Ehl-i Beyt’in Şahsında Tarihle Yüzleşmek

Her şey zıddıyla kaimdir. Sünni ile Şia arasındaki mevcut olan ayrılıkların sebebini analiz etmek gerekmektedir.
Tarihi hakikatleri ortaya koymak, Ehl-i Beyt’in hayatını gündeme getirmek, tarihle yüzleşmek gerekmektedir.
İşte bu yaklaşım, Ehl-i Beyt’i sevenlere iadeyi itibar öteden beri süregelen gönül kırıklığının da önüne geçecektir.
Hiç uzağa gitmeden kendimizi ve çevremizi sorgulayalım. Göreceksiniz ki Şia, Alevi, Caferi Sünniler birbirlerini yeterince tanımıyor. Bırakınız tanımayı, birbiri hakkında eksik ve yanlış bilgilerle donatılmış durumdalar. İşin bir başka yönü, çoğunluk itibarıyla Sünniler de, Şia mensupları da maalesef dinimiz İslam’ı yeterince bilmemektedir.
İslam tarihinde peygamberimizden sonra Ehl-i Beyt ciddi anlamda mağdur edilmiştir.
Hz. Fatıma anamız mağdur edilmiştir. O kadar kalbi kırılmıştır ki, cenazesine kimseyi kabul etmemiştir.
İmamı Ali mağdur edilmiştir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında da beyan edildiği gibi Gadri Hum’da ilan edilen halifeliği kendisine verilmemiştir. Daha sonraki halifelik döneminde ise olmaz türlü entrikalarla karşılaşmıştır.

İmam Hasan zehirlenerek şehit edilmiştir.

İmam Hüseyin Kerbela’da susuz bırakılarak şehit edilmiştir. Hem de Fırat nehrinin kenarında olduğu halde.
Ehl-i Beyt mensupları niçin Orta Asya’da kendilerine vatan arama ihtiyacı hissetmiştir.
Ehl-i Beyt’in, dünyanın değişik yerlerine dağılmaları neticesinde İslam’ın yayılması ve kendine vatan bulması da mümkün olmuştur. İşte biz Türkler bu şekilde İslam’la müşerref olduk. Biz Türkleri diğer Sünni milletlerden ayıran özellik Ehl-i Beyt’e olan sevdamızdır. Biz isim olarak hayattaki en değerli varlıklarımız olan çocuklarımıza hep Ehl-i Beytin isimlerini verdik. Biz Türkler hep mağdurun yanında yer aldık.

Alevileri Nasıl Algılıyoruz?

Ben Sünni’yim. Bize Şia, bildiğimiz dört hak mezhebin dışında öğretildi; yani makbul değil diye öğretildi. Şia için ne denilmedi ki,
Peygamberimizi kabul etmezler,
Namaz oruç ve hacc ibadetini de kabul etmezler,
Mum söndü yaparlar,
Kestikleri kurbanın eti yenmez,
Kızları ile evlenilmez,
İşin garip tarafı Şia hakkında bu tür yalan yanlış bilgiler bütün İslam coğrafyasında hâkimdir. Şia hakkındaki yanlış kanaatler maalesef bütün bu coğrafyalarda da vardır.
Hepimizin hayatında yaşadığı hatıralar vardır. Benim de bu konuda yaşadıklarım var.
Azerbaycan’da gittiğim İmam Musa Kazım’ın kızının türbesinin de bulunduğu “Bibi Heybet camii”ne gitmiştik. Namazdan sonra cemaat, imam efendi ile musafaha yapıyor. Her defasında farklı bir dua ediliyor ve akabinde duaların kabulü için bir salavat deniyor ve hep bir ağızdan salavat getiriliyordu.
Yine yıllardan beri iş yerimin yakınında bulunan Caferilerin camisinde bir Cuma namazı kılmaya karar vermiştim. Merakımı gidermek istiyordum. Hutbe esnasında ne zaman peygamberimizin mübarek ismi geçse cemaat ayağa fırlıyor ve hep bir ağızdan, “Allahumme Salli Ala Muhammed ve Ali Muhammed” diyorlardı.
Bitmedi, bir başka hatıram da şu; geçen yıl hacda Arafat’tan Müzdelife’ye inerken bizi Caferilerin arabasına bindik. Arabanın içerisi çok kalabalık iğne atsanız yere düşmez. Yerlerinin darlığından dolayı şikayet etmeğe başladılar. Bunun üzerine hocaları “yerlerimizin genişlemesi için bir salavat getirelim” demez mi. Bütün cemaat aşk ile salavat getirdiler. O andan itibaren kimseden bir şikayet gelmedi.

