Ehl-i Sünnet kaynaklarında Hz. Peygamber’in On İki İmamı müjdelediği Beşaret Hadisi

Hz. Peygamber (s.a.a.), Veda Hutbesinde, kendisinden sonra gelecek olan On İki İmamı haber vermiştir. Bu hadis Ehl-i Sünnet kaynaklarında üç râvi tarikiyle nakledilmiştir. Ehl-i Sünnet âlimleri ise üçünden yalnızca Câbir b. Semure tarafından nakledilen rivayete ilgi göstermişlerdir.

Ehl-i Sünnet kaynaklarında Hz. Peygamber’in On İki İmamı müjdelediği Beşaret Hadisi[1]

 

Ali Kuranî

Hz. Peygamber (s.a.a.), Veda Hutbesinde, kendisinden sonra gelecek olan On İki İmamı haber vermiştir. Bu hadis Ehl-i Sünnet kaynaklarında üç râvi tarikiyle nakledilmiştir. Ehl-i Sünnet âlimleri ise üçünden yalnızca Câbir b. Semure tarafından nakledilen rivayete ilgi göstermişlerdir.

Yazar bu makalede, On İki İmamı müjdeleyen beşaret hadisini naklettikten sonra, hadis âlimlerinin bu rivayete yaklaşım biçimlerini tartışmaya açacaktır. Bu meyanda tartışılacak konular arasında, Buharî ve Müslim’in icaza (kısaltmaya) başvurmaları, başka râviler yerine bir çocuk râvinin rivayetinin tercih edilmesi, hadisin Emevî ve Abbasî halifelerine tatbik edilmeye çalışılması gelmektedir.

 

Giriş

Allah Resulü’nden sonra halife tayininin gerekliliği tartışmasız bir konudur. Bu, önceki peygamberlerin de uyguladığı bir yöntemdir ve salih ve iyi işler yapan bir neslin, Kitaba, yönetime ve nübüvvet makamına varis olması ilahî bir kanundur. Hz. Peygamber ise, kendisinden sonra Kitap ve nübüvvet yerine imamet makamını miras bırakmıştır. Allah, Hz. Peygamber’in ıtretini (soyunu), Ehl-i Beyt’ini (a.s.) kirden ve kötülüklerden temizlediğinden (“Şüphesiz Allah sizden her türlü kiri gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.”[2]) onları imamete seçmiştir (“Sonra bu Kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras bırakmışızdır. Onlardan kimi kendine yazık eder, kimi orta davranır, kimi de, Allah’ın izniyle, iyiliklere koşar. İşte büyük lütuf budur.”[3]ve imamet Ehl-i Beyt’e özgü bir makamdır. Hz. Peygamber’in hayatı da bu görüşü doğrulamaktadır: Hz. Peygamber sağlığında zaman zaman dirayetle ve hikmetle, ya açıktan ya da kinaye yoluyla Ehl-i Beyt’inin velayetinden söz etmiştir.[4]

Hz. Peygamber’in zürriyetinden olan On İki İmamın imametine delalet eden hadislerinden biri, Veda Hutbesinde geçmektedir. Bu hadis, Ehl-i Sünnet kaynaklarında da nakledilmiştir. Bu makalede önce, Ehl-i Sünnet kaynaklarında geçen şekliyle söz konusu hadisi nakledecek, ardından Sünnî âlimlerin hadisi nasıl değerlendiğini tahlil edeceğiz. Makalenin devamında ise birkaç hususa işaret ederek Sünnî ulemanın görüşlerini tartışmaya açacağız.

 

1. On İki İmamı müjdeleyen Beşaret Hadisi

On İki İmamı müjdeleyen beşaret hadisi, Veda Hutbesiyle ilgili rivayetlerin arasında yer alır. Râvilerin bildirdiğine göre Hz. Peygamber, hem Arafat ve Mina’da hem de Medine’de kendisinden sonra gelecek On İki İmamdan söz etmiş ve bu imamlar var oldukça İslâm’ın izzetli olacağını bildirmiştir. Hadisin varid olduğu yer ve zaman ile kalabalık dinleyici kitlesi, binlerce kişiden oluşan sahabe topluluğu göz önüne alındığında Hz. Peygamber’in bu hadisini onlarca râvinin nakletmesi beklenirdi. Ama ne yazık ki durum böyle olmamıştır. Ehl-i Sünnet kaynaklarında hadis yalnızca üç râviden aktarılmış ve bu üç râvi arasından da yalnızca birine teveccüh edilmiştir. Râvilerin uyguladığı sansüre ilaveten rivayetin metni de tam değildir. Söz konusu üç rivayetin metni Ehl-i Sünnet kaynaklarında geçtiği şekliyle şöyledir:

 

1.1.         Câbir b. Semure rivayeti

Buharî, Câbir b. Semure’den şöyle rivayet eder:

Allah Resulü’nün “on iki emir” dediğini işittim. Sonra bir şeyler daha söyledi ama ben duyamadım. Babam [Hz. Peygamber’in] “Onların hepsi Kureyş’tendir” dediğini söyledi.[5]

Müslim ise şöyle rivayet eder:

Câbir b. Semure şöyle der: Allah Resulü’nün “İslâm, on iki halifeye kadar izzetli ve güçlü olacaktır.” Sonra bir söz söyledi ama ben ne söylediğini anlamadım. Babama “Ne dedi?” diye sordum, “Hepsi Kureyş’tendir” dediğini söyledi.

Müslim aynı rivayeti bir kez de şu şekilde nakleder:

“[Hz. Peygamber] bir şey söyledi ama ben ne dediğini anlamadım.”

Rivayetin yine Müslim’in Sahih‘inde yer alan üçüncü versiyonu ise şöyledir:

[Hz. Peygamber]bir şey söyledi ama insanların uğultuları yüzünden söylediği kayboldu, duyamadım. Babama, “Ne dedi?” diye sordum, Babam, “Hepsi Kureyş’tendir” dediğini söyledi.[6]

Taberanî de İbn Semure’den şöyle nakleder:

Allah Resulü’nün minber üzerinde hutbe verirken şöyle dediğini duydum: “Kureyş’ten on iki kayyım vardır ki düşmanların düşmanlığı onlara hiçbir zarar vermez.” Arkama baktığımda Ömer b. Hattab ile babamı gördüm. Onlar bu hadisi işittiğim şekilde benim için yazdılar.[7]

Mecmaü’z-zevâid‘de de bu rivayet İbn Semure’den nakledilmiştir. Yalnız bu rivayette bir ekleme vardır:

Sonra Hz. Peygamber evine doğru yürüdü, ben de onun yanındaydım. “Ondan sonra ne olacak?” diye sordum. “Fitne ve kargaşa.” buyurdu. Bu rivayetin râvileri güvenilirdir (sika).

 

1.2.         Avn b. Ebi Cuheyfe Rivayeti

Hâkim Nişaburî’nin el-Müstedrek‘inde Avn b. Ebi Cuheyfe’den şöyle rivayet edilmiştir:

Ben, amcamla birlikte Hz. Peygamber’in yanındaydım. Hz. Peygamber, “On iki halife[nin hüküm süreceği dönem] sona erinceye değin ümmetimin işleri daima hayır ve salah üzeredir.” Sonra alçak sesle bir şey söyledi. Benim önümde bulunan amcama, “Amca, ne dedi?” diye sordum. Amcam, “Onların hepsi Kureyş’tendir, dedi.” diye cevap verdi.[8]

Heysemî şöyle yazar:

Bu rivayeti Taberanî Evsat (el-Mucemü’l-evsat) ve Kebir (el-Mucemü’l-kebir) kitaplarında ve Bezzâr (da kendi kitabında) rivayet etmiştir ve Taberanî’nin kitaplarına aldığı rical sahihtir.[9]

 

1.3.         Abdullah b. Mesud Rivayeti

Abdullah b. Mesud’un rivayeti Mecmau’z-zevâid‘de şöyle geçer:

Mesruk’tan şöyle dediği nakledilmiştir. “Abdullah’ın yanında oturmuştuk, o bize Kur’ân öğretiyordu. Bir adam, “Ey Eba Abdurrahman! Allah Resulü’ne bu ümmetin kaç halifesi olacağını sordunuz mu?” diye sordu. Abdullah, “Sen Irak’a gelmeden önce kimse bana bu konu hakkında soru sormamıştı.” dedi ve şöyle devam etti: “Evet, [bu konuyu] Allah Resulü’ne sorduk ve Hz. Peygamber şöyle cevapladı: ‘On iki kişi; İsrailoğullarının nakipleri sayısınca.’”

