Ehl-i Beyt Sevgisi – Prof. Hüseyin Hatemi

Resul-i Ekrem sevgisi (s.a) olmaksızın insanın mümin olamayacağı aşikardır…

1) Ehl-i Beyt Sevgisi; İslam’a sonradan eklenen ve “olmasa da olur!” denebilecek bir şey midir?

Haşa ve asla böyle değildir. Tam aksine; “iman”dan ayrılmaz. Resul-i Ekrem’in (s.a) Emirü’l Mü’minin’e (a.s) buyurduğu gibi; “Mü’min sana buğzetmez, münafık seni sevmez!” Yine; Kur’an-ı Kerim’de Ehl-i Beyt sevgisini imanın şartı olarak belirleyen Ayeti Kerime’yi hatırlayalım: ” De ki ben sizden hiçbir karşılık, hiçbir ivaz, ücret beklemiyorum ve talep etmiyorum, sizden sadece ve sadece “yakınlar” a sevgi bekliyorum”(Şura 23/42). Ayet-i Kerime’ye dikkat edilmelidir: Ehl-i Beyt sevgisi; “ücret, karşılık, ivaz” kapsamına alınmakta değildir. Buyrulan şudur: ” Ben, sizden kendim için hiçbir karşılık beklemiyorum; sadece, yine kendi kurtuluşunuz için, Yakınlar’a sevgi bekliyorum!”

Resul-i Ekrem sevgisi (s.a) olmaksızın insanın mümin olamayacağı aşikardır. 1 De ki: Allah’ı seviyorsanız, bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin! Ve günahlarınızı bağışlasın!”(Al-i İmran, 3/31).

Aklı yerinde olan, mustaz’af ve kasır olmayan, İblis’in tasallutu altında olmayan için, Kur’an-ı Kerim’de sadece bu tek ayet bulunsa idi dahi, “Allah sevgisinden ayrılmayan Resul-i Ekrem sevgisi ve Resul-i Ekrem’in şefaat makamı” nı anlamaya yetmez mi idi? Şu halde ” İslam’da sevginin değil katı bir kuralcılık ve korkunun hakim olduğu, sevginin daha sonra Hristiyanlık vasıtası ile tasavvufa girdiği, özünde olmayan bir şeyin İslam’a eklendiği” saçmalığı nereden ortaya çıkıyor?

Resul-i Ekrem’in (s.a) sevgisi, Allah sevgisine erişmek için, kasır ve mustaz’af durumda olmayanlara yegane vesiledir. İmanın tabii bir şartıdır. Bunu da “Vesile” ayetinden anlıyoruz. (Maide, 5/35). Allah’a güçlü bir sevgi bağı ile bağlanabilmenin, takvaya erişmenin şartı –ki takva kaba anlamı ile zelilane bir korku değil, çok güçlü ve yoğun sevgi,  ” La havle ve la kuvvete illa billah” bilincidir, Allah’a “Vesile” değildir. Hiç kimsenin “Enbiyadan yaşarım müstağni” demek haddi değildir. “Vesile” “belirsiz harf-i tarif (artikl, artikel) ile değil “el-Vesile” olarak ve tekil(müfred) belirtilmiştir. İsra Suresi 57. ayette de böyledir. İşte bu Vesile, ” Nur-i Muhammedi”dir. Emirü’l  Mü’minin’in “parçası”  olan Fatıma’nın, Ehl-i Beyt İmamları’nın nuru aynı Nur’dandır.

Bütün bu söylediklerim, İslam’a sonradan eklenen şeyler değil, Kur’an’ın özüdür. Ehl-i Beyt sevgisi olmaksızın “iman” olamaz; sadece, “zahir”e göre hükmedilen alanda, Kelime-i Şahadet getirilen kimsenin “İslam”ına hükmedilir.

2) Tevella ve teberra, Ehl-i Beyt’i sevmek ve Ehl-i Beyt’e düşmanlık edenleri sevmemek; şu halde, “Usul-i Din”den midir?

Zahire göre hükmedilecek olan “din” alanında “Usul-i Din” in üç ilkesi (asl) vardır: Tevhid, nübüvvet ve ahiret inancı. Fakat, yukarıda da belirttiğimiz gibi, “tevella”, Ehl-i Beyt sevgisi,  dinin özü olan “iman” ın şartıdır. “Ali’yi sevmeyen, Hakk’ın nesidir? Fasih Dede’nin söylediği gibi: “Tevellasın teberrasın bilen uşşaka aşk olsun / Tarikatde budur erkan, buna illa fela olmaz!”

Maneviyat yolunun eşkıyası, maddi alışveriş hayatının sahtekarları gibi, Ehl-i Beyt sevgisi ile hiç ilişkisi olmayan “imalat”ın üzerine basarak insanlığı aldatmaya çalışırlar. Ehl-i Beyt’e düşmanlık eden münafıkları, “müminlerin dayısıdr, şu halde o da Ehl-i Beyt’den’dir” diyerek Müslümanlara sevdirmeye uğraşırlar. Bu bedbaht ve bedhahların mantığına uyarsak, Yezid’i bile “müminlerin dayızadesi” unvanı ile haşa Ehl-i Beyt’ten saymamız gerekir. Bu kafasızlardan korunmak için, “tevella” nın tabii bir sonucu olarak “teberra” bilincine ve haline de sahip olmamız, Ehl-i Beyt düşmanlarına kalbimize giriş vizesi vermememiz gerekir

3) Şu halde “sevgi”den hareket ederek “kin” e varmış olmuyor muyuz ? Tekamulün daha ileri bir mertebesi “ben haşa Yezid-i Hüseyin’den ayırmam, her ikisini de severim!” demek değil midir?

İşte bu soru; “sevgi” yoluna girenlerin yolunu kesen en tehlikeli vesveselerden biridir. Bu sözü samimi olarak söyleyen, ya beyinsizdir, yahut da İblis’in darbelerinden birisine uğrayarak sapıtmıştır. Yahut da doğrudan doğruya “min şerri’l-Vesvasi’l-Hannas…/Mine’l-cinnet’i ve’n-nas” kapsamına girmektedir. Ehl-i Beyt düşmanlarından teberi edilir. Onlar sevilmez. Sevilirse, “kişi sevdiği ile beraberdir”. Fakar “sevgi”, “zulm” ile bağdaşmaz. Ehl-i Beyt  İmamları, düşmanları tarafından bile, başları sıkışınca “emin” bilinmişlerdir. Mervan’ın karısını ve kızını, Medine’den kaçarken İmamı Seccad’a (Zeynul-abidin) emanet edişi gibi. Şu halde Ehl-i Beyt İmamları’nın yolunu izleyenler de değil Ehl-i Beyt dostlarına bile zulmetmezler, fakat iç alemlerinde sadece Hiüseyin’e (a.s) yer vardır, Yezid’in ayak basmasına müsaade etmezler. Allah bizi bu yoldan ayırmasın!

İlahi sevgi kaynağı Resul-i Ekrem ve Ehl-i Beyt Nuru ile erişen kimseler, “zalim” olmazlar, “kin” ve “kan davası” gütmezler; fakat İblis’i ve İblis ehlini değil, ancak Allah’ın sevdiklerini severler.

Prof.Hüseyin Hatemi

……………………………….

tebyan.net