Bütün bunları gördükten sonra yıllar öncesinde yaşadığım bir hatıraya da hayıflanıyorum. Haseki hastanesinde doktor olarak çalıştığım yıllarımda hastane dışında da görüştüğüm bir aile bir gün beni “Matem günü ”ne çağırmıştı. Alevi olduğunu öğrendiğim bu aile ile bir daha görüşmemiştim.

Ayrılıkları Kim İstiyor ve Körüklüyor?

1710 yılında İngiliz Sömürgeler Bakanlığı’nın emri ile “Mısır”, “Irak”, “İran”, “Hicaz” ve “İstanbul’a ajan olarak gönderilen Humpher, hatıralarını bir kitapta derlemiştir. İngilizlerin kısaca “böl, yok et” şeklindeki düşüncelerini ihtiva eden bu kitaptan bazı maddeleri özetle sunalım:
Sünni ve Şii Müslümanlar arasında fitne çıkarmalı, mezhebi ihtilafları körüklemeli, Müslümanların cehalet ve bilgisizliği sağlanmalı, her türlü eğitim ve öğretim merkezlerinin kurulması önlenmeli, tembelliği teşvik etmeli, çalışkanlığa mâni olmalıyız.
Peygamber soyundan gelen ailelere gösterilen saygı ve bağlılık ortadan kaldırılmalıdır. Bunu yapabilmek için bazı ajanları siyah veya yeşil sarık ile giyindirerek Peygamber soyundandır diye tanıtmalıyız. İmam Hüseyin’e mâtem tutulan merkezler veya medreseler harabeye çevrilmelidir.

Müslümanların zihinlerine, özgürce düşünme fikrini, niçin ve nedenleri yerleştirmeliyiz. İslam’ın bir kabile dini olduğu vurgulanmalı, Müslümanların elinde bulunan Kur’an’ın gerçek Kur’an olup olmadığı yolunda şüpheler uyandırılmalıdır. özellikle Yahudi ve Hıristiyanların aleyhine olan ve iyiliği emredip kötülükten alıkoyan ayetler Müslümanların inancından silinmelidir. Diğer önemli bir konu da hadis ve rivayetler hususunda şüphe uyandırmaktır… (Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler, Prof. Dr. Haydar Baş, İcmal Yay., s.102-120).

Günümüze gelindiğinde bazı Sünni geçinen kesimlerin ülkemizin ve Müslümanların birliğini teminden ziyade ayrılıkları gündem eden yayınlarına şahit oluyoruz. Tarih Boyunca İhanetin Değişmeyen Adı: ŞİA başlığı gündeme taşınabilmektedir. Yine Sünnilik adına bizzat akademisyenler aracılığıyla bir insanın Şii olması Hıristiyan olmasından daha kötü olduğu ifade edilmektedir. Bunların hurafe olduğunu anlamak için bir şii ile, alevi ile bir Caferi ile sohbet etmeniz yeterli olacaktır.
İçinde bulunduğumuz bölge siyasetimiz açısından bu açıklamaların ne anlama geldiği ayan beyan ortadadır. Ehl-i Beyt taraftarları ile bir araya gelinmesin, batılı işgalcilerle bir araya gelinsin diye toplum mühendisliği yapılmaktadır.
ümmeti bölen parçalayan zihniyet emperyalist zihniyettir. Misyoner çalışmaları ile azınlık çalışmaları ile gayelerine ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bir taraftan Allah’ı bir, peygamberi bir, kıblesi bir, kitabı bir olan Müslümanları böleceksin; diğer tarafta Vatikan’a uşaklık yapacaksın. Dinlerarası diyalog projesi ile ayeti kerimelere hadisi şeriflere rağmen Yahudi ve Hristiyanlar da kurtulmuş diyeceksin. Hatta daha da ileri gideceksin Şii, Hristiyan’dan kötü diyeceksin sapkın diyeceksin dinin dışına cennetin dışına iteceksin.