Bu rivayeti Ahmed, Ebu Yala ve Bezzâz da nakletmiştir. Rivayetin isnadında Mücalid b. Said’in ismi geçer ki Nesâî onun sika, güvenilir olduğunu bildirmiştir. Ulemanın çoğunluğu ise onu tezyif etmiş, zayıf addetmiştir. Bununla birlikte, rivayetin isnadında geçen ricalin geri kalanı sikadır.[10]

İbn Hazzâz, İbn Mesud’un şöyle dediğini nakletmiştir:

Allah Resulü’nün şöyle buyurduğunu işittim: “Benden sonra imamlar on ikidir; dokuzu Hüseyin’in neslindendir ve dokuzuncuları Mehdi’dir.”[11]

 

1.4.         Sünnî râvilerin Ömer’den rivayet ettikleri ve İbn Hazzâz’ın naklettiği Rivayet

İbn Hazzâz bu hadisi isnadıyla birlikte Mufaddal b. Husayn aracılığıyla Ömer’den şöyle rivayet eder:

Ömer dedi ki Allah Resulü’nü şöyle derken işittim: “Benden sonra imamlar on ikidir.” Sonra sesini alçaltarak konuştu. Şöyle dediğini duydum: “Ve onların hepsi Kureyş’tendir.”[12]

 

2.     Ehl-i Sünnet kaynaklarında nakledilen Beşaret Hadisinin değerlendirmesi

Ehl-i Sünnet kaynaklarında On İki İmam hadisi üç şekilde ve üç râvi aracılığıyla nakledilmiştir: Bütün kaynaklar İbn Semure rivayetinin sahih olduğunda birleşmektedir.[13]

İbn Semure’nin rivayetiyle benzerlik gösteren İbn Cuheyfe rivayetinin hasen hadis[14] olduğu kabul edilmiştir. Bununla birlikte bu rivayetin sahih olduğu yönünde görüş bildirenler de olmuştur. (Sakife toplantısına muhalefet eden) İbn Mesud’un rivayeti bağlamında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Kimileri İbn Mesud’un rivayetinin sahih olmamasının nedenini isnadında adı geçen ve Nesâî dışında bütün Sünnî ulema tarafından tezyif edilen Mücalid b. Said’e bağlamışlardır.

İbn Hacer ve Suyutî’ye göre İbn Mesud’un rivayeti hasendir ve onların bildirdiklerine göre “Ahmed ve Bezzâz’a göre de İbn Mesud’un rivayeti hasendir.”[15]

Busayri de “Müsedded’in, İbn Rahuye, İbn Ebi Şeybe, Ebu Yala ve Ahmed’in bu rivayeti hasen senetle” naklettiklerini yazmıştır.[16]

Ayrıca Ehl-i Sünnet’in diğer kaynaklarında da, örneğin Ahmed b. Hanbel (Müsned, c. 1, s. 398, 406), Muttaki el-Hindî (İbn Sad’dan nakleder, Kenzü’l-ummal, c. 6, s. 89), İbn Asakir (Ahmed, Taberanî ve İbn Hammad’dan nakleder, es-Savaiku’l-muhrika, c. 12, s. 32) bu rivayet nakledilmiştir.

Şia kaynaklarında ise bu rivayet, isnadında Mücalid’in adının geçmediği bir senetle nakledilmiştir (örneğin bkz. Şeyh Müfid, el-İhtisas, s. 233; Şeyh Sadûk, el-Hisal, s. 466; İbn Hazzâz, Kifâyetü’l-eser, s. 73; Numanî, el-Gaybet, s. 106).

Bu nakiller Ehl-i Sünnet’in bu rivayeti kabul etmesini icap ettirmez; zira rivayette, imamlar sadece Hz. Peygamber’den sonraki dinî yöneticiler olarak tanıtılmış ve Sakife’yi ortaya çıkaranların hilafeti kanuna aykırı addedilmemiştir.

 

3.     Ehl-i Sünnet ulemasının Beşaret Rivayeti hakkındaki görüşleri

Ehl-i Sünnet âlimleri On İki İmamın müjdelenmesiyle ilgili hadis hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Aşağıda bu görüşlerden bazılarına değineceğiz.

 

3.1.         Buharî ve Müslim’in hadisi kısaltarak nakletmeleri

Buharî, Câbir b. Semure’nin rivayetini nakletmiş, bununla birlikte Hz. Peygamber’in bu hadisi Veda Hutbesi’nin bir bölümünde beyan ettiğine hiç işaret etmemiştir. Buna karşılık başka bazı kaynaklarda bu hususa işaret edilmiştir:

Ahmed b. Hanbel’in Müsned‘inde şöyle geçer: Câbir b. Semure’den “Hz. Peygamber, Arafat’ta, bizim aramızda bir konuşma yaptı”[17] veya “Veda Hutbesinde şöyle buyurdu”[18] veyahut “Allah Resulü’nün Mina’da hutbe irad ettiğini duydum.”[19]

Bu ifadeler, Hz. Peygamber’in Arafat’ta ve Mina’da en az iki kez bu konuda konuşma yaptığını ve son olarak Gadir-i Hum’da bu hususu kesin bir dille ve açıklıkla ilan ettiğini göstermektedir.[20]

Buharî’nin Veda Hutbesi bağlamında sözü kısa tutmasının sadece bu olayla ilgili olması tuhaftır; öte yandan diğer konularda, örneğin Hz. Âişe’nin hayız olması ve Hz. Peygamber’in bu soruna çözüm bulması konusunda olayı bütün şeffaflığıyla anlatan ayrıntılı rivayetler nakletmiştir.[21]

Müslim ise Buharî’nin aksine hadisi daha uzun ifadelerle nakletmiş, bununla birlikte hadisin sonunu müphem bırakmıştır. Hadiste Hz. Peygamber’in on iki halifesine işaret edilmiş ama hadisin devamında ne sözü geçen on iki kişiyi tanıtıcı bir ifade kullanmış ne de onların hangi kavim ve kabileden olduklarını belirtmiştir.

 

3.2.         Tuleka çocuklarından bir çocuğun rivayetine gösterilen teveccüh ve bu rivayetin büyütülmesi

Ehl-i Sünnet kaynaklarında beşaret hadisi üç tarikle nakledilmiştir; bununla birlikte Sünnî uleması yalnızca o sırada on yaşlarında bir çocuk olan Câbir’in rivayetine teveccüh göstermiş ve bütün yorumlarını ve çıkarımlarını bu rivayete dayandırmışlardır.

Râvinin çocuk yaşta olmasının yanında babası tulekadandır[22] ve üstelik kimi âlimler onun Müslümanlığında şüpheye düşmüşlerdir. Câbir’in babası Semure b. Cünade’dir ve İbn Hacer onun nesebi hakkında şunları yazmıştır:

Onun Âmir b. Sasaa’nın oğlu Habib’in oğlu Reab’ın oğlu Huceyr’in oğlu Cündeb’in oğlu Amr’ın oğlu olduğu söylenmiştir. Ayrıca onun Âmir b. Sasaa’nın kabilesinden olduğu da söylenmiştir[23] (yani bu kabileden olduğu konusunda tereddüt vardır).

Zehebî ise şöyle yazar: “O ve babası Zühre kabilesinin anlaşmalılarındandır.”[24] Zehebî’nin bu sözü İbn Hacer’in tereddüdünü doğrular.

Semure tulekadan idi; çünkü Tehzibü’t-tehzib‘de şöyle geçmektedir:

Zehebî’nin Câbir’in Abdülmelik’in velayeti zamanında, Semure’nin ondan çok daha önce öldüğünü bildiren el yazısını okudum. İbn Sad şöyle der: O, Mekke’nin fethi sırasında Müslüman oldu; ölüm zamanı hakkında ise, daha önce açıkladığımız dışında bir bilgiye ulaşamadık.[25]

Zehebî, Semure’nin Müslümanlığı hakkında kendi görüşünü bildirmemiş, sadece İbn Sad’ın görüşünü aktarmakla yetinmiştir. Bu, onun Semure’nin Müslümanlığı konusunda şüpheli olduğu anlamına gelir. Ancak Buharî Tarih‘inde onu, Allah Resulü’nün sahabesi arasında saymıştır.[26]

Câbir Mekke’nin fethinde çocuk yaştaydı; nitekim kendisi Medine Mescidi’nde namaz kılan ve Hz. Peygamber tarafından yüzü okşanan çocuklardan biri olduğunu belirtir.[27] Mekke fethinden sonra, yaklaşık olarak on yaşındayken, Medine’ye gelmiş ve dayısı Sad b. Ebi Vakkas’la birlikte yaşamıştır. Sonra Kufe’ye yerleşmiş ve 74 yılında burada ölmüştür.[28] Bu rivayetlerden niçin kimi âlimlerin onun Hz. Peygamber’i idrak edip etmediğinde şüpheye düştüğü anlaşılmaktadır. Bu şüphe ve tereddütleri bertaraf etmek için onun yüz defa Hz. Peygamber’in huzurunda bulunduğu nakledilmiştir.[29] Aynî şöyle yazar: “O yüz kırk altı hadis nakletmiştir ve Şeyhayn (Buharî ve Müslim) onun iki hadisi üzerinde görüş birliği etmişlerdir.”[30]

 

3.3.         Allah’a müphem bir vaat isnadında bulunma

Beşaret hadisi zımnında Allah insanlara Hz. Peygamber’den sonra on iki halifenin olacağını vaat etmiştir. Bu, geçmiş ümmetler arasında peygamberlerinin vefatlarının ardından yaşanmış en önemli sorunu, hilafet problemini çözüme kavuşturmak amacıyla icra edilmiş ilahî sünnete dayanan ve Hekim ve Habir olan Allah tarafından verilen haeimane bir vaattir.

Bu ilahî sünnet karşısında akıl, Allah’ın Elçisi’ne Kureyş’in yirmi kabilesi arasında kaybolmuş, kimliği belirsiz halifeleri müjdelemiş olabileceğini nasıl kabul edebilir?

Hz. İsa (a.s.), Hz. Peygamber’in zuhurundan beş yüz yıl önce onun peygamberliğini müjdelemiş, bunu yaparken de onun adını açıkça telaffuz etmişti: “Meryem oğlu İsa: ‘Ey İsrailoğulları! Doğrusu ben, benden önce gelmiş olan Tevrat’ı doğrulayan, benden sonra gelecek ve adı Ahmed olacak bir peygamberi müjdeleyen, Allah’ın size gönderilmiş bir peygamberiyim’ demişti.”[31]

Hal böyleyken Son Peygamber Hz. Muhammed’in (s.a.a.) kendisinin hemen ardından halifeler geleceğini haber verdiğini, ama onların isimlerini açıklamadığını, en azından ilklerinin kimliğini belirlemediğini; sadece halifelerin Hz. İsmail’e (a.s.) mensup yirmi kabileden oluşan Kureyş’in arasından çıkacağını bildirmekle yetindiğini hangi akıl kabul eder?

