceklerini unuttular. Allah onları helak etsin, işlerini boşa çıkarsın. Allah’ım, yücelikten sonra küçülmekten Sana sığınırım.”

Ve yine bu konudaki şu söz de Hz. Fâtıma (a.s.)’a aittir: Sünni Mevla Ali Muttaki Hindi, Kenzü’l-Ummal’dan:

“Allah Teala, Gadr-i Hum olayından sonra hiç kimseye bir bahane ve özür yolu bırakmamıştır.”

Hz. Ali, hilafet hakkı iken neden sabretti?

Hz. Ali (a.s.)’ın hilafet kendi hakkı olduğu halde neden sabrettiğiyle ilgili olarak şu hadis meşhurdur: Sünni El-Cezerî’nin eserinden:

İmam Ali (a.s.) buyurdu ki: “Resûlullah (s.a.v.) Bana hitaben buyurdu ki: Sen Kâbe’nin menzilindesin, Sana gelirler, Sen gitmezsin. Şayet bu toplum Sana gelip hilafeti teslim ederse kabul et, vermezler ise bırak yanlarına gitme ta ki onlar Sana gelsin.”

Neden sabrettiği ile ilgili görüşlerini O’nun Şıkşıkiye Hutbesi’nden verelim:

“Allah’a and olsun ki, falan kimse hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi. Oysa sel Benden akar ve hiçbir kuş benim uçtuğum yerlere uçamazdı. Ben de hilafetle arama bir perde çektim, ondan yüz çevirdim.

Başladım düşünmeye; kesilmiş elimle atağa mı geçeyim, yoksa kapkaranlık körlüğe sabır mı edeyim?

Öyle bir karanlık ve körlük ki, bu büyüğü tamamıyla yıpratır, küçüğü tümüyle ihtiyarlatır, mü’min kimse de Rabbine ulaşıncaya dek bu karanlık körlükte zahmetten zahmete düşer.

Gördüm ki sabretmek akla daha yatkın, sabrettim. Ama gözümde diken vardı, boğazımda kemik. Mirasımın yağmalandığını görüyordum, tâ ki birincisi yolunu tamamlayıp, onu kendinden sonraki falana verdi, gitti.”

Hz. Ali (a.s.) daha sonra A’şa’nın şu beytini okudu:

“Câbir’in kardeşi Hayyan nezdinde yaşadığım hayat ile
Şimdiki hayatım arasında ne benzerlik var!”

(Ben bugün sıcak havada bir lokma ekmek için uzun çölleri kat ediyorum. Câbir’in kardeşi Hayyan ile birlikte yaşadığım dönemlerde ise nimetler içinde yaşıyordum).

“Ne kadar ilginç! Yaşarken halkın kendini bırakmasını isterdi. Ama ölümden sonra yerine öbürünün geçmesini sağladı. Bu iki kişi hilafeti aralarında paylaştılar. Hilafeti öyle sert ve kaba bir yere attı ki sertliği insanı derinden yaralar, oldukça kaba davranırdı.

Hilafeti boyunca oldukça düştü, sürçtü. Habire sürçtükçe özür diledi, hilafet sahibi huysuz bir deveye binmişe benzerdi. Öyle bir deve ki yularını çekse burnu yırtılır, yaralanırdı, dizginlerini salsa nefsini yokluğa, helake atardı.

Allah’ın bekâsına (varlığına) and olsun ki, insanlar onun zamanında ihtilafa düştü, huysuzlaştı, renkten renge büründü ve birbirini suçladı. Ama Ben de uzun zaman boyunca bir çok zahmete, mihnete düşmeme rağmen yine de sabrettim.

Derken o da yolunu kat etti ve hilafeti bir topluluğa bıraktı ki, Benim de o topluluktan biri olduğumu sanıyordu.

Allah’ım Sana sığınırım! Ne şûraydı bu! Benim hakkımda birincisiyle ne zaman şüphe hâsıl oldu ki bu tür kimselere denk tutuldum Ben!

Ama buna rağmen (kuşlar gibi) inerlerken onlarla indim, uçarlarken onlarla uçtum. İçlerinden biri (Sa’d bin Ebi Vakkas) hased ve kininden dolayı doğru yoldan saptı, öbürü (Abdurrahman b. Avf da) damadı olduğundan ona meyletti, öbürleri de öyle şeyler yaptılar ki, söylenmesi, anılması bile çok çirkin…

Derken onların üçüncüsü, iki yanı şişmiş bir halde kalktı. Yediği yerle kirlettiği yer arasında yaşadı.

Onunla beraber babasının oğulları da (mensubu olduğu Ümeyyeoğulları da) işe giriştiler. Allah’ın malını devenin ilkbaharda otları, çayır çimeni yiyip hazmettiği gibi yiyip hazmettiler. Sonunda onun da ipleri çözüldü. Amelleri işini bitirdi. Karnının dolgunluğu onu yere serdi.

Derken halk sırtlanın boynundaki kıllar gibi (yoğun bir şekilde) her taraftan etrafıma üşüştüler. Neredeyse izdihamdan Hasan ve Hüseyin ayaklar altında kalacaktı. İki tarafımda çizikler, yaralar oluştu. Koyunların ağıla üşüşmesi gibi çevreme toplandılar.

Ama işi elime alınca bir bölük hemen biatten döndü, ahdini bozdu. Başka bir bölük ok yaydan fırlar gibi fırladı, çıktı, öbürleri de zulme saptılar.

Sanki onlar her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’ın ‘İşte ahiret yurdu; biz onu yeryüzünde yücelik ve bozgunculuk dilemeyenlere veririz’   ve ‘Âkıbet takva sahiplerinindir’   buyurduğunu duymamışlardı.

Evet! And olsun Allah’a, elbette duydular ve anladılar da ama dünya gözlerine süslenmiş, bezenmiş bir şekilde göründü, onun bezentisi, süsü hoş geldi onlara.

Evet tohumu yarana ve insanı yaratana and olsun ki, eğer bu topluluk biat için toplanmasaydı, yardımcıların varlığıyla hüccet ikame edilmeseydi ve Allah zâlimlerin çatlasıya doyarken, mazlumların açlıktan kırılmasına (mani olması) hususunda âlimlerden söz almasaydı hilafet devesinin yularını sırtına atar, terk ederdim.

Hilafetin sonunu ilk kasesiyle suvarırdım. (Daha önce peşinde koşmadığım gibi şimdi de peşinde koşmaz, onu hemen terk ederdim).

Sizler de biliyorsunuz ki, şu dünyanızın değeri bir keçinin aksırığından daha değersizdir bence.” (Prof. Dr. Haydar baş Hz. Fatıma eserinden)

…………

yenimesaj.com.tr