Yağma yok, bu zihniyet gayri İslamidir, gayri millidir. Bu zihniyet devleti ve milleti bölmeye parçalamaya matuf bir zihniyettir.
İslam Dünyasındaki Ayrılıkların Faturası Ağır Olmuştur

Günümüzün en büyük özelliği deccaliyetin kol gezmesidir. Buna illüzyon da diyebilirsiniz; ateşin su, suyun ateş olarak takdim edildiği dönem bu dönem. ölçüler birbirine girmiş vaziyette. öncelikle İslami kavramların yerli yerine oturtulması gerekir.
Gelinen noktada Müslüman Türkler haçlının safında ve Müslümana namlu doğrultmuştur. Tarihte yaşanan Alevi – Sünni çatışmalarına bir göz atalım. Bunlar hem kendi ülkemizde hem İslam âleminde yaşanmaktadır.
Yurt genelinde: Kahramanmaraş, Sivas, çorum olaylarının izleri hala silinmemiştir.
Dünya genelinde ise Afganistan ve Irak başta olmak üzere mezhep çatışmaları yaşanmaktadır.

Günümüzde ise Amerika’nın İslam ülkelerini işgal projesinde Şii – Sünni çatışması önemli bir yer teşkil etmektedir. Amerika bu projesini saklama ihtiyacı bile hissetmemektedir.
Bugün İslam âleminde yangın vardır. Kasırgalar çok sert esmektedir. Her gün masum insanlar ölmektedir. Bölgemiz bir çatışma alanı haline gelmiştir. Bugünün emperyalist gücü olan ABD, bizzat 22 İslam ülkesinin ismini sayarak bu ülkelerde değişim yapacaklarını açıklama cüreti göstermiştir. O günden bu güne bölgemizde olanlara bir bakalım. Hep bu ülkelerde kan ve gözyaşı olmuştur. Ateş sınırlarımıza kadar da yanaşmıştır.

Seçim dönemindeki yurt genelindeki çalışmalarda dikkatimi çeken alevi kesimin daha çok dağlık kesimlerde merkezlerden uzak yerlerde yaşadıklarıdır. Alevi’ler kendilerini gizlemekte çocuklarına da gizlenmelerini tavsiye etmektedir. İçinde oldukları psikolojiyi tahmin edebiliyor musunuz?

10 yıldan beri birlikte çalıştığımız bir doktor arkadaşım alevi olduğunu daha yeni öğrendim. Ailesi tarafından sıkı sıkıya tembih edildiğini kimliklerini toplumdan saklamaları kendilerine öğretilmiş.
Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail arasında geçen çaldıran savaşında Anadolu’daki aleviler, Şah İsmail’in tarafını tuttular diye bir kıyıma tabi tutulmuşlardır. Kendini korumak isteyen aleviler dağlara sığınmışlardır. Ortaya çıkan bu tablo ayrılıkçıların ekmeğine yağ sürmüş, taraflar arasındaki ayrılıklar derinleştirilmiştir.

Türk milleti her dönemde İslam’a sarılmış olsa da bilhassa Yavuz Sultan Selim döneminde “saltanat tehdit altına girecek” diye vehmedilmiş Şia mezhebi ile yapılan mücadelede maalesef Ehl-i Beyte gönül veren insanlara haksızlık yapılmıştır. Saltanat yanlıları Ehl-i Beyt’e aşık olmalarına rağmen, bilerek ya da bilmeyerek Ehl-i Beyt’e farkında olmadan sırtını dönmüştür.
Yalnız bunun faturası kader planında öyle bir tecelli ile cevap bulmuştur ki, Ehl-i Beyte sırtını dönen bu insanlar gönüllerini Tanzimat’la birlikte batıya çevirmiş Ehl-i Beytin eğitimi öğretimi adeta unutulmuştur.
Tam da bu noktada batıya dönen gönüller azınlık adı altında Ehl-i salibe gönlünü kaptırmış onlara hak verelim derken koskoca bir imparatorluk inkıraza uğramış ve heba olup gitmiştir. (İmam Ali, Prof. Dr. Haydar Baş)