Acaba yukarıda ifade edildiği gibi bir iddiayı kabul etmek, Allah’ın on iki halifeyi tanıtmayarak bir at veya bir deve yüzünden, hükümet meselesinden çok daha değersiz sebeplerle binlerce kez savaşıp kan dökmüş kabileler arasında savaş ve ihtilaf ateşi yaktığı anlamına gelmez mi?

 

3.4.         Hz. Peygamber’e ve O’nun huzurundaki ihramlı Müslümanlara hata isnat etmek

Nakledilen rivayetlerden bazılarından hadisin son cümlesinin müphem kalmasına neden olan kusurun Hz. Peygamber’den veya Müslümanlardan kaynaklandığı izlenimi ortaya çıkmaktadır. Aşağıda nakledeceğimiz rivayetler buna örnektir:

 

3.4.1.   Hz. Peygamber’in alçak sesle konuşması

Ahmed b. Hanbel, Hz. Peygamber’in güya bilerek son cümleyi kısık sesle söylediğine dair bir hadis nakleder:

[Hz. Peygamber] cümleyi kısık sesle söyledi, ben duyamadım. Babama, “Ne dedi?” diye sordum, “Hepsi Kureyş’tendir, dedi” diye cevap verdi.[32]

Başka bir rivayette şöyle nakleder:

“Onu [son cümleyi] yavaşça söyledi. Karşımda durana sordum…”[33]

Hâkim Nişaburî’nin Müstedrek‘inde ise şöyle geçer:

Sesini kısarak bir cümle söyledi. Önümde duran amcama “Amca! Ne dedi?” diye sordum. “Oğlum, hepsi Kureyş’tendir, dedi” diye cevap verdi.[34]

Taberanî Mucemü’l-kebir‘inde nakleder:

Câbir b. Semure’den Hz. Peygamber’in şöyle dediği nakledilmiştir:

“Bu ümmetin on iki kayyımı olacak. Onları yalnız bırakan onlara bir zarar veremez.” Sonra Allah Resulü çok yavaş bir biçimde bir cümle sarf etti, ben duyamadım. Babama, “Yavaşça söylediği cümle neydi?” diye sordum, “Hepsi Kureyşten’dir” dedi.[35]

 

3.4.2.   İhramlı Müslümanların Hz. Peygamber’in huzurunda gürültü çıkarmaları

Başka bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in son cümlesinin duyulmamasının nedeninin ne râvi ne de Hz. Peygamber olduğu; asıl nedeninin orada hazır bulunan sahabenin çıkardığı gürültü olduğu belirtilmektedir. İhramlı halde Arafat’ta bulunan Müslümanların, Hz. Peygamber’le son mülakatlarında O’nun sözlerini can kulağıyla dinlerken Hz. Peygamber önemli bir husus açıklamaya niyetlendiğinde Hz. Peygamber’in sesini bastıracak ölçüde gürültü çıkardıklarını, tekbirler getirdiklerini, birbirleriyle konuştuklarını, yerlerinde kalkıp oturduklarını nasıl düşünebiliriz?

Ebu Davud’un Sünen‘inde şöyle geçer:

Câbir dedi: Halk tekbir getiriyor, bağırıp çağırıyordu. Sonra Hz. Peygamber yavaşça bir söz söyledi. Babama, “Ne dedi?” diye sordum, “Hepsi Kureyş’tendir, dedi” diye cevap verdi.[36]

Ahmed b. Hanbel rivayet eder:

Son bir söz söyledi, lakin halkın gürültüsü duyulmasını engelledi. Babama, “Ne dedi?” diye sordum, “Hepsi Kureyş’tendir, dedi” diye cevap verdi.[37]

Yine İbn Hanbel nakleder:

Halk gürültü çıkarıyor, birbirleriyle konuşuyorlardı. “Hepsi” kelimesinden sonrasını anlayamadım.[38]

Ayrıca şöyle nakleder:

“On iki imam oldukça bu din izzetli ve güçlü olacak, muhalifleri karşısında zafer kazanacaktır. Sonra insanlar oturup kalkmaya başladılar.”[39]

 

3.5.          On İki İmamın belirlenmesinde ve hadisin tatbikinde ortaya çıkan görüş ayrılıkları

Beşaret hadisinin Ehl-i Sünnet kaynaklarındaki müphem nakli, Sünnî âlimlerinin arasında başka bir görüş ayrılığının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ulemadan bazısı hadise dayanarak On İki İmamın kimliklerini tespit etmeye ve hadisi birilerine tatbik etmeye çalışmışlardır. Fakat ulemanın seçimleri birbirlerinden oldukça farklıdır. Emevî âlimleri, Abbasî taraftarlarının kabullenmeyecekleri şahısları seçerken Abbasîler rabbanî bir âlime yakışmayacak davranışlarda bulunan şahsiyetlere yöneliyordu.

 

3.5.1.   Emevî ulemasının hadis hakkındaki yorumu

Avnü’l-mabud‘da şöyle geçer:

On iki halife hakkında Ebu Hatem b. Hibban gibi bazı âlimler şöyle derler: “On iki halifenin sonuncusu Ömer b. Abdülaziz’dir. İlkleri, dört halife idi; sonra Muâviye, sonra oğlu Yezid, sonra Yezid’in oğlu Muâviye, sonra Mervan b. Hakem, sonra oğlu Abdülmelik, sonra onun oğlu Velid, sonra Abdülmelik’in oğlu Süleyman, sonra da hicrî 100 yılında vefat eden Ömer b. Abdülaziz geldi.”[40]

 

3.5.2.   Abbasî ulemasının hadis hakkındaki yorumu

Abbasîler döneminde Abbasî taraftarı ulema hadisin Emevî yorumunu bir kenara bıraktılar ve Abbasî halifelerinden bazılarının On İki İmam olduğunu iddia ettiler. Suyutî şunları yazar:

Kadı Iyâz şöyle yazar: Bu hadiste ve benzeri hadislerde geçen on iki imamdan kasıt belki de hilafetin izzete, İslâm’ın kudrete, işlerin istikrara kavuşacağı, halkın da halife hakkında ihtilafa düşmediği dönemde halife olanlardır. Halifeler, Emevî Devleti çökmeye başlayıncaya değin bu özelliklere sahiptiler. Velid b. Yezid zamanında aralarında ihtilaf çıktı ve bu ihtilaf, Abbasî Devleti ortaya çıkana kadar sürdü, sonunda devletleri tamamıyla ortadan kalktı.

Şeyhülislâm İbn Hacer Şerhu Buharî‘de şunları söyler:

Kadı Iyâz’ın sözleri bu hadis hakkında söylenebilecek en güzel söz ve bütün görüşlere tercih edilebilecek bir görüştür. Çünkü sözleri bazı sahih hadislerce doğrulanır; mesela şöyle buyrulmuştur: “Bütün halk bu on iki kişi hakkında görüş birliğine varacaktır.” Bu açıdan ben on iki halifenin şunlardan ibaret olduğu inancındayım: Dört halife, Hasan, Muâviye, İbn Zübeyr, Ömer b. Abdülaziz. Bunlar sekiz kişi yapar. Muhtemelen Abbasî halifesi Muhtedî de bunlar arasındadır. Zira onun Abbasî halifeleri arasındaki konumu Ömer b. Abdülaziz’in Emevî halifeleri arasındaki konumuna benzer. Bunun nedeni de, malum olduğu üzere, Allah’ın ona bağışladığı adalettir. Bu on iki kişiden ikisi sonraları gelecektir ki bunlardan biri Mehdî’dir ve o, Hz. Muhammed’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’indendir.[41]

Görüldüğü gibi Suyutî ve İbn Hacer, “Bütün halk bu on iki kişi hakkında görüş birliğine varacaktır” ifadesini vurgulamışlardır.

 

3.5.3.   İbn Kesir’in On İki İmam yorumu

İbn Kesir en-Nihaye adlı eserinde bu hadisin farklı yönlerini ele almış, Beyhakî gibi ulemanın da görüşlerini nakletmiştir:

Rivayetler, tamamı Kureyş’ten olan on iki imam hakkındadır. Lakin bunlar, Rafızîlerin imametlerini iddia ettikleri on iki kişi değildir. Rafızîlerin imametlerini iddia ettikleri arasından sadece Ali b. Ebi Tâlib ve oğlu dışında hiçbiri halife olmamıştır. Onların iddiasına göre sonuncuları Mehdî’dir; onun da Samerra’daki bodrumdan zuhur etmesini beklerler. Oysa o ne var olmuştur ne de ondan bir alamet ve iz bulunmaktadır. Rafızîlerin iddiasının aksine on iki imam şunlardır: Dört halife, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Ömer b. Abdülaziz… Kimi âlimlerin de katıldığı Beyhakî’nin görüşüne göre ise bu hadiste beyan edilen on iki imam Velid b. Yezid b. Abdülmelik zamanına kadar birbiri ardı sıra başa gelenlerdir. Ama Velid b. Yezid fasık idi. Onu zemmeden hadisleri daha önce naklettik. Bu görüş şüphelidir ve üzerinde daha fazla düşünülmelidir. Velid b. Yezid’e kadarki halifelerin sayısını nasıl hesap edersen et on ikiden fazla çıkar. Dört halifenin; Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali’nin hilafetleri Sefine hadisinin nassına göre kesindir: “Benden sonra hilafet otuz yıl sürer.” Bunlardan sonraki halife, tarihte vuku bulduğu gibi Hasan b. Ali’dir. Çünkü Ali onu hilafete tavsiye etti, Iraklılar da ona biat etti. O kıyam edince halk da onunla birlikte kıyam etti ve onunla birlikte Şam halkıyla savaştı. Sonra Muâviye ile barış yaptı. Nitekim Ebi Bükre’nin Buharî’nin Sahih‘inde yer alan rivayeti bundan söz eder.