Günümüzdeki Mezhep Ayrılığının Siyasi Yönü

Sünni dünyası Amerika’nın kontrolündedir. Sünni cemaatler içinde de Amerika’nın nüfuzu söz konusudur.
Alevi – Sünni çatılmalarında bir dış parmak vardır.
Birlik beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz günlerde kalkıp Şia aleyhine, aleviler aleyhine kamuoyu oluşturulmakla kimin değirmenine su taşınmaktadır?
Bu gerilimle hem ülkeler arası bir çatışma hazırlığı yapılmakta hem de İslam ülkelerinin içi karıştırılmaktadır. İnsanların inançları, aidiyetleri ile oynamak kaosa davetiye çıkartmak demektir.
Bu anlamda Türk siyaseti oyuna getirilmiştir. ABD’nin dümen suyuna girilmiştir. AKP hükümeti, Arap baharı adı altında Büyük Ortadoğu Projesinin gerçekleşmesi için var gücüyle çalışmaktadır. Bakın sıfır sorun politikası diye yola çıkan hükümetinin ülkemizi getirdiği noktaya. Bugün maalesef komşularımızla savaş yapma noktasına getirildik. Suriye sınırında muhaliflere lojistik destek sağlanmaktadır. İran’ı gözetlemek üzere ABD’nin füze rampası Malatya’ya yerleştirilmiştir.
Bilindiği gibi Irak Başbakanı Maliki, Şii; Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık el-Haşimi ise, Sünni. Haşimi, terör örgütü üyeliği ile suçlanıyor. Bağdat’tan apar topar ayrılarak Kuzey Irak Kürt Yönetimi’ne sığınıyor. Ardından Suudi Arabistan ve Katar’a gidiyor. Kısa bir süre sonra da Türkiye’ye geliyor. Başbakan Erdoğan tarafından kendisine tahsis edilen özel konutunda koruma altına alınıyor. Haşimi niçin Kuzey Irakta değil, Suudi Arabistan’da değil de Katar’da değil de Türkiye’de bulunuyor. Burada görülen Amerikan’ın bölgemizde planladığı, Sünni Şia çatışmasına katkı sağlaması içindir. Interpolün, Türkiye’nin koruması altındaki Haşimi hakkında kırmızı bülten çıkarması da tesadüf değildir. Nitekim Türkiye’den Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanlardan gelen açıklamalar Haşimi’nin teslim edilmeyeceği yönündedir ve bu Irak Şii yönetimi tarafından tepki ile karşılanmaktadır.
Bir de hadiselere tümden gelim metodu ile yaklaşalım. Gelinen noktada Sünni iktidarların Amerika ile içli dışlı olduklarını görüyoruz. Şia’nın hakim olduğu ülkelerde ise Amerika’ya karşı bir duruş sergilediklerini görüyoruz. Arap Baharı adı altında ABD’nin Arap ülkelerindeki işgal eylemleri, Şia’nın hakim olduğu devletlerde yaşanmaktadır. Şia olmayan iktidarların olduğu devletlerde bu eylem olmamıştır. Bahreyn, Suudi Arabistan, Katar, Umman, ürdün’ün bir başka bahara bırakılmasının sebebi buradaki Sünni yönetimlerin ABD ile olan ilişkileridir. ABD ile arayı bozmak istemeyen iktidar olsun, muhalefet olsun işin bam teline basamamakta, oyalama taktikleri uygulamaktadır.

örneği pek çok olan belgelerden bir tanesi CIA’nın eski Ortadoğu bölge şefi Robert Baer’in İran hakkında yazdığı “Yeni Süpergüç İran’la Başetmek” kitabı. Bu çalışm yeni Ortadoğu’yu kurabilmenin tek yolunun bölgede geniş çaplı bir “Şii-Sünni içsavaşı”nı tetiklemekten geçtiğini söylüyor. özet olarak söylediği “Niye biz (Amerikalılar!) ölelim ki?” “Bırakalım (Sünni ve Şii) Müslümanlar kendi aralarında birbirlerini öldürsünler!” diyor.