Hasan’dan sonra Muâviye, sonra oğlu Yezid, sonra Yezid’in oğlu Muâviye, ondan sonra Mervân b. Hakem, sonra oğlu Abdülmelik, sonra Abdülmelik’in oğlu Velid. Buraya kadar on beş kişi oldu. Bunlardan sonra Velid’in oğlu Yezid gelir. Elbette Abdülmelik’ten önce on altı ay devam eden İbn Zübeyr yönetimini de sayarsak on altı kişi yapar.

Her halükarda Ömer b. Abdülaziz öncesine kadar halifelerin sayısı on ikidir. Bunu kabul edenler Yezid b. Muâviye’yi on iki halifeden sayar ve Ömer b. Abdülaziz’i ise halifelerden saymazlar. Ömer b. Abdülaziz [mezhep] imamlarının övmede görüş birliği ettikleri ve raşid halifelerden saydıkları biridir. Halkın kahir ekseriyeti de onun adil olduğu düşüncesindedir; yönetiminde adalete daha fazla riayet etmişti, bunu Rafızîler bile itiraf ederler.

Şayet, ben sadece halkın etrafında toplandığı kimseleri halife tanırım denilirse, bu durumda Ali’nin ve oğlu Hasan’ın halife tanınmaması gerekir. Çünkü halkın tamamı ve Şam ehli onlara biat etmediler. Ayrıca, Muâviye’yi, oğlu Yezid’i ve oğlunun oğlu Muâviye’yi halife tanıyıp Mervân’ı ve İbn Zübeyr’i halife tanımaman gerekir. Çünkü bölge halkı bu ikisinden hiçbiri hakkında görüş birliği etmediler. Fakat böyle seçmeci bir yöntem tercih edilemez. Zira bu yöntem gereği Ali ve oğlu Hasan’ı on iki halife zümresinin dışına çıkarmak gerekir ki bu da Ehl-i Sünnet ve Şia’nın naslarının yanı Hz. Peygamber’in Sefine’den rivayet edilen hadisine de aykırıdır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Hilafet benden sonra otuz yıldır ve ondan sonra zalim ve haşin sultanlar işbaşına gelecektir.[42]

 

3.5.4.   Sefine Hadisiyle Çelişmesi

Sefine, Ümmü Seleme’nin kölesinin adıdır. Adını Sefine (gemi) koymuşlardı, çünkü çok sayıda yükü sırtına alıp taşıyabilme gücüne sahipti. Sünnî rical âlimleri onun güvenilir olduğu kanaatindedir. Buharî ve diğer muhaddisler, bu konuda ondan bazı hadisler nakletmiş ve bunları sahih saymışlardır.

Tirmizî şöyle yazar:

Said b. Cehman’ın şöyle dediği nakledilmiştir: “Sefine bana Allah Resulü’nün şöyle dediğini rivayet etti: “Benim hilafetim otuz yıl sürecek, ondan sonra baskıcı ve zalim bir yönetim başlayacak.” Sefine sonra, “Ebu Bekir’in hilafet süresini hesapla” dedi, “Ömer ve Osman’ınkileri de ekle. Ali’nin hilafetini de hesapla.” Baktık ki otuz yıl etti.

Said şöyle der: “Ona, ‘Ama Emevîler hilafetin kendilerine ait olduğunu söylüyorlar’ dedim. “Zerka’nın oğulları yalan söylüyorlar, onlar sultandırlar, hem de en kötü sultanlardır.”

Bu konuda Ömer’in ve Ali’nin, “Hz. Peygamber hilafeti hakkında bir vasiyette bulunmadı” dedikleri rivayet edilmiştir. Bu hadis sahihtir, çünkü Said b. Cehman onu birden çok râviden nakletmiştir.[43]

Ahmed b. Hanbel de bu hadisi nakletmiş, ancak Sefine’nin Emevî sultanları hakkında söylediklerini rivayetten hazfetmiştir.[44]

Hâkim Nişaburî ise Sefine rivayeti hakkında şunları yazar: “Bu rivayetler muttasıl ve sahih bir senetle Hz. Peygamber’e ulaşır.”[45]

İbn Kesir de söz konusu rivayeti aktardıktan sonra Abdurrahman b. Ebu Bükre’den şöyle nakleder:

Allah Resulü’nden işittim, dedi ki: “Benim hilafetim otuz yıl sürecektir, ondan sonra Allah hükümetini dilediğine verir.” Bunun üzerine Muâviye, “Biz saltanata da razıyız” dedi.[46]

Ehl-i Sünnet âlimleri Sefine rivayetini sahih kabul eder ve hadisin Hz. Peygamber’in ümmetinin otuz yıldan sonra münharif olacağı ve bundan sonra gelecek yönetimlerin meşru olmadıklarını bildiren gaybî haberi olarak görürler. Bununla birlikte iş hadiste geçen On İki İmamı Emevî ve Abbasî yöneticileri ile tatbik etmeye gelince, Sefine rivayetini unuturlar!

 

5.5.3. Sefine rivayeti ile On İki İmam rivayetini uzlaştırma çabaları

İbn Kesir en-Nihaye‘de şunları yazar:

“Müslim’in Sahih‘inde geçen Câbir b. Semure rivayetiyle Sefine rivayetini birlikte kabul etmek nasıl mümkün olabilir?” diye sorulursa cevap şudur: İnsanların bir kısmı, bu din on iki halife işbaşına gelinceye kadar ayakta kaldı ama Emevîler’den sonra kargaşa çıktı. Başka bir bölük, bu hadis Kureyş’ten on iki adil halifenin varlığına delalet eder; bu halifelerin birbiri ardı sıra gelmesine de lüzum yoktur. Herkes Hz. Peygamber’den hemen sonra hilafetin otuz yıl süreceğinde görüş birliği etmiştir. Ondan sonra raşid halifeler gelecektir ki Ömer b. Abdülaziz ve Mervân b. Hakem bunlardandır. Çünkü [mezhep] imamlarının birden fazlası onun halife ve adil olduğuna hükmetmiştir, onu raşid halife tanımışlardır. Nitekim Ahmed b. Hanbel de “Tâbiînden sadece Ömer b. Abdülaziz’in sözü hüccettir” demiştir. Bir başka bölükse Abbasî halifesi Mehdi Biemrillah’ı da halifelerden saymıştır.[47]

 

3.6. Beşaret Hadisini eleştirenler

Beşaret Hadisinin Sefine hadisiyle bağdaşmamasından ve yöneticilerin On İki İmama tatbiki noktasında ortaya çıkan çelişkilerden dolayı kimi âlimler Beşaret Hadisinin müphem olduğu sonucuna varmışlardır. Bu grupta yer alan kimi âlimlerin görüşlerine yer vereceğiz.

 

3.6.1. İbn Cevzî

İbn Cevzî Beşaret Hadisi hakkında şunları yazar:

Bu hadis hakkında uzun tartışmalarda bulundum; ihtimalleri inceledim ve hadisi araştırdım ama hadisin maksadına ulaşamadım. Çünkü farklı lafızları vardı. Râvilerin hadisi karıştırdıkları konusunda hiç şüphem yok.[48]

 

3.6.4. Malikî İbn Arabî (öl. h. 543)

İbn Arabî (meşhur sufi İbn Arabî ile karıştırmamak gerekir) kitabında hadisin yöneticilere tatbikinin bizi çıkmaza sürüklediğini itiraf eder. Ona göre beşaret hadisi eksiktir. Çünkü hadisten günümüze ulaşan bölümden bir anlam çıkarmak mümkün olmamaktadır.

Ebu İsa, Câbir b. Semure’den onun Hz. Peygamber’den şöyle duyduğunu nakleder: “Benden sonra on iki emir olacak, onların hepsi Kureyş’tendir.” Bu rivayet sahihtir.

Biz, Hz. Peygamber’den sonraki bu on iki emirin şunlar olduğu kanaatindeyiz: Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Muâviye, Yezid, Muâviye b. Yezid, Mervan, Abdülmelik’ten Mervan b. Muhammed b. Mervan’a kadar olanlar, Saffah, Mansur, Mehdi, Hadi, Reşid, Emin, Memun, Mutasım, Vasik, Mütevekkil, Muntasır, Müstain, Mutazz, Mühtedi, Mutazıd, Müktefi, Muktedir, Kahir, Razi, Müttaki, Müstekfi, Muti, Tâi, Kadir, Kaim ve Mukteda. Ben Mukteda’yı h. 484’de gördüm, hükümeti oğlu Müstahzir Ahmed’e bıraktı ve h. 486’da öldü. Müstahzır Ahmed oğlu Ebu Mansur Fadl için biat aldı ve h. 495’de Abbasî hilafeti sonlandı. Eğer başlangıçtan itibaren on iki kişiyi sırayla sayacak olsam Süleyman Abdülmelik’e ulaşırım. Kelimenin gerçek anlamında halife olarak on iki kişiyi seçecek olsam bunlar beş kişidir: Dört Halife ve Ömer b. Abdülaziz. Ben bu hadise bir anlam bulamadım; belki de bu [hadisin kendisine ulaşan metni] hadisin bir bölümüdür.[49]

 

4.     Beşaret Hadisi çerçevesinde Sünnî ulemanın pratiğinin eleştirisi

Şia, Hz. Peygamber’in halifelerini risaletinin farklı merhalelerinde ümmetine ilan ettiğine inanır. Menzile Hadisi, Mübahele Ayeti, Velayet Ayeti ve son olarak umumî bir ilan olan Gadir-i Hum Hadisi bu vesileyle varid ve nazil olmuştur. Makalemizin bu bölümünde Beşaret Hadisinin intikaline ve onun ana metinlerle ve Hz. Peygamber’in siyeriyle çelişkisinin açıklamasına dair bazı hususlara değineceğiz.

 

4.1.         Müslümanların on iki kişiyi sormadıkları ithamı

Müslümanlar irili ufaklı bütün meseleleri Hz. Peygamber’e sormuşlardır. Hatta kimi zaman Hz. Peygamber konuşma yaparken ayağa kalkarak soru sordukları bile olmuştur. Bununla birlikte, önemli ve akidevî bir haberi içeren Beşaret Hadisinin içeriği hakkında kimsenin soru sormadığı iddia edilmektedir. Üstelik kimi iddialara göre, râvi tarafından Medine’de nakledilmiş olmakla birlikte, bu hadisin bazı bölümleri müphemdir. Acaba bir araştırmacı, konuşmanın imamların kimler olduğunu beyan eden en önemli bölümünün kaybolduğuna inanabilir mi? Hz. Peygamber’in sessiz sedasız, sakin bir ortamda, Arafat’ta ve Mina’da yaptığı konuşmada, kendisini can kulağıyla dinleyen ve bunun Hz. Peygamber’le son görüşmeleri olduğunu bilen yüz yirmi bin kişiden birinin bile Hz. Peygamber’in geleceklerini müjdelediği imamlar hakkında bir soru sormamış olmasını düşünmek mümkün müdür?[50]

Sonra bir başka sefer, bu sefer Medine’de minberde, sakin bir mecliste, Hz. Peygamber imamların kimler olduğunu açıklayan aynı sözü söylüyor ama yine doğru düzgün işitilmiyor! Ne Hz. Peygamber bu konuda bir açıklama yapıyor ne de biri kalkıp bu konuda bir soru soruyor! Kureyşliler de konuşmadan sonra Hz. Peygamber’in evine gidip bu imamlardan sonra ne olacağını soruyorlar ama kimler olduklarını ve ne zaman geleceklerini sormuyorlar!

 

4.2.         On İki Ay ve On İki Hidayet Edici İmam Hadislerinin terk edilmesi

Hz. Peygamber Veda Hutbesinde şöyle buyurur:

İmamlar on iki kişidir ve zaman, hilkat günkü zamana dönecektir. Sonra şu ayeti okudular: “Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir.”[51]

Buharî’nin Sahih‘inde Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

Zaman, yaratıldığı ilk zamanki haline dönecektir. Her yılda on iki ay vardır ve bunların dördü, haram aydır. Bunlar, arka arkaya gelen Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Cemadi ile Şaban arasında kalan Receb’tir.[52]

Mecmaü’z-zevaid‘de bu hadis aşağıdaki gibi nakledilmiştir ki bu metin, Hz. Peygamber’in konuşma biçimine daha yakın görünmektedir.

Zaman, göklerin ve yerin yaratıldığı günkü şekline dönecektir. Sonra okudu: ““Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin.”[53] Dikkat edin de benden sonra küfre geri dönüp birbirinizi öldürmeyin.[54]

Müfessirler bu ayeti, “geciktirmenin lağvedilmesi”[55] anlamında tefsir ettiler. Ancak bu ikna edici değildir. Çünkü geciktirme uygulaması, iptaliyle zaman ve dünya üzerinde ilk hale dönüşü gerektirecek denli bir etkiye sahip olamaz.

Bu hadisi şu şekilde yorumlamamız daha uygun olur: Hayatının son günlerini yaşayan ve ümmetine veda eden Hz. Peygamber, kendisinin vefatıyla zamanın ilk haline, yani yerin ilk yaratıldığı zamanki hale dönüş yaşanacağını; Allah’ın imtihanının yeni döneminin başlayacağını, hidayet ve dalalet arasındaki ilahî sünnette yeni bir dönemin cari olacağını belirtmiştir. Yılın, on iki ayın birbiri ardı sıra gelmesinden ibaret olması gibi, insanın hidayet ve dalalet imtihanına dair kuralların da On İki İmam etrafında temellendiği vurgulanmıştır. Onların yaratılışsal (tekvinî) konumları ve maddi varlıkları, yerin ve göklerin yaratılış nizamında on iki ayın oynadığı rolle bağlantılıdır. Dolayısıyla söz konusu ayet zahir anlamının yanında önemli bir hakikati örtük olarak içerisinde barındırmaktadır. Buna Kur’ân’ın hakikati veya dinin batını diyebiliriz. Bazı rivayetlerde ayette geçen on iki ay, On İki İmamın (a.s.) mukaddes varlıkları olarak tefsir edilmiştir. Elbette bu yorum ayetin zahiriyle de bağdaşır. Çünkü Arapçada ay anlamına gelen “şehr” kelimesinin sözlüklerde geçen bir başka anlamı âlimdir ve rivayetlere göre gerçek âlimler de Masum İmamlardır.

Câbir Cufi’den şöyle rivayet edilmiştir:

Bu ayetin tevilini İmam Muhammed Bâkır’a (a.s.) sordum, şöyle cevap verdi:

Ey Câbir! “Yıl”dan maksat dedem Resulullah’tır ve onun on iki ayı Müminlerin Emiri’nden bana kadar ve benden sonra oğlum Cafer, onun oğlu Musa, onun oğlu Ali, onun oğlu Muhammed, onun oğlu Ali, onun oğlu Hasan ve onun oğlu Muhammed Mehdî’ye kadar On İki İmamdır ki bunlar Allah’ın yaratıkları üzerindeki hücceti ve ilminin eminidirler. Dört haram aydan maksat ise, inancın üzerine temellendiği dinî esaslardır. Aynı adı taşıyan dört imam vardır ve onların ismi Ali’dir: Müminlerin Emiri Ali, babam Ali b. Hüseyin, Ali b. Musa ve Ali b. Muhammed. Onlara ikrar etmek dosdoğru dinin ta kendisidir. “Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin.”[56] Yani onların hepsine inanın ki hidayet olasınız.[57]

Öte yandan, on iki rakamının Kur’ân’da özel bir yeri vardır: İsrailoğullarının on iki nakibi, Hz. İsa’nın on iki havarisi, Hz. Peygamber’in ilk biatte Ensar’dan istediği on iki temsilci, kendisinden sonra ümmetine müjdelediği On İki İmam ve onların karşısında duracak on iki dalalet imamı. Bazı rivayetlerde hidayete erdiren On İki İmamın her birinin karşısında insanları doğru yoldan saptıracak dalalet imamlarının olacağından söz edilmiştir.

Müslim Hz. Peygamber’in şöyle dediğini nakleder:

Ashabım arasında on iki münafık var. Bunların sekizi asla cennete giremeyecektir. İbn Hudeyfe şöyle dedi: “Allah’ı şahit tutarım ki onlardan on iki tanesi hem dünyada hem de ahirette Allah’a ve Elçisi’ne düşmandır.”[58]

 

4.2.1.   Albanî’nin dalalet imamları hakkındaki sözü

Meşhur Vahhabî âlimi Albanî, Hz. Peygamber’den sonra dalalet imamların yönetime geçmesiyle ilgili bazı hadisleri sahih kabul etmiştir. Bu hadisler şunlardır:

Hadis no 2982“Ashabım içerisinde kendilerini terk ettikten sonra bir daha görmeyeceğim kimseler vardır.”

Hadis no 2864: “Yönetim, Sünneti yok edip bidat icat eden kimselerin eline geçecektir.”

Hadis no 2865: “Ben aranızda dururum ve sizin ateşe girmenize izin vermem. Ayrılma (vefat) zamanım yaklaşmışken sizler pervaneler gibi ona (ateşe) koşmaktasınız.”

Hadis no 1749“Sünnetimi ilk defa Ümmeyyeoğullarından biri değiştirecektir.”

Albanî bu hadisi Hz. Peygamber’in gaybî haberleri başlığı altında nakletmiş, sonra şunları yazmıştır: “Görünüşe bakılırsa hadiste kastedilen halife seçim sisteminin değiştirilmesi ve onun yerine babadan oğula geçen veraset sisteminin getirilmesidir.”

Hadis no 744: “Ebu As Oğulları otuz kişiye ulaşırsa Allah’ın dinini nifak ve riyayla doldurur, Allah’ın kullarını köleleştirir; Allah’ın malını kendi aralarında paylaştırırlar.” Albanî bu hadisin sahih olduğunu yazmıştır.

Albanî’nin 459 numarada naklettiği Sefine hadisini sahih kabul etmesine rağmen Emevîleri savunma sadedinde şu sözleri sarf etmesi ilginçtir:

Ondan sonra başka halifelerin gelmesinde bir problem yoktur, çünkü onlar Hz. Peygamber’in halifeleri değildirler. Açıktır ki hadiste kastedilen de bunlardır. Mesele, Şeyhülislâm’ın (İbn Teymiyye’nin) mezkûr risalesinde açıkça eklediği gibidir: Raşid Halifelerden sonraki halifelerin de, sultan olsalar Hz. Peygamber’in halifesi olmasalar bile, halife olarak isimlendirilmeleri caizdir.