Ehl-i Beyt Birliğin Adresidir

Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır. Bugün yapılması gerekenler birlik ve beraberliğin temini için çalışmaktır. ünlü şık-şıkıyye hutbesinde mağdur edilen İmam Ali “İslam’a ve Müslümanlara yardım etmeyeceğimden, İslam’da bir gedik açılacağından ürktüm” buyurmaktadır. Defalarca kendisine başvuran Hz. ömer “Ali olmasaydı ömer helak olurdu” demiştir.
İmam Hasan, İslam’ı ve Müslümanların birliği zarar görmesin diye uzlaşı yolunu seçmiştir.
İmam Hüseyin, yaşanan onca olumsuzluk karşısında İslam’ın yok olma tEhl-ikesine karşılık bütün Ehl-i Beyt hanedanıyla birlikte kıyam etmiştir.
İmam Zeynel Abidin yapayalnız olmasına rağmen Müslümanların birliği için İslam’ın tebliği için sürekli dua makamındadır. “Sınırdakilere Dua” adıyla tanınan duasında birlik duruşu net olarak görülmektedir. “Allah’ım, Muhammed’e ve Al-i Muhammed’e salavat gönder. Sen onların (sınırları koruyan Müslüman askerlerin) sayılarını çoğalt, silahlarını keskinleştir, bulundukları yerleri koru, toplulukları düzene koy, işlerini düzüp koşarak ihtiyaçlarını gider; onlara yardım ederek güçlendir, onlara sabır ihsan ederek yardım et, hilelerden koru onları.” duanın devamı da manidardır.
“Allah’ım, böylece Müslümanların bulundukları yerleri güçlü bir hale getir, ülkelerini koru; mallarını çoğalt, onları savaştan kurtarıp kulluğuna yönelt; düşmanlarla uğraşmaktan kurtar da seninle münacata koyulsunlar; Taki; yeryüzünde Sen’den başkasına kulluk edilmesin, senden başkasına secde edilerek yere baş konulmasın.”
İmamların hayatına baktığımızda uğradıkları zulüm ve haksızlıklara karşı İslam zarar görmesin Müslümanların birliği bozulmasın diye gayret göstermişlerdir.

Durum böyle olmasına rağmen Ehl-i Beyt aşıkları öteleştirilmeğe ayrılıkçı unsur olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Oysa Ehl-i Beyt öğretisinde Türklerin fikir dünyasına da katkıda bulunan Hacı Bektaş-ı Veli’nin ifadesiyle, “Eline, beline, diline hâkim ol” sözü önemli bir mihenk taşıdır. Yine bu konuda İmam Sadık “Müslüman, kendisi için sevdiği, dilediği şeyi, Müslüman kardeşi için de sever ve diler; kendisi için istemediği şeyi onun için de istemez.” buyurmaktadır.

Birlik Olmazsa Hayat da Olmayacak

Birlik ve beraberliğin temininde Sayın Prof. Dr. Haydar Baş bey son derece duyarlı olmuştur. Kendisi bir Sünni alim olan Sayın Baş konuyu geniş bir perspektiften ele almıştır. Şia ve Sünni binlerce kaynak eseri tetkik etmiştir. Daha sonra rivayete dayalı olarak Ehl-i Beytin hayatını kaleme almıştır. Ulaşabildiğimiz herkese tavsiyemiz bu kaynak eserlerin mutlaka okunmasıdır. Okunduğu zaman görülecektir ki hiç birbirimizden farkımızı yok; biz aynı dünyaların insanlarıyız.

Ben Haydar Baş hocamızı 1985 yılından beri tanırım. O hep hakkın ve hakikatin yanında yer alan bir mücadele insanıdır. Görüşleri yıllar sonrasını ihata edecek kadar keskindir, mert ve cesurdur. İslami anlayışında ve yaşantısında hep “sıratı müstekiym” üzeredir, hayatını Allah’ın rızası için yaşayan bir er kişidir. Hayatı boyunca çizgisinde en ufak bir değişiklik olmamıştır. O kendisini tanıdığım günden beri, ilmin kapısının Ali olduğunu her fırsatta ifade etmiştir. Ehl-i Beyt ve 12 imamı sürekli örnek insanlar olarak göstermiştir. Sayın hocamız Ehl-i beyt külliyatını kaleme aldıktan sonra, Ehl-i beyte olan sevgisi ve yakınlığından dolayı Şia olduğu iddia edilmiş, hatta daha da ileri gidilerek tekfir edilmek istemiştir. Bunu söyleyenler Sünniliği de bilmiyorlar, İslam’ı da bilmiyorlar. Bu insanlar Sünniliği de İslam’ı da bir cüppe ve sarıktan ibaret zannediyorlar bilmiyorlar ki Sünnilikte Alevilikte, Şia olmak ta hepsi Ehl-i Beyt’e tabi olmaktan geçer.