Albanî ve İbn Teymiyye gibi âlimlerin bu tür görüşleri, “Sizin Peygamberiniz her gün başka bir şey söylüyor. Önceki gün lanet ettiği birini ertesi gün imam olarak müjdeliyor” gibi iddialara zemin hazırlamaktadır.

 

4.3.         Rabbanî İmamların imametinin halkın biati aracılığıyla meşrulaştırılması

İmamlar, Allah’ın seçtiği kimselerdir. Dolayısıyla ümmetin onlara itaat etmesi farzdır: “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.”[59]

Allah, ümmetin liderliği için birini seçmemiş olsaydı Müslümanlar kendilerine bir yönetici seçebilirlerdi. Elbette bu seçimin şeriat kanunları çerçevesinde olması gerekirdi. Ancak Allah bir yöneticiyi seçtiğinde, iş bitmiştir; artık seçimden söz edilemez. Allah, Hekim ve Habir’dir ve kullarının maslahatını çok iyi bilir. Şüphesiz Allah’ın ataması halkın seçiminden çok daha iyidir.

Seçilmiş kişinin halkın biatine ihtiyacı yoktur. Çünkü biat, onun için bir hak sağlamadığı gibi ondan bir hakkı da alamaz. Biat söz konusu olsa bile bu, sadece, halkın huzur ve kargaşa ortamlarında, savaş ve barış zamanlarında Allah’ın seçtiği kimseyle birlikte olacaklarını, onu yalnız bırakmayacaklarını göstermelerini sağlar.

Bu yüzdendir ki Hz. Peygamber, İmam Ali’nin velayetini halka duyurduğunda çadırlar kurulmasını ve Allah’ın kendisine verdiği velayetten ötürü İmam Ali’yi önce tebrik etmelerini, sonra O’na biat etmelerini emretmiştir. Tebrikin biatten önce gelmesi, biatin bu türünün göstergesidir; yani halkın biati, Allah’ın iradesine ve seçimine bağlı kalmanın göstergesidir, İmam Ali’nin hilafetini meşrulaştırma aracı değildir.

 

4.4.         Rabbanî İmamların zalim yöneticilere tatbiki

Yukarıda Emevî ve Abbasî âlimlerinin On İki İmamın kimler olduğunun tatbikinde hataya düştüklerini söylemiştik. Örneğin Avnü’l-mabud‘un yazarının İbn Hayyan’dan naklettiği pasajda on iki imam sırayla şöyle tanıtılmıştır:

İlkleri dört halife, sonra Muâviye, sonra oğlu Yezid, sonra Yezid’in oğlu Muâviye, sonra Mervan b. Hakem, sonra oğlu Abdülmelik, sonra Abdülmelik’in oğlu Velid, sonra Abdülmelik’in oğlu Süleyman, sonra da Ömer’in oğlu Abdülaziz.[60]

Bu tatbikte aşağıda sıralanan problemler mevcuttur:

1-    Lanete uğramışların On İki İmamdan sayılması

Bu ulemanın Rabbanî imamlar arasında saydıkları bazı isimler Hz. Peygamber tarafından lanetlenmişlerdir. Örneğin Mervan b. Hakem Hz. Peygamber tarafından lanetlenmiştir:

Bir gün Hz. Peygamber, Ebu Süfyan’ı bir deve üzerinde gördü, Muâviye’de devenin yuları tutmuş çekiyordu. Bir başka oğlu da onlara yol gösteriyor, rehberlik ediyordu. Allah Resulü, devenin üstündekine, onu çekene ve rehbere lanet etti.[61]

2-    Yezid gibi irtidat ettiği İslâm tarihinde meşhur olan birinin rabbanî imam sayılması,

3-    Bütün âlimlerin halife olduğunda görüş birliği etmesine rağmen İmam Hasan’ın anılmaması,

4-    Hz. Mehdi’den bahsedilmemesi,

5-    Sünnî ulemanın sahih kabul ettiği Sefine hadisinin görmezden gelinmesi.

 

4.5.         İmamın Kureyşli olması şartının çıkarılması

İmamiyye Şiası ulemasına göre Rabbanî İmamlar Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’i, ıtretidir; yani İmam Ali ve on bir evladıdır ve sonuncuları, gaybete çekilmiş olan Mehdi olacaktır. Bununla birlikte Şia fıkhında gaybet döneminde yönetici olmak için Kureyşli olma şartı bulunmamaktadır.

Zeydiyye Şiası ulemasına göre, imamet kapısı açıktır ve Hz. Fatıma ve İmam Ali soyundan gelen herhangi bir âlim kılıçla kıyam ederek imam olabilir.

Ama Ehl-i Sünnet’ten bazı âlimler imamın Kureyşli olmasının gerekli olmadığını ileri sürmüş, bu şartı hazfetmişlerdir. Mesela Ebu Hanife, halifenin Kureyşli olmasının tercih sebebi olduğunu söyler.[62] Ama bu, ona göre, hilafetin bu kabileye özgü olduğu anlamına gelmez. Ebu Hanife’ye göre, halifenin Kureyşli olması şartı o döneme özgü bir şarttı, çünkü Kureyşli bir halife Müslümanlar arasında düzeni sağlayabilir ve güçlerini muhafaza edebilirdi. Dolayısıyla Ebu Hanife’ye göre halifenin Kureyşli olması o dönemin siyasetinin gereğiydi.[63]

 

4.5.1.   Vahhabîlerde İmamın Kureyş’ten olmasına yönelik taassup

Ebu Hanife’nin aksine Ehl-i Sünnet ulemasının büyük çoğunluğu ve Vahhabî âlimleri halifenin Kureyş’ten olmasını hilafetin şartı olarak görmektedirler.

Albanî, yöneticinin Kureyş’ten olması şartının sahih olduğunu yazar ve ekler:

Müslümanların, şayet İslâm Devleti’ni ihya etme gayretlerinde samimiyseler, Allah’a tövbe etmeleri, O’nun dinine dönmeleri, şeriatı uygulamaları farzdır. Bu şeri hükümlerden biri hilafetin Kureyş’e ait olmasıdır. Elbette halifenin bu şartın yanı sıra hadis ve fıkıh kitaplarında geçen diğer şartlara da haiz olmalıdır.[64]

Albanî, halifenin Kureyş’ten olmasına dair hadisleri sahih kabul eder:

Bu sahih hadisler, halifenin Kureyş’ten olması gerektiğini kabul etmeyen önceki kimi sapkın fırkaların, kimi modern İslâmî partilerin ve çağdaş Arap yazarların görüşlerini açıkça çürütmektedir.[65]

O, “Hilafet Kureyş’te, hükümet Ensar’da ve davet Habeşedir” hadisini de sahih kabul eder:

Hilafet Kureyş’e ait olmalı, hükümeti, idareyi Ensar yürütmeli ve davet ve tebliğ Habeşe halkının uhdesinde olmalıdır.[66]

Albanî’nin fetvasına göre zamanın halifesi Kureyş’ten, bakanlar Ensar’dan, vakıflar ve irşad bakanıyla müftü Afrika’dan olmalıdır. Elbette ihtiyat gereği son görev, Etiyopyalı birine verilmelidir.[67]

 

5.     Beşaret Hadisine Göre On İki İmamın özellikleri

Beşaret hadisi, On İki İmamın en azından şu iki özelliğe sahip olduğunu göstermektedir.

 

5.1.         Kureyş’ten ama Hz. Peygamber’in kabilesinden olmalıdır

Şia, On İki İmamın Hz. Peygamber’in ıtretinden olduğu inancındadır. Ehl-i Sünnet, Beşaret Hadisi esasınca imamların Kureyş’ten olması gerektiğini kabul etmiştir, lakin aşağıda sözünü edeceğimiz kanıtları göz önüne alarak, Haşimoğulları dışında birinin imam olamayacağını da kabul etmelidirler.

 

5.1.1.   İmam Ali’nin şahitliği

Şia, Hz. Peygamber’in On İki İmamın Ehl-i Beyt’ten olduklarını belirttiği inancındadır. İmam Ali’nin Nehcü’l-belağa‘daki sözü de bunun bir kanıtıdır:

Allah’a and olsun ki Kureyş, sadece Allah bizi onlara tercih etti diye bizden intikam almaya kalkışmaktadır. Biz onları kendi zümremize kattık.[68]

Bir başka hutbesinde şöyle buyurur:

Bizden (Ehl-i Beyt’ten) ayrı olarak yalan söyleyip buğz ederek kendilerinin ilimde derinleşmiş olduğu zannına kapılanlar nerede? Oysa Allah, bizim derecemizi yükseltmiş, bize vermiş; onları ise mahrum kılmış alçaltmıştır. Bizi içeri almış, onları çıkarmıştır. Hidayet bizimle istenebilir, körlük bizimle giderilebilir. İmamlar Kureyş’ten, Kureyş’in Haşimî soyundandır. Onlardan başkasına rehberlik yakışmaz, velayete onlardan başkası layık değildir.[69]

İmam Ali’nin bu sözleri adeta Beşaret Hadisinin tefsiri ve şerhidir.

 

5.1.2.   Haşimoğullarının diğerlerine üstünlüğü

Şia’nın On İki İmamın Haşimoğullarından (Ehl-i Beyt’ten) olması gerektiği inancının bir başka delili, Ehl-i Sünnet âlimlerinin Haşimî soyunun diğer kabilelere ve boylara üstün olduğuna dair sözleridir. Müslim’in Sahih‘inde Vasile b. Eska’dan şöyle nakledilir:

Allah Resulü’nün şöyle dediğini işittim: Allah, İsmailoğulları arasından Kenane’yi, Kenane’den Kureyş’i, Kureyş’ten Haşimîleri, Haşimîlerden de beni seçmiştir.[70]

Tirmizî de bu hadisi nakletmiş ve sahih olduğunu söylemiştir.[71] O, aynı mazmunda başka bazı hadisleri de nakleder. Örneğin Hz. Peygamber’in amcası Abbas’tan şöyle rivayet eder:

Hz. Peygamber’e, Ey Allah Resulü! Kureyş bir araya toplanmış, tartışırlarken senin çöplükte bitmiş bir hurma filizi olduğunu söylediler, dedim.

Hz. Peygamber şöyle dedi: Allah beni yarattı ve beni en üstün iki grup arasından en iyi dal içerisine yerleştirdi. Sonra kabileleri yarattı ve beni en iyi kabileye yerleştirdi. Sonra aileleri yarattı ve beni en iyileri içine yerleştirdi. Ben, bireysel ve ailevî olarak onların en üstünüyüm.[72]

Tirmizî bu hadisi hasen kabul etmiştir. Naklettiği benzer bir hadis ise ona göre sahihtir. Buharî de Tefsir‘inde “Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesi ile İmrân ailesini seçip âlemlere üstün kıldı. […] Allah, dilediğine sayısız rızık verir”[73] ayetlerini tefsir ederken İbn Abbas’tan şöyle nakleder:

İmran ailesinden maksat, İbrahim ailesinden inananlardır. Yasin ailesi ise Muhammed ailesidir.[74]

Haşimoğullarının Allah tarafından üstün kılındığına, onların ümmetin geri kalanına nispetle üstün olduklarına dair varid olan hadisler, On İki İmamın Hz. Peygamber ailesinden olduğu gerçeğinin bir başka delilidir.

 

5.1.3.   Kunduzî’nin Görüşü

Hanefî mezhebine mensup bir âlim olan Kunduzî şöyle yazar:

Âlimlerden bazıları Hz. Peygamber’den sonra On İki İmamın geleceğine delalet eden hadislerin birçok tarikle rivayet edildiğini söylerler… Hadislerin varid oldukları zaman, mekân ve koşullar göz önüne alındığında Hz. Peygamber’in bu hadisinde Ehl-i Beyt’inden On İki İmamı kastettiği açıktır. Zira kastedilenin sahabeden olan halifeler olduğu söylenemez, çünkü sayıları on ikiden azdır. Emevî sultanları olduğu da söylenemez, çünkü hem sayıları on ikiden fazladır ve Ömer b. Abdülaziz dışındakileri halka zulmetmiştir hem de onlar, Haşimoğullarına mensup değillerdi. Oysa Câbir’in rivayetine göre Hz. Peygamber, onların hepsinin Kureyş’ten olduğunu söylemiştir. Abbasî sultanlarının sayıları da bu rakamın üstündedir. Öyleyse bu hadisi Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’inden olan on iki imama yormak gerekir ki onlar zamanlarında halkın en bilgilisi, en üstünü ve en takvalısı idiler. Ayrıca soyca da herkesten üstün ve Allah katında da daha saygındılar.[75]

Ama Kunduzî’nin Sünnî şarihleri onun bu yorumunu kabul etmezler; çünkü kabul ettikleri takdirde Şiî olacaklardır. Onlar farklı yorumlara ve tatbiklere başvurarak, dört halifeden başlayarak Selçuklu devlet adamlarına kadar giderek, içlerinden en iyilerini seçmek suretiyle sultanların sayısını on ikiye ulaştırmaya çalışmışlardır.[76]

 

5.1.4.   Ümmü Seleme’nin İmam Ali hakkında naklettiği hadis

Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’i hakkında söylediği birçok hadis gizli kalmış, rivayet edilmemiştir. Sünnî hadis mecmualarında yer alan Masum İmamlara (a.s.) dair rivayetleri tarayarak bir araya toplayan 4./10. yüzyılda yaşamış Şiî âlimi İbn Hazzâz’ın Kifayetü’l-eser adlı kitabı bu konudaki önemli çalışmalardan biridir. İbn Hazzâz, kitabının bir bölümünde, sahabe kanalıyla Hz. Peygamber’den Ehl-i Beyt’ine dair hadisleri nakletmiştir. Aşağıdaki iki hadis buradan alınmıştır.

Seddad dedi: Cemel günü kendi kendime, “Ben ne Ali’nin yanında savaşacağım ne de ona karşı!” dedim. Gün ortasına kadar da savaşmadım. Akşama doğru Allah gönlüme Ali’nin yanında savaşmam gerektiğini ilham etti. Bunun üzerine, savaş neticeleninceye kadar onun yanında savaşa katıldım. Sonra Medine’ye döndüm, Ümmü Seleme’nin yanına gittim. Bana, “Nereden geliyorsun?” diye sordu. “Basra’dan” dedim. “Hangi topluluğun yanındaydın?” diye sordu, “Ey Müminlerin Annesi! Ben gün ortasına kadar savaşmadım, sonra Allah bana Ali’nin yanında savaşmamı ilham etti” dedim. “Ne iyi ettin! Ben Allah Resulü’nden şöyle duydum” dedi ve rivayet etti: “Kim Ali’yle savaşırsa benimle savaşmıştır. Benimle savaşan da Allah’la savaşmıştır.” “Öyleyse size göre Ali mi haklı?” diye sordum. “Evet, Ali hak iledir ve hak Ali’yle! Ümmet Peygamberine insafsızlık etti; onlar Hz. Peygamber’in geri plana attığını öne çıkarıp ona üstünlük verdiler. Hz. Peygamber’in öne çıkardığına da geri plana attılar. Onlar kadınları ve namuslarını evlerinde korurken Hz. Peygamber’in namusunu dışarı atıp yokluğa terk ettiler. Allah’a and olsun ki Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: ‘Ümmetim arasında ihtilaf vardır. Eğer bir konuda görüş birliği ederlerse o görüşü kabul edin. Eğer tefrikaya duçar olurlarsa ortadan gidin ve Ehl-i Beyt’imin ne yaptığına bakın; savaşırlarsa onlarla birlikte savaşın, sulh ederlerse onlarla birlikte sulh edin, kenarda dururlarsa kenarda durun. Her nerede olurlarsa olsunlar hak onlarladır.’”

“Onun Ehl-i Beyt’i kimlerdir?” diye sordum. “Ehl-i Beyt’i O’nun kendilerine sımsıkı sarılmamızı emrettiği kimselerdir. Onlar, ondan sonraki imamlardır ve sayıları, kendisinin belirttiği üzere, İsrailoğullarının nakiplerinin sayısı kadardır: Ali, iki oğlu ve Hüseyin’in neslinden dokuz evladı Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’idir. Onlar temizdir ve her türlü hata ve kusurdan beri olan masum imamlardır” dedi. “Allah’a and olsun [eğer böyleyse] biz helak olmuşuz demektir!” dedim. “Her bölük sahip olduğuyla mutludur ve onunla iftihar eder” dedi.[77]

 

5.2.         On İki İmamın hükümet şartının olmayışı

On İki İmam hadisi, Hz. Peygamber’den sonraki imamların hükümet edip etmeyeceklerine delalet etmez; yalnızca imamların, Hz. Peygamber’in vefatından hemen sonra, ister gücü elde edip hükümet etsinler ister başkası onlar üzerinde yönetici olsun, imam olacaklarını belirtilir.

Semure’nin ve İbn Mesud’un rivayetlerinde ümmetin onları yalnız bırakacakları, onlara düşmanlık besleyecekleri geçmektedir. Taberanî’nin Mucemü’l-kebir‘inde şöyle geçer:

Bu ümmetin on iki kayyımı olacaktır ki yalnız kalsalar dahi onlara bir zarar erişmeyecektir… Düşmanların düşmanlıklarının kendilerine zarar ulaştırmayacağı on iki kayyım…[78]

Bu, Beşaret Hadisinin Hz. Peygamber’in ıtretinden olan On İki İmama tatbik edilebileceğini göstermektedir.

Ayrıca hadislerden imamların imamet sürelerinin çok uzun olacağı, dünyanın sonuna kadar var olacakları anlaşılmaktadır. Böyle bir şey, hadislerde geçtiği şekliyle Allah sonuncularının ömrünü uzatmadığı sürece mümkün değildir.

İbn Salah şöyle rivayet eder:

Enes b. Malik, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu nakleder: “Kureyş’ten on iki kişi hayatta oldukça bu din baki ve kalıcı olacaktır. Eğer [ömürleri] sona ererse yeryüzü ehlini yutar.”[79]

İlamü’l-vera‘da ve el-Kafi‘de Ebu Hamza’nın İmam Cafer Sadık’a (a.s.) şöyle sorduğu geçer:

“İmam olmadan zemin baki kalır mı?” “Eğer kalırsa ehlini yutar.” buyurdu.[80]

Buna göre Beşaret Hadisini Ehl-i Beyt’ten On İki İmama tefsir etmek dışında bir yol bulunmuyor. Zira onların yerine geçireceğimiz kim olursa olsun çok sayıda çelişki ve problemle karşı karşıya kalırız.

 

Sonuç

On İki İmamın müjdelendiği beşaret hadisi, Ehl-i Sünnet’in hadis mecmualarında rivayet edilmiştir. Hadisin rivayet şekli, metninde birtakım müphemliklerin ortaya çıkmasına sebep olmuş, bu da kimi âlimlerin yanlışlığa düşmesine neden olmuştur. Emevî ve Abbasî sultanlarının hadiste bahsedilen imamlar olduğuna dair görüşler bu yanlışlardandır.