Haydar hoca birlik olsun diyor, diğerleri kavgaya devam diyor. Haydar hoca biz biz olalım, kendi ülkemiz kendi bölgemiz kendi insanımız haklarını doya doya yaşasın diyor, diğeri hayır Amerika’nın çarkı dönmeye devam etsin diyor.
Ankara da ziyaret ettiğimiz Candostları alevi derneğinde bir dedenin aleviler ve Sünnilerin ihtilaf konularından bahisle “aramızda hakem KURAN olsun” sözü çok ilgimi çekmişti.

Toplumsal barışın temini açısından gelişen hadiseler en ince ayrıntısına kadar analiz edilmelidir. İşte bu güne kadar en çok ihtiyaç duyduğumuz bu çapta bir araştırma sayın hocamız tarafından yapılmıştır. Hocamız gerek Sünni gerekse Şia kaynaklardan hareketle İslam âleminin en çok ihtiyaç duyduğu eserleri insanımızın istifadesine sunmuştur.

Sünnilerin ihtilaflı konularda “o da haklıdır, bu da haksız değildir” yaklaşımları sorunun çözümü olmamıştır, olamaz da. çünkü elimizde Kuran-ı Kerim var, hadisi şerif var, mezhep imamlarımızın sözleri var. Hayri Baba (ra) bu konuda “bir hak vardır, bir de batıl vardır” demektedir. İşte doğru ve yanlışın ayırt edilmesinde bir hakkın iadesinde vicdanların rahat etmesinde sosyal barışın teminin de hak ve batılın ayırt edilmesi önemlidir. Sayın hocamızın amacı Sünni veya Şia’nın birisini ötekinin önüne geçirmek değildir. Sünni olsun Şii olsun bütün Müslümanların buluşma adresinin Ehl-i beyt olduğunu ifade etmektir. Bu şekilde Müslümanlar birbirine daha çok yaklaşacak; dini be milli bütünlüğümüz üzerinde oynanan oyunlar bozulacaktır.
Günümüzde bölgesel ve küresel siyasi gelişmeler artık bir birlik beraberlik zeminini zaruri kılmaktadır.
Birlik ve beraberlik konusunda Ehl-i beyt aşıklarına gereken hakların verilmesi gerekmektedir. Aleviler bu güne kadar istismar edilmiş hakları ise verilmemiştir. Bu konuda bir tek Bağımsız Türkiye Partisi Ehl-i Beyt açılımını bizzat parti programına alınmıştır.

BTP’nin Ehl-i Beyt açılımından birkaç maddenin altını çizelim:

1. Diyanet İşleri Başkanlığı Alevi vatandaşlarımıza lütfen – keremen değil, tüm boyutları ile açılacak. Diyanet İşleri Başkanlığı Ehl-i Beyt sevgisi ile yeniden yapılandırılacaktır.
2. Ehl-i Beyt üniversitesini kuracağız. Sadece Alevi vatandaşlarımız değil, milletin tamamı Ehl-i Beyt’i buradan öğrenecektir. Bu üniversite sadece Anadolu’ya değil, dünyanın dört bir yanına hizmet götürecektir.
3. Cemevleri bir ibadethane, insanımızı olgunlaştıran merkezler, halkımızın kalbinin çarptığı, her türlü din hizmetinin verildiği yerler olarak hak ettiği yasal statüye kavuşturulacaktır.
İslam âlemini sürekli bölmek parçalamak ve işgal etmek isteyenlere karşı alınması gereken tedbir bir ve beraber olmaktır. Bunun yolu da Ehli beyt’te buluşmaktır. İşte bu sosyal barış yolunu açan Prof. Dr. Haydar Baş hocamıza sonsuz teşekkürler.

Dr. Ahmet Hamdi Kepekçi

…………….

ahmethamdikepekci.com