Makalemizde Ehl-i Sünnet kaynaklarında geçtiği şekliyle Beşaret Hadisini rivayet ettik ve râvilerini Ehl-i Sünnet’in kriterlerini esas alarak değerlendirdikten sonra hadisin tefsirinde yapılan hataları göstermeye çalıştık. Son bölümde ise, İmam Ali’nin ve Ümmü Seleme’nin rivayetlerini esas alarak, Beşaret Hadisinin nakledilen bölümünün sahih olduğunu; hatanın Sünnî âlimlerin tatbikinden kaynaklandığını gösterdik.

 

Çeviri: İbrahim Erkin

www.medyasafak.net


[1] Makalenin orijinal adı: “Hadis-i Beşaret-i Resul-i Hoda be Devazdeh İmam der Mutun-i Ehl-i Sünnet”, Faslname-i İmamet-pejuhî, Sayı: 12, s. 89-123.

[2] Ahzab, 33.

[3] Fatır, 32.

[4] Ehl-i Sünnet ve Şia kaynaklarında Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’in imametini açıklayan sözleri çokça rivayet edilmiştir. Örnekler için bkz. Ayetullah Seyyid Ali Hüseynî Milanî, “Gadir: Ahirin Câyigâh-i İlâm-i Umumî-i Câneşinî-i Emire’l-müminin”, Mecelle-i İmamet-pejuhî, Sayı: 9.

[5] Buharî, Muhammed b. İsmail, es-Sahih, c. 8, s. 127.

[6] Müslim, es-Sahih, c. 6, s. 3.

[7] Taberanî, Süleyman b. Ahmed, el-Mucemü’l-kebir, c. 2, s. 265.

[8] Hâkim Nişaburî, Muhammed b. Abdullah, el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, c. 3, s. 618.

[9] Heysemî, Nureddin Ali, age., s. 190.

[10] Heysemî, age., s. 190.

[11] İbn Hazzâz Kummî, Muhammed b. Ali, Kifâyetü’l-eser, s. 23.

[12] İbn Hazzâz, age., s. 19.

[13] Heysemî, age., s. 19.

[14] Ehl-i Sünnet’e göre hasen hadisin sahih hadisin bütün şartlarına haiz olduğunu; bununla birlikte hasen hadisin râvilerinin sahih hadisin râvilerine nispetle zapt açısından daha az güçlü kabul edildiklerini hatırlatalım.

[15] İbn Hacer Askalanî, Şehabeddin Ali, es-Savaiku’l-muhrika, s. 20; Suyutî, Celaleddin, Tarihü’l-hülefa, c. 1, s. 10.

[16] Muttaki el-Hindi, Ali b. Hüsam, Kenzü’l-ummal, c. 6, s. 89.

[17] İbn Hanbel, Müsned, c. 5, s. 87.

[18] İbn Hanbel, age., c. 5, s. 87.

[19] İbn Hanbel, age., c. 5, s. 99.

[20] Süleym b. Kays’ın Emirelmüminin’den naklettiği rivayete göre Hz. Peygamber Gadir-i Hum Hutbesi’den vasilerinden söz ederken sayılarına işaret etmiş ve onları şöyle tanıtmıştır: “Ümmetim içinde kardeşim, vezirim, vasim, varisim, halifem ve benden sonra her müminin velisi olan Ali ve onun evladından on bir imam ki onların ilki Hasan’dır, sonra Hüseyin gelir ve Hüseyin’den sonra onun birbiri ardında gelecek dokuz evladı vardır” (bkz. Kitabu Süleym, c. 2, s. 759). Bu hadisi Numanî (el-Gaybe, s. 70) ve Şiî hadisçilerden başka bazıları da Süleym’den nakletmişlerdir.

[21] Buharî, age., c. 1, s. 79-81, c. 2, 171, 189, 210, c. 5, s. 201, c. 6, s. 235.

[22] Mekke’nin fethi sırasında zorla Müslüman olan Kureyşlileri ifade eden terim (ç.n.)

[23] İbn Hacer Askalanî, Tehzibü’t-tehzib, c. 2, s. 35.

[24] Zehebî, Muhammed b. Ahmed, Siyer A’lami’n-nübela, c. 3, s. 206.

[25] İbn Hacer, age., c. 4, s. 206.

[26] Buharî, Muhammed b. İsmail, Tarihü’l-kebir, c. 4, s. 177.

[27] Nişaburî, Müslim b. Haccac, age., c. 7, s. 81.

[28] İbn Esir, Ali b. Muhammed, Üsdu’l-gabe, c. 1, s. 254.

[29] İbn Sad, Muhammed b. Sad, et-Tabakatü’l-kübra, c. 1, s. 372.

[30] Aynî, Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-kari, c. 6, s. 5.

[31] Saff, 6.

[32] İbn Hanbel, age., c. 5, s. 90, 98.

[33] İbn Hanbel, age., c. 5, s. 99, 108.

[34] Hâkim Nişaburî, age., c. 3, s. 617.

[35] Taberanî, Mucemü’l-kebir, c. 2, s. 213-214.

[36] Ebu Davud, Süleyman b. Ahmed, Sünen, c. 2, 309.

[37] İbn Hanbel, age., c. 5, s. 98.

[38] İbn Hanbel, age., c. 5, s. 93.

[39] İbn Hanbel, age., c. 5, s. 93.

[40] Azimabadî, Muhammed Şemsülhak, Avnü’l-mabud, c. 11, s. 361.

[41] Suyutî, Celaleddin, Tarihu’l-hülefa, c. 1, s. 10.

[42] İbn Kesir, İsmail b. Ömer, el-Bidaye ve’n-nihaye, c. 3, s. 284.

[43] Tirmizî, Muhammed b. İsa, Sünen, c. 3, s. 341.

[44] İbn Hanbel, age., c. 5, s. 220-221.

[45] Hâkim Nişaburî, age., c. 3, s. 71.

[46] İbn Kesir, age., c. 3, s. 198.

[47] İbn Kesir, age., c. 3, s. 198.

[48] İbn Cevzî Askalanî, Şehabeddin Ali, Fetü’l-bari, c. 13, s. 183.

[49] İbn Arabi, Kadı Ebu Bekir, Arizatü’l-ahuzi bi-şerhi’t-Tirmizî, c. 9, s. 68-69.

[50] Şiî kaynaklara göre Hz. Peygamber’in müjdesinden sonra Selman Hz. Peygamber’in vasilerinin kimler olduğunu sormuş, bu konuda daha fazla açıklama istemiştir. Bkz. Numanî, el-Gaybe, s. 70.

[51] Tevbe, 36.

[52] Buharî, Sahih, c. 5, s. 126, 204, c. 6, s. 235; İbn Davud, age., c. 1, s. 435; İbn Hanbel, age., c. 5, s. 37.

[53] Tevbe, 36.

[54] Heysemî, age., c. 3, s. 265.

[55] Cahiliye devrinde, birbiriyle çarpışmaya ve talana alışmış olan Araplara fasılasız dört ay güvenlik ve sulh içinde yaşamak çok ağır geliyordu. Onun için Hz. İbrahim ve İsmail’den beri devam edegelen bu tertibi canlarının istediği gibi bozmaya, mesela muharrem ayındaki hürmeti safer ayına çevirmeye, diğer haram ayları da ileri geri götürmeye başladılar. Bu hal hicretin 10. yılına kadar devam etti. Veda Haccında Hz. Peygamber, ayların o sene tam yerini bulduğunu açıkladı. Tevbe 37 bu konuda nazil olmuştur: “(Haram ayları) ertelemek, sadece kâfirlikte ileri gitmektir.” (ç.n.)

[56] Tevbe, 36.

[57] Huveyzî, Tefsir Nuru’s-sakaleyn, c. 2, s. 215.

[58] Nişaburî, age., c. 8, s. 122; ayrıca bkz. İbn Hanbel, age., c. 4, s. 320.

[59] Ahzab, 36.

[60] Azimabadi, age., c. 11, s. 361.

[61] Heysemî, age., c. 1, s. 113.

[62] Mesudî, Murucu’z-zeheb, c. 2, s. 192.

[63] Miyan Muhammed Şerif, Tarih-i Felsefe der İslâm, c. 2, s. 137.

[64] Albanî, Silsiletü’l-ehadisi’s-sahiha, c. 4, s. 70, hadis no: 1552.

[65] Albanî, age., hadis no: 1006.

[66] Albanî, age., hadis no: 1851.

[67] Albanî, age.

[68] Nehcü’l-belağa, Hutbe 33.

[69] Nehcü’l-belağa, Hutbe 144.

[70] Müslim, Sahih, age., c. 8, s. 57.

[71] Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 243, 245.

[72] Tirmizî, age., c. 5, s. 243, 245.

[73] Âl-i İmran, 33-37.

[74] Buharî, Tefsir, c. 4, s. 138.

[75] Kunduzî, Süleyman b. İbrahim, Yenabiu’l-mevedde, s. 446.

[76] Bkz. Azimabadî, age., c. 11, s. 361.

[77] İbn Hazzâz, age., s. 180.

[78] Taberanî, age., c. 2, s. 213.

[79] Ebu Salah Halebî, Takribü’l-maarif, s. 173.

[80] Tabersî, İlamü’l-vera, s. 364; Kuleynî, el-Kâfi, c. 1, s. 179.

…………………..

medyasafak.net